Hükümetin yeni bir Kürt stratejisi/ planı/ projesi varmış. Her şeyden önce, bu üçü de tasarımlayanı, uygulayanı ve uygulananı arasında bir hiyerarşiyi ön görür; yani, ya bir egemenlik ilişkisine dayanır ya da yeni bir egemenlik ilişkisi yaratır; bu arada, sosyoloji kelimesini ağzına bile alamayacak bir takım canlılar ‘akademisyen’ ünvanı altında ‘kardeşlik projesi’ diye diye ortalıkta dolaşırlar; tabiî, hiç mi hiç utanmadan ve kardeşliğin ancak eşitler arasında olabileceğini, dolayısıyla egemenlik ilişkileri üzerinden kurulabilecek en son şey olduğunu akıllarına bile getirmeden.

“Güzel şeyler olacak”lı ilk ‘açılım’ günlerinde, bir canlı yayında söylemiştim, özellikle de umutlanır gibi olan Kürtlere hitaben: Bunlar sonuçta ‘Komünizmle Mücadele Derneği’ yetiştirmeleri, 6. Filo’yu protesto eden yurtsever gençleri  Taksim’de odunla döve döve  -tabiî, devlet gözetiminde/desteğiyle-  öldürenlerin soyundan; panayır türü birkaç gösteri, özel kıyakçılıkmış gibi gösterilecek birkaç elma şekeri, kısacası gecekondu işi bir PR kampanyası ve biraz da  -ABD merkezli-  diplomatik destekle bu işi çözebileceklerini sanıyorlar; ama, daha da önemlisi, bu oyunlar tutmazsa “bak, biz o kadar açıldık saçıldık; ama hain bölücülerin niyetleri kötü” deyip SriLanka türü bir vahşete de meşrûluk zemini hazırlama peşindeler.

‘Yeni Strateji’lerini uygularken bunlara tavsiyem  –aslında kendileri benden de önce akıl edip, belki çoktan uygulamaya koymuşlardır-  özel harekat timlerinde mümkün olduğunca çok sayıda Kürt istihdam edip, bunları kayıp verme ihtimali yüksek operasyonlarda en ön saflarda görevlendirmeleridir. Bunlar arasından ne kadar çok şehit verilirse, Kürtlerin PKK’ya düşman olması sağlanıp, ‘terör örgütü’nün uzantısı siyasî kuruluşları bertaraf ederek ‘halkla doğrudan buluşma’ hedeflerine de o kadar kolay ulaşırlar; tabiî, en kısa sürede Meclis’ten geçireceklerini vaad ettikleri ‘şehitliğe teşvik önlemleri’nin de yardımıyla.

‘Piyasa toplumu’ hükümet programındaki hedefler arasında baş yeri tutuyor ve de ‘bedelli teskere’ vasıtasıyla can da artık pazara çıkartıldı ya, şehit sayısındaki artışların ‘bedelli’ye olan talebi ve bedeli tespitte iktidarın pazarlık gücünü, dolayısıyla bu sektörden elde edilecek devlet gelirlerini büyük ölçüde arttıracak olması da, bu hükümetin göz ardı edilemeyecek derecede önemli başarılarından biri olarak kaydedilmek gerekir. Hükümetin bu başarısını da kıskanıp şehitlerin kanı üzerinden istismar etmeye kalkacak münafıklar mutlaka çıkacaktır: Evet, insanî açıdan baktığımızda şehit sayısının artmasını, başta Başbakanımız olmak üzere hiç kimse arzu etmez; ancak ekonomi de nesnel kuralları bulunan, dolayısıyla insanların duygusal zaaflarının hakimiyetine bırakılabilecek en son alandır. Hakeza, işçilerin naylon çadırlarda cayır cayır yanarak ölmesini de hiç kimse istemez; ancak, şu da nesnel bir gerçekliktir ki, onları illaki konforlu barakalarda yaşatacağım gibisinden ideolojik saplantıların hepimizi götüreceği yer, keyfine düşkün Yunanlıların bugün düştüğü durumdan farklı olmayacaktır; yani, topyekûn iflas.

Şakası bir yana, Erdoğan ‘erken Nevruz’u yasaklarken, esas olarak Batı illerini hedefliyordu: Polisi halkın üzerine saldırtsın, onlar da ara sokaklara kaçarken –isteyerek, istemeyerek, çok büyük ihtimalle de sızma ve/veya devşirik ajanların önderliğinde- çevreye zarar versinler ki, gerek yoldan geçenlerin, gerekse mahalle esnaf ve sakinlerinin göstereceği tepkiler üzerinden, bu illere göçmek zorunda bırakılmış olan Kürtler toplumsal bir kuşatma altına alınıp rehine durumuna düşürülebilsin. Taa dört yıl önce İstanbul’da göstericilere pompalı tüfek çeken adamı nasıl savunduğunu, vatandaşın sabrını taşırırsanız o da kendi imkanlarını devreye sokar dediğini hatırlayın: Bu, doğrudan doğruya linçe davet ve de devletin kendi vatandaşına şantaj yapması. Ahlaken kabûl edilebilir değil; ama, kısa vadede bayağı başarılı bir kurnazlık; ancak çok da uğursuz ve habis bir başarı; zira, bir ucu doğrudan doğruya iç savaş.

Ne yeni plan veya strateji, ne de yeni anayasa: Her şey, 30 yıllık ve en ahlâksızcasından bir pisliği temizlemekten, %10 barajını tümüyle kaldırmaktan başlar. İnsanların darbeciler tarafından gasp edilmiş eşit seçme ve seçilme hakkını geri vermeden herhangi başka bir şeyden bahsetmek eğer ahmaklığın değil ise sahtekarlığın en büyüğü, hele bir de darbecileri yargılamaya soyunmak arsızlığın en zırtapozcasıdır; tabiî bu arada, dökülmeye devam edilen kanın baş sorumlusu olma şerefiyle birlikte.