Mesela herhangi bir ayın 3’ünde, gene burada yakalasam seni?” diyorum. Ve sanırım başım dönüyor. Ayaklarım kayıyor

Her an patlayabiliriz, özür dilerim

> ANIL NİŞANCALI @anilnisancali

“Ee ne diyorsun?” diyorum. “Hayır” diyor. Harry Potter’la oraletine tavlaya oturmuş gibiyim ve aklım gerçekten çok karışık. Yüzümde yaz kokusuna bandırılmış bir sabah esintisi, elimde karbonattan kör olmuş bir çay, etrafımda bir ton sigara dumanı. Hava, az evvel patlayan bir bombanın cinayetinin izine simsiyah bir yol yapmış, bize mesaj veriyor. Gökyüzü bile kaçın diyor, saniyeler bile havaya uçacak. Kulağımın çatında boktan boktan seslerin anlatmaya çalıştığı, alt yapısı araklanmış şarkılar var. O güzel müzisyenler, o güzel enstrumanlarına bindiler ve gittiler galiba. Nerede olduğumu anladınız sanırım, 9:15 vapurunun arkasında, üstümde sadece bir ceketle, şıklık uğruna deli gibi rüzgar yiye yiye evlilik teklifimin reddedilişini izliyorum. Böyle durumlarda olaylara daha objektif bakmaya başlıyor insan. İzlediğim boş filmlerin bir sahnesini izler gibiyim, anlatabiliyor muyum? Anlatabiliyorum da, anlayabiliyor muyum orasını bilmiyorum işte. Karşımızda iki tane teyze var, ciğere girmesiyle beyne değmesi arasında mili saniyeler olan ince sigaralarını tüketiyorlar. Onların aslında sigara değil, sigara rolünde çok başarılı bir oyuncu olduğunu düşünüyorum. “Sen beni aldattın” diyor. Aldatmadım bence. “Sadece bir mesajdı ama” diyorum. “Ben ondan bahsetmiyorum” diyor. Neyden bahsediyor? İyi giden bir ilişkimiz yoktu, ama cümlenin yanlış yerine odaklanıyoruz. Bizim bir ilişkimiz vardı. Bir etkileşim yaşıyorduk yani. Bize birbirimizi hatırlatan koltuklar, saçma sapan yollar ve kedi götleri vardı. “Sen bana yalan söyledin, ben de aldandım” diyor. Ha öyle aldatmak. Ne demek ha öyle aldatmak lan salak herif? Yalan söylemek daha mı masum bir şey? “Faturaları sordum, ödedim dedin. Eve kaçta geleceksin dedim, geleceğim dedin” diyor. Koca deniz, iyotlarından arınıp, karşıma oturup, burnumdan girip aklımı terbiye ediyor. Vapurun karşısındaki bir liman daha patlıyor. Henüz gözümüze yayın yasağı gelmedi, gördüğümüz kadarını biliyoruz ve medya penguenlerin kutuplardaki varoluşunu göstermeye devam ediyor. Suçlu onlar herhalde, çünkü bizi öldürmek isteyen o kadar fazla topluluk var ki, penguenler de bunlardan biri olabilir. Biz kim miyiz? İnsanlar. Vay şerefsiz penguenler! Patlamalara o kadar alıştık ki, şuan benim karşısında olmam, onun, O’nun daha çok moralini bozuyor. O. Ne güzel bir harf değil mi? Durumumu özetlemem gerekirse, hiç de bir Foo Fighters şarkısı gibi değil, Azer Bülbül efkarında, Kadıköy üzerinden Beşiktaş yolunda, hayat ayazında barut tepesi bir hüzne gark.


“Attığın adımda izim var” diyorum. Hah ağzıma arabeskçi halayıyla gele gele sıçsınlar, ne dedim şimdi? “Ben sana yalan söylemek istedim. Sadece neye inandığımı bilmiyordum” dedim. “Beni kimse sevmedi değil, sevdiler de, ben ilk defa o sorumluluğu almak istedim” diyorum. “İnsan, bir şeyi ne kadar çok isterse, o şeyden azıcık bile bulduğunda kontrolünü yitiriyor işte” diyorum. Ben ne bok yediysem onu çok sevdiğimden yedim. Faturaları ödemedim, onunla içki içmek istedim mesela. Herkes havaya uçarken sadece son bir bira içmek istedim. O içmedi, bunu anlamadım. Bencillik hayattan üstün müdür? Oyun isteği gibi düşünün. Biriyle berabersiniz, ona bir oyun isteği gönderiyorsunuz. Muallak en güzel çukurken, o onu reddediyor ve ayrılıyorsunuz. Etki ve tepkiyi unutan bencil piçleriz biz, biliyorsunuz değil mi? Şimdi karşıma bakıyorum da, O benden ayrılmakla sonuna kadar haklı. Ben içi su dolu bir bardağı eğdikçe eğdim, o sadece bardağa bir kez dokundu ve içindeki her şey döküldü. Sonra otur ağla babam ağla, beni nasıl terk eder, ben ona layık değil miyim, vah çok kötüyüm. Asla özür dileme ama. Bak ben sana yalan söyledim, bak ben sana en büyük kötülüğü yaptım. Sevdiğin bir adamdan ayrılmana sebep oldum. Bir de bu açıdan baksanıza? Ayağa kalkıp, bir Nirvana şarkısının en güzel yerindeymişiz gibi ellerinden tutuyorum. Gözlerine değil, aklının içine bakıp havayı dürtercesine ağzımı açıyorum. “Özür dilerim” diyorum. “Özür dilemekten bile özür dilerim. Sevdiğin her şeyi piç ettiğim için özür dilerim. Bana rağmen benle birlikteyken, kendine rağmen bana katlandığın için özür dilerim. Beni sevmene sebep olduğum için özür dilerim. Bu ayrılığı yaşadığın için özür dilerim. Bir gün, başka bir gezegende ha? Mesela herhangi bir ayın 3’ünde, gene burada yakalasam seni?” diyorum. Ve sanırım başım dönüyor. Ayaklarım kayıyor. İçki içmedim ki, ona kokmayayım diye. Sevmez. Bu ateşler hangi Ork’un meşalesinden çıkıyor ki? Ha anladım. Vapur havaya uçuyor. Oha, vapur havaya uçuyor. Önce korkan insanlar çil yavrusu gibi etrafa koşuyor, sonra millet ölümü kabullenip, bir tramvaydan dünyaya geliyor gibi değilde, düşüyormuş gibi göğe bakıyorlar. Yaşlı bir kadın, pardon kadın dedim, yaşlı bir teyze karşımda oturmuş bana bakıyor. Yüzünün yarısı yanıyor. Ona gülmek istiyorum, gülemiyorum.