Geçen yılki bir yazıya tekrar baktığımda paragraflarından birisinin devamını yazmanın şart olduğunu hissettim. Israrla ilgili paragrafı Eylül 2011’den bugüne taşıyayım önce.

Israrengiz bir durum. Misafire “çay alır mısınız?” diye soran ev sahibine “teşekkür ederim, almayayım” diyene ne yapılır? “Peki, siz bilirsiniz” deyip geçmek varken, “Allah aşkına, ölümü öp, n’olursun” (ve sonsuz bir dağarcıktaki diğer laflar) diyerek yalvar yakar ısrar etmek niye? Siz böyle düşünürken, ısrar edilen kişi (ki siz onun için üzülmektesiniz), “peki, alayım” der. Yarım ağızla teklif edilen çaylar, pastalar ev sahibinin bize biçtiği değeri yansıtır. Israr etmesini beklediğimiz arkadaşlarımızın niyetlerinin ve tekliflerinin sahiciliğinden emin olmanın bir yolu tekrar tekrar, yılmadan her şeye rağmen bize vermek istediklerini sahiden vermeye çalışmalarıdır. Israr, sahiciliğin ve içtenliğin bir ölçütü sayılır. Bir kere söylemek yetmez, iki kere söylemeniz, verdiğinizi almaz ise mahvolacağınızı belirtmeniz gerekir. Çocuklar annelerinin kendilerine sahiden ilgi gösterdiğinden emin olmak ister, onun sınırlarını zorlar, bir tür testten geçirirler. Sevgililerin “bakalım ne yapacak” sınavlarına benzer bu sahicilik testi yerine geçen ısrar krizleri ev sahiplerinin misafir nezdindeki reytinglerini belirler. Israr edilmediğinde, çay tepsisi önümüzden şöyle bir geçirilip gittiğinde, kendi gözümüzdeki değerimiz buharlaşmaya başlar.

Şimdi devam edelim. Sitem ısrarın ayrılmaz bir devamıdır. Sitemin bir dostluk işareti olduğunu düşünenler, tersinin umursamazlık veya önemsemezlik olarak görülebileceğini söylerler. Sitem, yapılmamış, ya da eskiden beri yapılıp da artık yapılmayanlara bir özlem, keşke her şey eskisi gibi olsa derken hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek söylenen sözleri de içerir. Öfke, kızgınlık, kaybolup gidenin, gitmiş ve geri gelse bile eskisi gibi olmayacak olanın arkasından duyulan üzüntünün yansıması olur. Sitem edenlerin sinirlerimizi germesi, sitem edenlerden uzak durmaya, telefonla hatırlarını bile sormaktan kaçınmaya itilmemiz, biraz da bu ölümcül çağrışımda yatıyor.

Mekanlar bozulur. Biz temiz kalırız. Müdavimi olduğumuz ya da bir zamanlar sevip artık nedense ilgimizi çekmeyen, gitmek istemediğimiz bir yer için ‘bozuldu’ dediğimizde ne çok şey söylemiş oluyoruz. O yer ile ilgili ideal bir durumun olduğu, bunu bizim bildiğimiz ve onaylamış olduğumuz anlamı çıkıyor önce. Saf ve temiz, bozulmamış bir durum vardı (biz sevdiğimizde), ama artık bizim değil başkalarının seveceği özelliklerde (demek ki bozuldu). Peki, bu yeni durum başkaları tarafından ‘eskiden pek berbattı, şimdi düzeldi’ diye yorumlanıyorsa… Ya mekan (aslında, nesnel bir ölçüt var ise ona göre) aynı kaldı, biz değiştiysek. Mekan sahipleri bizim için ‘bunlar da artık pek bozuldular, eski içtenlikleri kalmadı,’ diyorsa. Değişebilirliğimizi görmemek, hep aynı kaldığımızı sanmak insani bir zihin özelliği.

‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’ nefis dizesini dikkatlice ve işin tadını kaçırırcasına yorumladığımızda: a. büyüdük ve kirlettik mi, b. biz büyüdüğümüzde temiz kaldığımızı düşünüyoruz, ama dünyanın kirliliğini artık fark ediyoruz, c. tam büyüdük tadını çıkartacağız ama dünya kirlendi mi?

Okudum (Lizbon’a Gece Treni, P. Mercier, çev:  İ. Özdemir): Romanın ana karakterlerinden Gregorius bir önceki paragraftaki sorulara bir bakış açısı getiriyor: ‘bir insanın artık kendi gibi olmadığından yakınanlar başkalarıdır. Belki de aslında şöyle demek gerekirdi: artık olmasını arzuladığımız gibi değil o.’

Kitabın bir başka karakteri Amadeu Prado ise ‘Hayatın eksik olarak bir gövde olarak kalacağı korkusu; insanın artık olmayı hedeflediği kişi olamayacağının bilincine varması’nı (Tanpınar’ın ‘talihinin şuuruna varmıştı’sı gibi) ölüm korkusunun tanımı olarak önerir. ‘Bozuldu’ dediğimiz şeyin (lokanta, dükkan, otel, yazar, arkadaş, kent, dünya) bizim istediğimiz gibi bir ara olmuş olduğunu düşünmek ise, o ‘şey’in şimdiki haliyle ölmüş sayılabileceğini de düşündürür. Korkulanın gerçekleşmiş olduğunu saptayan ‘bozuldu’ ifadesi ile bozulacağı korkusunu da ortadan kaldırırız. ‘Bozuldu’ dediğimizde ciddi bir sitem yaptığımızın da farkındasınız, değil mi? vesayetçilik diye anılan politik yaklaşımın doğruyu bilen, bizi doğru ve iyiyi yapmaya yönelten yanının bu sitem ve ısrar kültürüyle ilişkisine gireyim diye düşündüysem de, biraz daha çalışıp (sizlerden de yardım alıp) yapmanın daha doğru olduğu kararını verdim. Görüşlerinizi merak ederim.

Seyrettim (tekrar). Doktorlar konuşmayı bilir, dinlemeyi öğrenirlerse daha iyi doktor olurlar. (Nanni Moretti, yönetip oynadığı Sevgili Günlük (Caro Diario) filminde her hastaya aynı reçeteyi yazdığımızdan şikayet ederken).

(Lizbon’a Gece Treni’nden bir başka tıp yorumu):‘… (başdönmesi için) nörologa gittim; muayenehanesinden ayrılırken şöyle düşünüyordum: taş devri. beyinle ilgili bilgilerimiz taş devrinden kalma (…). Şunu hissettim: Neyi aramaları gerektiğini bile bilmiyorlardı’.

Twitter. twittercılığın sırrı diye bir şey var ise o da akıl sınırlarını zorlayan yorumlara hemen bir cevap yetiştirmemeyi öğrenmekten geçse gerek.