Hepiniz susturulunca OHAL o zaman bitecek
BirGün yazarı Prof. Dr. Doğan Tılıç’ın bir yazısına yapılan yorum hem AKP’nin medyaya bakışını en iyi özetleyen cümle olduğu hem de atılması gereken adımlara yönelik ipucu verdiği için başlığımız oldu
YAŞAR AYDIN / @yasaraydinnn
yasaraydin@birgun.net
Televizyonların, radyoların, gazetelerin kapatıldığı, yazarların tutuklandığı OHAL koşullarında Ankara'nın deneyimli dört gazetecisi ile medyayı konuştuk. Evrensel Gazetesi Ankara Temsilcisi Sultan Özer, Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Erdem Gül, Fox Tv Ankara Temsilcisi Sedat Bozkurt ve BirGün Gazetesi yazarı Prof. Dr. Doğan Tılıç’la aynı zamanda ‘’ne yapmalı?’’ sorusuna da yanıt bulmaya çalıştık. Tılıç'ın gazetedeki yazısına internet üzerinden ''hepiniz susturulunca OHAL bitecek" diye yorum yapmış okur. AKP'nin medya üzerinde yapmak istediğini en iyi özetleyen cümle aynı zamanda yapılması gerekenler için de ipucu verdiği için başlığımız oldu.
Yıllardır gazetecilik yapıyorsunuz. Geçmiş dönemleri de düşünerek bugün yaşadıklarımızı nasıl değerlendirirsiniz?
Bozkurt: Türkiye’de her dönem medya üzerinde iktidarın baskısı oldu. Kimi zaman medya dışında işleri olan patronlar üzerinden, kimi zaman Özal’ın yaptığı gibi gazete kağıtlarının maliyetinin arttırılması ile… Özal ‘’2,5 gazete yeter’’ demişti. Bu Türkiye'de yandaş medya diyebileceğimiz bir yapıyı ortaya çıkardı. Bu da medya yapısını değiştirdi.
Ama bugün yaşadıklarımız hepsinden farklı. Çünkü bizzat Erdoğan ve iktidar partisinin elinde medya organları var. Üstelik neredeyse çoğunluktalar. Devlet aygıtını elinde bulunduranlar da gazetecilik kriteri olarak bunları alıyor. Bunlar gibi yaparsan gazetecisin, habercisin bunlar gibi yapmazsan değilsin... Kendileri gibi olmayan medyaya tahammül edemiyorlar. Koydukları kriterlere uymayanlara her şeyi yapma hakkını kendilerinde görüyorlar. Her yeri bir A Haber yapma niyetleri var.
Özer: Gazetecilik hiç bu kadar teslim alınmamıştı. Özal dönemi ile kıyaslanamaz bile.
Bozkurt: O dönemde organize muhalefet daha güçlüydü. Yalan haber yasası çıkarmaya çalıştılar. Meclis çoğunluğuna rağmen geçiremediler.
Özer: AKP öncesi dönemde gazetecilere kişi olarak dahi böyle bir saldırı yoktu. Erdoğan, muhabirlere kadar inen bir baskı kuruyor. Muhabirlerin isimlerini verip meydanlarda hedef gösteriyor. Sansür, baskının ötesine geçti. Gazetecilik hiç bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. Çok fazla tetikçi gazeteci var. Aslında bunlar gazete ve gazeteci değil, operasyonel aygıt ve uygulayıcıları.
Bu dönemin gazetecileri çok da şansız. AKP döneminde mesleğe başlayanlar nasıl yapılır bilmiyor. Soru sorulmuyor, arka plan araştırılmıyor kazara soru sorulduysa hemen yönetimi tarafından cezalandırılıyor.
Gül: AKP öncesi medyanın güllük gülistanlık olmadığına ben de katılırım. 90’larda Kürt meselesini yazmadığınız ölçüde “özgürdün”. Ana akım medyada askeri vesayet kavgası vardı. İktidarlar tam anlamıyla egemen olamıyorlardı. İstanbul sermayesi, askerler, partiler arasında nüanslar vardı ve buralara yaslanırlardı.
Bu dönemin temel özelliği önceki dönemde iktidarın kurduğu dolaylı ilişkiler artık açık hatta nispet yapar şekilde kuruluyor. Sedat’ın söylediği gibi artık gazetelerin sahipleri.
