Duayen gazeteci Abdi İpekçi’nin silahlı saldırı sonucu katledilmesinin bugün 42’nci yılı. Ancak tıpkı Uğur Mumcu’nun katledilmesi gibi İpekçi cinayetinin arkasındaki güçler de karanlıkta. 41 yıl önce babası Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’i suikast sonucu kaybeden Deniz Tütengil Mazlum, aydın cinayetlerine dair BirGün’e yazdı...

Her nedense...

Deniz Tütengil Mazlum

7 Aralık 1979 sabahı İstanbul İçlevent otobüs durağı yakınında bir cinayet işlendi. Öldürülen kişi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü’nün başkanı Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’di. Öldürülen kişi, benim babamdı.

Resmî kayıtlara göre, kimliği meçhul dört şahıs ateş açtıktan sonra, olay yerinde “Ne Amerika, Ne Rusya, Herşey Bağımsız Demokratik Türkiye İçin. Savaşımız Sürecektir. Anti-Terör Birliği” yazılı bir kağıt bırakarak, çalıntı bir araçla kaçmıştı. Araç sahibinin ve olay tanıklarının ifadelerini alan polis, birçok şüpheliye ulaştı ancak yüzleştirmeler sonunda, faillerin kesin olarak tespit edilemediği bildirildi.

“Sağ kesim ile ilgili yapılan operasyonlarda” yakalanan Yılma Durak’ın 30 Ekim 1980’de verdiği ifade, olayı netleştirir nitelikteydi. Durak, Ülkücü Gençlik Derneği Ocak Başkanı Recep Öztürk’ün, babamın öldürülmesinden bir gün önce kendisine üniversiteden bir hocanın öldürülmesini planladığını söylediğini, kendisinin de bunu onayladığını belirtiyor, daha sonra da Recep Öztürk’le yaptığı konuşmada, babamın “onlar tarafından” öldürüldüğünü öğrendiğini ekliyordu.


Cinayetin işlenmesinden yaklaşık üç yıl sonra, İstanbul Emniyet ve Merkez Komutanlığı I. Şube Müdürü Tayyar Sever imzalı yazıda, Yılma Durak’ın beyanı üzerine, “Tütengil’in faili olduğu anlaşılan Recep Öztürk, daha önce birçok öldürme ve yaralama suçlarından ötürü Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edilmiş, ancak her nedense tahliye edilmiştir. Tahliyesini müteakip yurt dışına kaçtığı için, gerek Tütengil, gerekse yeni belirlenmiş olaylardan ötürü sorgusu yapılamamıştır...Yılma Durak ise, ...Sıkıyönetim Komutanlığına sevk edilmiştir.” deniliyordu. Aynı soruşturma kapsamında adı geçen başka kişiler de vardı.

Bunların da, cezalandırılmak şöyle dursun, izleyen yıllarda “her nedense” milletvekili, hatta bakan olarak görev yaptıklarını görmek, öfke ve acımızı daha da derinleştirdi.

FAİLİ MEÇHUL DEĞİL, BİLİNİYOR

Tütengil cinayeti tetikçiler anlamında “fail meçhul” değil. Failler biliniyor, hatta yakalanıyor da, ancak meçhul olan bunların neden hesap vermeden salıverildiği. Nasıl olup da aklandığı ve sonradan kimler, hangi odaklar tarafından ülkenin yönetimine katılan kişiler arasına karıştırılarak saygınlaştırıldığı. Meçhul olan bu katilleri kimlerin azmettirdiği. Soruşturma dosyasının hangi karanlık eller tarafından ortadan kaldırılıp kaybettirildiği.

Bir öğretmenin oğlu olan babam Tütengil, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne asistan olarak girdiği 1953 yılına kadar, ilk görev yeri olan Antalya Lisesi’nden sonra sırasıyla Kepirtepe ve Aksu Köy Enstitüleri ile Diyarbakır Lisesi’nde felsefe öğretmenliği yapmış, öğretmenlik mesleğini çok yücelten ve seven bir kişi. Akademik hayata atılıp İktisat Fakültesi’ni de bitirdikten sonra, 1960 yılında doçent, 1970 yılında profesör olan bir bilim insanı. Binlerce öğrencinin yetişmesine katkıda bulunmuş, sevilen, sayılan bir hoca. Yurtsever, demokrat, sözüne güvenilir, disiplinli ve son derece çalışkan, zamanı kullanma konusunda çok titiz, alabildiğine alçakgönüllü bir insan. Hiçbir çifte standart tanımayan bir insansever, duygulu, duyarlı, çok iyi yürekli, nazik bir kişi, verdiği bir sözü yerine getirmediğine bir kez olsun tanık olmadığım bir baba. Her konuda uygarca tartışıp konuşabileceğiniz, insanı “adam” yerine koymayı bilen, yerinde eleştirileriyle yaşama yön ve anlam katan bir bilge kişi.

Türkiye’nin böyle değerli bir yurttaşını; çok iyi yetişmiş, sevilen ve dürüst nice insanını ortadan kaldırmak kime, ne yarar sağlamıştır? Bu sorunun yanıtını vermeye çalışırken akla ilk gelenler, siyasal cinayetlerin ülkeyi istikrarsızlaştırmak, antidemokratik yönetimlere bahane ve ortam hazırlamak, insanları yılgınlığa sürüklemek için işlendiği. Ancak bunlar da bu karanlık emelleri tümüyle aydınlatmaya ve anlaşılır kılmaya yetmiyor.

HAFİFLEMEYEN BÜYÜK ACI

Babam meslek hayatının daha başlarında küçük bir not defterine şöyle yazmış: “Benden yarına kalacak olan, namusluca yaşanmış bir hayat, çocuklarım ve kitaplarım olabilir. Sorumluluğumu hiçbir zaman unutmamalıyım.” 58 yaşında öldürüldüğünde, geride tertemiz bir hayat, yüzlerce makale ve kitap, ağabeyim Kaya ile bana da kuşkusuz, onun çocukları olmanın onurunu bıraktı. Ama bir de, hafiflemeyen, büyük bir acı.

Adlarını saymakla bitmeyecek nice değerli ve namuslu insan bu ülkede sanki hiç yaşamamış, sanki hiç öldürülmemiş gibi unutulup gidecekse; Türkiye “her nedense” bu karanlık geçmişin üstüne sünger çekmeye, katilleri korumakla kalmayıp yüceltmeye de devam edecekse, bu acının dinmesi mümkün değildir.