Kamusal eğitime yapılan yatırımların her geçen gün azalması, hatta bu yatırımların devletin sırtında bir yük olarak görülmeye başlanması; okul, derslik ve öğretmen ihtiyacı sürekli artarken bunlara ayrılan bütçenin kesintiye uğramasına neden oldu. Bunun sonucunda bazı okul türlerinde kırk kişiyi aşan sınıf mevcutları ve ikili eğitim uygulamaları olağan hale geldi.

Her şey sermaye için

Nejla Doğan

Okulların 21 Eylül’e kadar uzaktan eğitim yapmasına, sonrasında ise seyreltilmiş yüz yüze eğitime geçilmesine karar verildi. Oysa birkaç gün öncesine kadar bizzat Eğitim Bakanı tarafından hemen her gün yapılan açıklamalarda kamu okullarının 31 Ağustos, özel okulların ise 17 Ağustos itibarıyla yüz yüze eğitime başlayacağı söyleniyordu. Bu ısrarlı ama salgının seyriyle örtüşmeyen tavır, özel okul kayıtlarının devamı ve sektörün çökmemesi için yapılmış bir hamle olarak değerlendirildi ve çokça da eleştirildi.

Zaten yaz boyunca resmi kaynaklardan açıklanan vaka sayısı ve salgının yayılım hızına ilişkin veriler bile MEB’in bu ısrarlı söylemini çürütüyor, güvenilmez hale getiriyordu. Üstelik henüz birinci dalgayı atlatamamışken sonbaharın çok daha zorlu geçeceği biliniyor; yüz yüze eğitime başlayan diğer ülkelerdeki vaka artış rakamları da basına yansıyordu. Dolayısıyla okullar belirtilen takvimde açılsa dahi, bu yıl yüz yüze eğitimin zaman zaman kesintiye uğrayabileceği ve uzaktan eğitim uygulamalarının öncelikli hale geleceği tahmin ediliyordu.

Ancak buna rağmen MEB, ne okulların açılması ne de uzaktan eğitime geçilmesi seçenekleriyle ilgili somut bir çerçeve program açıklamadı, bir planlama varsa bile kamuoyuyla paylaşmadı. Dolayısıyla eğitim yılının başlaması bu kadar yaklaşmışken, her iki seçeneğin uygulanışıyla ilgili belirsizlikler de her geçen gün artıyor. Örneğin iki hafta sonra başlayacak olan uzaktan eğitimin uygulama planına, içeriğine ve en önemlisi bu eğitime ulaşamayan öğrenciler için ne tür önlemler alındığına dair bilgimiz olmadığı gibi, 21 Eylül’de başlaması planlanan yüz yüze eğitim için de öğrencileri nasıl bir okulun beklediği, eğitim-öğretim süreçlerinin nasıl planlandığı, salgına karşı ne tür önlemlerin alındığı konusunda da bilgi sahibi değiliz.

Oysa 2019 sonu itibarıyla haberdar olduğumuz, mart ayından beri de içinde yaşadığımız salgın koşullarında, eğitimin nasıl yürütülebileceğine ilişkin bir deneyimin biriktirilmiş olması ve sürecin ciddiyetle yönetilmesi gerekirdi. Ancak uygulanacak eğitim takviminin bile, bilim kurulu toplantısından bir gün önce bir köşe yazarı tarafından açıklanmış olması, süreç yönetimindeki ciddiyetsizliğin hangi boyutta olduğunu bir kez daha gösterdi. Eğitim gibi milyonlarca öğrenciyi, veliyi, eğitim emekçisini ve dolayısıyla toplumun çok büyük bir kesimini ilgilendiren kararların bilim kurulundan bağımsız bir biçimde alındığı kanaati böylece daha da güçlenmiş oldu.

Toplumda oluşan bu güvensizliğe, vaka sayılarındaki artış da eklenince uzaktan eğitim talebi bir zorunluluk olarak öne çıktı. Her ne kadar öğrenciler, veliler ve eğitim emekçilerinin büyük kısmı yüz yüze eğitimin yararı konusunda hemfikir olsalar da, özellikle çocuklarının sağlığı ile eğitimi arasında kalan aileler, okulların güvenli olamayacağına ilişkin farkındalıkları ve haklı değerlendirmeleri nedeniyle sağlık için eğitimi feda edebilecek noktaya geldiler. Aslında yıllardır uygulanan politikalar nedeniyle bu noktaya adım adım sürüklendiler…

Temel sorun kamucu aklın yitirilmesi

Salgın koşullarında yüz yüze eğitime ilişkin güvensizliğin ilk boyutu şeffaflıktan uzaklık, ciddiyetsizlik, bilim kurulunun işlevsizleştirilmesi vb. faktörler ise diğer boyutu da okulların yapısal sorunlarına dair bilgi ve deneyimlerimizin bize söyledikleridir. Bu yapısal sorunlar, elbette diğer tüm alanlarda olduğu gibi eğitimde de kamucu aklın yitirilmesi, toplumun genel yararı ve çıkarlarının gözetilmesinden vazgeçilmesi, kazanç ve kâr amacının halka hizmet düşüncesinin yerini alması, tüm sistemin sermaye lehine işlemesi vb. neoliberal süreçlerle şekillendi.