En çok 12 Eylül’le kıyaslanıyor bu dönem. Ama o tarihte bile merkez medyadan gazeteci tutuklaması neredeyse yok. Açık faşizm döneminde bile yok. Benzerlik kurulacaksa 1959-60 arasında Ankara Hilton dönemine benzetilebilir.
Bozkurt: Bu baskı yöntemi sağ siyaset beli bir yol aldıktan sonra uyguladığı bir yöntem haline geldi. 50’lerin sonunda DP, 80’lerin sonunda ANAP, şimdi de AKP.
Gül: Bu dönemde mesleki etik, ahlak, mesleğin evrensel kuralları hiçbiri yok. Bunu yazacaksın, yazmıyorsan gazetecilik yaptırmam, noktasına gelindi.
Bozkurt: Daha önceki dönemlerde baskının nereden ve kime geleceğini bilebilirdin. Şimdi bilmen mümkün değil. Merkez medyadakiler bile bilmiyor.
Tılıç: Türkiye’de medyanın yapısal bir problemi var. İktidarlar bir çeşit rıza üremek için her dönem medyayı kullanmaya çalışır. Tabii burada alternatif bir medyadan söz etmiyoruz. Dolayısıyla her zaman medya Türkiye’de sisteme rıza üretmek için var oldu. Ama AKP döneminde farklılığı görüyoruz. Bugün medyada yaşanan gelişmelerin pek çok emaresi başka alanlarda çok daha önceden yaşanmaya başlamıştı. AKP öncesi farklı duyarlılıkları aktarabilen yayıncılık şansı vardı. Çünkü o zaman Türkiye’de bir devlet aygıtı ve onun partileri vardı. Devlet ve partileri, düzen ve partileri olan bir sistemde onların arasındaki nüanstan kaynaklı farklı şeyler yazabilirdiniz. Başlangıcından bugüne aslında düzen ve partileri olan rejimden bir parti ve onun devletine dönüştü. Bu dönüşüm adım adım gerçekleşti. Adım adım güçlendikçe demokratik görüntüye ihtiyaç duymamaya başladı. Darbe girişimini bile Allah’ın lütfu olarak niteleyebilecek duruma geldi. Çünkü artık partinin devletine geçişteki son engel de kalkmaya başladı. Bir parti devletinde ana akım ya da değil o partinin çizgisinde yayıncılık yapma zorunluluk haline gelir. Karşı karşıya olduğumuz manzara bu.
Karanlık bir tablo çizdiniz. Çözüme dair neler söylenebilir?
Tılıç: Gidişat hiç de iyi değil. Bunu değiştirecek muhalefet dinamiği yok. Ana muhalefet partisinin itirazları var ama onlar eylemli muhalefet çizgisine dönüşmedikçe gidişattan rahatsız olan toplumun önemli bir kısmını cezbetmekten çok uzak. Geçekten bu yaşananlardan rahatsız geniş bir kitle var. Bu topluluk kendi arasında konuşuyor, rahatsızlıklarını ifade ediyor. Ben bu durumu bir yazımda Necmi Erdoğan’dan ödünç bir kavramla ‘’içe göçme” olarak yazdım. Öfke birikiyor. Dışa da patlayabilir. Ama öfke birikimi kendi dışındakilere değil içe göçerek kendine zarar veren bir hal aldı. Her yerde öfkeli insanlar var. Ama eylemli muhalefet ortaya çizgisi çıkıp onları yanına çekemediği için de parti devleti olmaya giden süreç medyayı da esir alıyor.
Gazetede “OHAL ne hal” diye bir yazı yazdım. Birisi yazının altına mesaj yazdı. Mesajında “hepiniz sustuğunuzda OHAL bitecek”. Evet tam da yapılmak istenen budur. ‘’Ne yapılmalı’’ya dair de fikrimi söyleyeyim. Ortak ve eylemli bir muhalefetin örgütlenebilmesi lazım. Yapamazsak korkarım yazıma mesaj yollayan vatandaşın öngörüsü gerçekleşecek.
Bozkurt: Devleti de ele geçirmiş bir siyasi yapı var. Araç olarak da kullandığı bir din var ve elinde de devlet aygıtı. Devlet aygıtı dediğiniz müthiş bir ekonomik büyüklük aynı zamanda. Borçların vadesini uzatıyorlar. Kendilerinint olmayan parayı harcatıp borçlandırarak insanları rehin alıyor, sonra da siyasal islamcı ve milliyetçi söylemle illüzyona uğratıyor. Medya da tam burada devreye giriyor. Sabah’ta bir yazar ‘’İki üç CHP milletvekili Gülen’i ziyaret etti’’ diye yazdı. Kıyamet koptu. Sonra 12 AKP’li vekilin fotoğrafı çıktı. Kıyamet kopmadı. ‘’OHAL hepiniz bitince bitecek” diyen akıl kategorik olarak AKP’yi ne kadar temsil ediyor bilmiyorum. Ama hakim güç onlar.
