Oscar Wilde anlatıyor.

Vaktiyle bir balıkçı vardı. Günlerce denizde kalır, döndüğü zaman mahalle halkını etrafına toplar, onlara avlanırken başından geçen acaip şeyleri anlatırdı. Dinleyenlerin heyecandan nefesleri kesilir, peri padişahı ile başlayan, deniz kızları ile devam eden hikayenin bir tek kelimesini kaçırmamak için balıkçıya daha çok sokulurlardı. Balıkçı o kadar güzel anlatırdı ki herkes onun peri kızları, deniz kızları ile senli benli olduğuna inanır, her sefer dönüşü, heyecanla sorarlardı:

Bugün hangi peri kızı ile beraberdin? Bugün gene neler gördün?

Günlerden bir gün balıkçı denize açıldı, denizin orta yerinde bir ada, adanın kıyısında da adıyla sanıyla peri kızları ile deniz kızlarının oynaştıklarını görmez mi? Mahalleye döndüğü zaman balıkçının suratı bir karıştı!.. Ağzını bıçaklar açmaz olmuştu, gene etrafını sardılar:

Hadi anlatsana!.. Bugün neler gördün?..

Balıkçı yorgun, perişan, mahzundu. Neredeyse ağlayacaktı:

Hiç, dedi. Hiç!.. Bugün bir şey görmedim!

"Edebiyatçı gördüklerini değil, görmediklerini anlatan adamdır. Gözle görüleni, elle tutulanı ebem de anlatır. Marifet adabı, erkânı ile uydurmak, yakıştırmaktır," diyor Bedri Rahmi Eyüboğlu. Gerçeği daha iyi belirtmek için icada gerek var. Tasarlama gücü gerçeği bulandırmak için değil, tam aksine dupduru kılmak için işlemeli.

Tasarım gücü görünmezi görünür kılmakla da ilgilidir biraz ve o yüzden de yaklaşık iki yıldır çevremdeki sanatçı arkadaşlarımın yaratım sürecinde oldukları eserlerinin taslaklarını, eskizlerini, tınılarını, topluyorum.

“Asla umudunu kaybetme, sevgili kalbim, mucizeler görünmezin içinde yaşar,” diyor, Mevlânâ.

Bir cümlenin, bir çamurun, bir tınının doğuş hali görünmezin, bilinmeyenin içinden, bir yaratıcının hayal gücünden ve içgüdülerinden çıkıp yazıya, bir forma, müziğe dönüştüğünde artık kamuya ait olduğu için, geçişin o gizemli anları sanatçının büyük emek vererek yarattığı ilk hallerinden başka nerede dinlenebilir ya da incelenebilir. Bir sanatçıyı sadece bitirdiği eserini okuyarak yeterince tanımak yetmez, mükemmelliğe giden oluşumlarını da incelemek keyifli ve yararlıdır diye düşünüyorum.
Cemal Süreya'nın, Gogol'ün, Çehov'un düzeltmeler yaptığı, hemen her cümlesinin karalanmış kelimelerini, her satırını değiştirdiği, boş alanları çiziktirdiği, işaretler ve kelimelerle doldurduğu sayfaları tek tek incelediğinizi düşünsenize. Belki de bana ait bir meraktır bu, bilemiyorum.

Fotoğrafta karanlık odada olan ne ise, sanatın her dalında bir süreç işler. Tiyatroda bir eserin sahneye konması için de.
Brecht'in epik anlatım dilinde; “Mesel," der, "oyuncular, dekoratörler, maskçılar, kostümcüler, müzikçiler ve koreograflar dahil tiyatronun tümü tarafından anlatılacak, açığa çıkarılacak ve sergilenecektir.” Ekibin tümünün daha baştan masa başında bir araya gelerek metindeki olaylara, karakter veya tiplere, bunların birbirleriyle ilişkilerine yönelik ortaya atacakları sorular, yanıtlar ve tartışmalar; süreçlerin ardındaki ilişkileri, görünenin arkasındaki görünmeyeni ortaya çıkarır. Görünenin ardındakini bulma süreci de böyle bir süreçtir. Sorgulama ve soruşturma süreçleri olmazsa olmazdır.

Hani fidana sormuşlar: Niçin büyürsün? Tohum itiyor demiş. Tohuma sormuşlar: Niçin itersin? Toprak rahat bırakmıyor ki demiş. Toprağa sormuşlar; sebebini toprak olduğun zaman kulağına söylerim demiş, misali...

Oscar Wilde'ın balıkçısının hayal gücünü değerlendirme çabasına girersek yazarının hayal gücüne bir yolculuk yaparız. Mina Urgan'ın, Wilde ile ilgili bir yorumu var: “Oscar Wilde, hem toplumun benimsediği geleneklere uyar, hem de topluma başkaldırır; hem putlara tapanları, hem Hıristiyanları yüceltir; hem bireyciliği, hem de sosyalizmi savunur; hem soytarılıklar yapan bir playboy’dur, hem de yetenekli bir yazardır; hem eşcinseldir, hem de onu sapık olmakla suçlayan Queensberry Markisi’ne karşı hakaret davası açar. Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson’a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.”

Yazar ya da sanat üreticisi böyle olmalı demek değildir sözüm, her kim ki elinden dili ve hayal gücü alınır, o kişi önce isyankâr olmalıdır. Ben yazımda, bir sanatçıyı tanımanın yöntemlerinden yalnızca birini anlatmaya çalıştım.