Bu bağlamda kamusal eğitime yapılan yatırımların her geçen gün azalması, hatta bu yatırımların devletin sırtında bir yük olarak görülmeye başlanması; okul, derslik ve öğretmen ihtiyacı sürekli artarken, bunlara ayrılan bütçenin kesintiye uğramasına neden oldu. Bunun sonucunda bazı okul türlerinde kırk kişiyi aşan sınıf mevcutları ve ikili eğitim uygulamaları olağan hale geldi. Oysa yeterli dersliğin ve öğretmenin olduğu, sınıf mevcutlarının yirmi kişiyle sınırlandığı bir okullaşmada, salgın yönetimini yapmak ve güvenli koşullarda yüz yüze eğitime geçmek çok daha olanaklı olacaktı.

Diğer yandan köy okullarının ve yatılı bölge okullarının kapatılmasının ve taşımalı eğitime geçilmesinin çok ağır bir sonucu da salgınla birlikte ortaya çıktı. Bu okullar varlığını sürdürebilseydi, büyükşehirler dışındaki birçok yerleşim biriminde yüz yüze eğitime devam edilebilecekti. Bugün taşımalı eğitimin yarattığı riskler nedeniyle, nüfus yoğunluğu düşük bölgelerdeki öğrenciler için bile uzaktan eğitim zorunlu hale geldi. Ancak ne yazık ki uzaktan eğitim araçlarına ulaşmada en çok güçlük yaşayan kesimlerden birini de yine bu öğrenciler oluşturuyor.

Salgınla birlikte daha da önem kazanan bir başka kronik sorun ise; okulların temizliği ve dezenfeksiyonu. MEB yıllardır okullara kadrolu temizlik personeli atamıyor; bu hizmet, taşeron şirketler tarafından ve Okul Aile Birliği bütçeleri ile sürdürülüyor. Bu nedenle de çoğunlukla yeterli personel çalıştırılamıyor. Ayrıca kullanılan temizlik malzemeleri de genel olarak veliler tarafından finanse ediliyor. Okullarda basit bir sabun bile bulunmazken, her gün dezenfekte edileceği ve salgına hazırlıklı hale getirileceği de güvenilir bir vaat olarak görünmüyor. Hatta bu bağlamda veliler açısından yeni bir masraf kaleminin ortaya çıkacağı görülüyor.

Yüz yüze ya da uzaktan: Eşitsizlik derinleşiyor

Kamu okullarına ilişkin bu tablo yüz yüze eğitime duyulan güveni ortadan kaldırırken, kamusal eğitimin çöküşü üzerine inşa edilen özel okul sektörü elbette bu fırsatı da kaçırmıyor; sosyal mesafe, hijyen, 5-6 kişilik sınıflar, teke tek etütler vb. vaatlerle karşımıza çıkıyor. Böylece yıllardır nitelikli eğitim alabilmek için kamu okullarından kaçıp özel okullara giden aileler, bu kez de çocukları ve kendilerinin sağlığı için özel okullara yönelmek zorunda kalıyorlar. Bunu yapamayacak ailelere ise kamusal bir güvence vermek yerine, “Çocuğunu okula gönderip göndermeme seçeneği sunulsun” gibi öneriler dillendiriliyor. Kısacası salgın koşullarında da süreç, ailelerin olanaklarına ve çocuklarının eğitimini maddi olarak destekleyebilme güçlerine göre şekilleniyor.

Mart-haziran dönemindeki deneyimlerimizde gördük ki; yüz yüze eğitim açısından öne çıkan eşitsizlikler, uzaktan eğitim süreçlerinde daha da katlanıyor. Milyonlarca çocuğun yoksulluk, hatta açlık sınırı altında yaşadığı, çalışmak zorunda kaldığı ya da kırsalda yaşadığı; barınma, beslenme ve ısınma gibi temel ihtiyaçlarını dahi yeterli düzeyde karşılayamadığı bir ülkede, tüm öğrencilerin bilgisayarı, interneti, televizyonu varmış gibi planlama yapmak gerçekçi olmadığı gibi eğitime ilişkin yoksunluğu da derinleştiriyor. Nitekim geçen dönem öğrencilerin yarısından fazlasının uzaktan eğitime erişememiş olması bunun en önemli göstergesi. Peki, bugün tekrar zorunlu hale gelen uzaktan eğitimde bu tür yoksunlukların nasıl giderileceğine dair bir planlama var mı? Ne yazık ki bilmiyoruz.

Ancak bildiğimiz bir şey var ki o da; başta sağlık ve eğitim olmak üzere kamucu politikaların yaşamsal ve vazgeçilmez olduğudur. Eğitim de sağlık da temel haklardır ve yurttaşlar bunlardan birisi için diğerinden vazgeçmek zorunda değildir. Belki birkaç yıl daha yaşamlarımızı etkileyeceği öngörülen salgına karşı MEB, yüz yüze, uzaktan ve karma eğitim modellerini acilen kamucu bir yaklaşımla yeniden yapılandırmalı ve bunları kamuoyuyla paylaşmalıdır. Eşit yurttaşlık ilkesi ve çocuk hakları gereğince hiçbir öğrencinin mağdur edilmeyeceği bir eğitim yılı için, ihtiyaç duyan tüm öğrencilerin uzaktan eğitim araçları MEB tarafından sağlanmalı ve eğitimin içeriği bilimsel esaslara göre düzenlenmelidir. Sağlıklı ve sosyal mesafeye uygun yüz yüze eğitime geçiş için ek bütçe oluşturulmalı, derslik, öğretmen ve ek personel açığı bir an önce kapatılmalıdır.