Toplumda daha az izlendiği ya da okunduğu kabul gören muhalif medyaya ciddi bir saldırı var. Yukarıda anlatılanlar ışığında bu durumu nasıl değerlendireceğiz?
Gül: Evet, büyük medya güçleri var. Direkt kendisinin olmayan medyayı da etkisi altına aldı. Ama AKP’nin medyası okunmuyor. Daha az satış gözükse de muhalif gazeteler çok daha etkili. Hem ülke içinde hem de dışında. Bu nedenle tahammül edemiyorlar.
Tılıç: Şimdiye kadar son derece karanlık bir yol çizdik. Ama işin bir başka boyutu var gibi geliyor. Bu kadar tahammülsüzlüğün altında yatan şey aynı zamanda bir tür çelişki gibi olarak gözükse de “güçsüzlük”. AKP gücünü en konsolide ettiği, en güçlü gibi göründüğü yerde pek çok iç ve dış nedenle en güçsüz olduğu da bir dönemi yaşıyor. Saldırganlaşmasının nedeni o. Artık ancak korkuyla yönetilebilir hale gelmiş bir parti devleti var. Korku kadar cesaret de bulaşıcıdır. Eğer mum ışığı kadar bir yerde bir muhalefet ışığı çıkar cesaretle bir şeyleri söylerse ve etrafında insanlar toparlanmaya başlarsa pek çok şey elinde toplandığı kadar hızla göçüp gidebilir. Dolayısıyla her türden farklı sese vatandaşın “hepiniz sustuğunda OHAL bitecek” demesinin arkasında yatan bu. O hissederek söylüyor belki ama iktidar odağındaki bir takım insanlar bunu hesap ediyorlar. Bir tek aykırı ses kalsa her taraftan dökülen bir ses sadece korkuyla yöneten bir sistemi göçertebilecek. O yüzden tahammülsüzlük o yüzden bu hoyratlık, bu kabalık, bu saldırganlık ve o yüzden bir korkunun da ifadesi.
Özer: Yaratılmaya çalışılan korku iklimi 12 Eylül’le benzeşenı. İnsanlar her yerde yakınıyor. Homurdanmalar, şikayetler çok fazla. Ama ‘gelin meydana, sesimizi yükseltelim’ denildiğinde eyleme dönüşmüyor. Doğan Abi’nin dediği gibi bir kıvılcım çakılıp Haziran Direnişi’nde olduğu gibi korku duvarları aşıldığında AKP’nin durabileceğini zannetmiyorum.
Bize yönelik baskının nedeni de bu. Hayatın Sesi’ni sadece aynı görüşteki insanlar tarafından izlenmiyordu. Türkiye’de dünyada başka ne oluyor, şurada ne var, diye soru soranlar da izlyor. O yüzden tahammülsüz. KHK ile kapının önüne konulmuş o kadar çok insan var ki kanalların hiç biri bunları göstermiyor. Hayatın Sesi ve diğer televizyonların kapatıldığı günün bir gün öncesinde Avcılar Belediyesi işçileri protesto eylemleri gerçekleştirdi. Hayatın Sesi verdi bu haberi ertesi gün kapatıldı, artık o işçilerin sesi duyurulmayacak.
Tılıç: Memleket Çin Seddi gibi ikiye ayrıldı. İnsanların bir bölümü AKP’nin medyasından besleniyor. Ama diğer tarafta zinhar oraya bakmayan bir kesim var. Bu insanlar kendilerine kahramanlar yaratıyorlar. Hatta ana akım medyadan bir takım insanları takip etmeye başladılar. İsmail Saymaz’ı takip etmeye başladılar. Kahraman haline geldi, sadece onu bekleyerek onu izleyenler var.
Bozkurt: Kulak kabartılan isimler İsmail Küçükkaya, Fatih Portakal, İsmail Saymaz gibi isimler. Bunlar siyasetçi değil, gazeteciler. Gazetecilerin ne diyeceğine kulak veriyor insanlar. Siyaset değil, haberin doğasında ne varsa onu yapıyorlar. Bugün muhalefetin göbeğine koyulması gereken kelimenin adı laikliktir. Bunun üzerine demokrasiyi inşa edeceksin. Kullandığın araç laiklik olması gerekirken bunu koruman gerekirken bile bir araya gelemiyorsun. Burada sorun var.
Çözüm kısmında çok fazla siyaseti işaret ettik. Mesleki açıdan yapılması gerekenler hakkında neler söylenebilir?
Gül: Çözüme yönelik konuşalım ama AKP üzerine birkaç şey daha söylemek lazım. Her otoriter ve faşizan eğilim bugün yapılanları yapar. Darbe de olsa bunları yapacaktı. AKP’nin bunları yapmasında karakteristik bir özellik var. Bugün yüzde 50 ile iktidarlar. Her türlü güç ve para ellerinde. Bir tane çıkan İslamcı dergi yok artık. O teorik fikir dergilerini yazan yok. Her otoriter ve faşizan devlet gibi bunlar da fazla okuma ve yazma istemiyorlar.
28 Şubat için ‘’12 Eylül’den büyük darbedir’’ demeye bile kalkıştılar. Ama o dönemde gazeteler yayındaydı. Tutuklu gazeteci yoktu. AKP karakteristik özellikleri nedeniyle bunları yapıyor.
Tılıç: Siyasete dair söylediğimiz şey aslında basına dair de söylediğimiz şeydir. Gazetecilik diye bir meslek var ise bu mesleği namusu ile yapan insanların bir arada olması lazım. Bunun da uluslararası bir dayanışma ile pekiştirilmesi lazım. Çünkü, belki başka alanlarda dış müdahaleler ters tepiyor ama gazetecilik bir meslek ve hekimlik gibi onun da doğruları var. Bu doğrular üzerinden mutlaka bir araya gelmemiz ve saldırıların karşısında durabilmemiz lazım. Bunu yaparsak her sorunu çözeriz diyemiyorum ama böyle yapmadığımız da kaybedeceğimiz kesin.
Özer: Erdem ile Can Dündar’ın bırakılmasında bir araya gelmenin çok etkili olduğunu düşünüyorum. Daha önce Ahmet Şık ve Nedim Şener’de de öyle oldu. İktidar belki bu derecesini beklemiyordu. Çok yoğun tepkiler yükseldi. Hatta kendi içlerinde bile. Kapatılan TV ve radyolar için çünkü çok yoğun tepkiler yükseldi. Numan Kurtulmuş ‘’Değerlendireceğiz’’ dedi. Bu derecesini beklemiyorlardı. Yeterli değil ama bu etkilerin artmasının daha da zorlayacağını düşünüyorum.
Gül: Burada şöyle bir tehlike de var. ‘’Ben kapattım, ben düzeltiyorum’’ diyor. ‘’Yapamazsın’’ dememiz gerekiyor. Kaybettirip bulduruyor ama aynı şeyi buldurmuyor.
Bozkurt: İlkesel bir tutum almak lazım. Altanlar diyoruz, kızdığımız insanları ayırıyoruz. Gazeteciler şunu yapmıştır bunu yapmıştır, gazeteci olanların hiçbirinin tutuklanmaması gerekir. Kimei yapıldığına değil, neye yapıldığına bakmanız lazım. Burada müthiş bir zihin bulanıklığı var.
Tılıç: G9’un açıklamasında da bu vardı. ‘’gazeteciler yargılanamaz’’ demiyoruz. Yargılanamayacak şey gazeteciliktir. herhangi bir suçu gazeteciye isnat ediyorsan, ispatlayabilirsen tutuklayabilirsin. Tutuklamak artık yargılamanın en başındaki iş oldu. Cezanın kendisi haline dönüştü. Böyle bir halde de yargılanan bireyler değil bir mesleğin kendisi oldu. İtiraz edilen de bu. Bir darbe olsaydı olacak olanlar da buydu.
Son olarak Sultan’a Hayatın Sesi’nin karatılması sonrasında gelen tepkileri sormak istiyorum.
Özer: Ankara’dan örnek vereyim. Ziyaretçiler hiç eksik olmadı. Meslektaşlarımız geldi, ziyaretçiler geldi. BirGün tüm büro olarak geldi. Meslek odaları, sendikalar yönetimler halinde geldiler ve sadece bizim yanımızda olduklarını söylemediler, ‘’Ne yapabiliriz’’i de sordular. Bu bizim için umut vericiydi.