Göz var izan var, Lenin sert adamdı! Lenin’in kişiliği dendiğinde aklıma hep kavga kelimesi gelir

"Her zaman senin, Lenin." Lenin'in doğum gününü kutlamak mı?

FERİT BURAK AYDAR*

İnternette haftalık rutin Lenin kolaçanlarımda, Noel ve yeni yılı yakın zaman önce geride bıraktığımızdan olsa gerek, SSCB dönemine ait “Lenin ve Noel” fotoğraflarına denk geldim. Doğrusu garipsemedim değil. Kişi kültü tahkir edildiğinden falan değil; Lenin bu imaja en uymayacak kişi olduğundan. Sen al koca Lenin’i, Ara Güler’in kütüphanedeki Tayyip’i gibi (danışmanlarca okunan kitap özetleri de değil, bildiğimiz kitaplarla dolu kütüphane!), “ailenizin Lenin’i” haline getir! Elbette resimler, tıpkı Ara Güler’in fotoğrafları gibi, düzmece: Meşum evlad-ı Osmanlı misali, “Lenin yeni yıl kutlamazdı” demeye getirmiyorum; sadece, bunun Lenin’in ölümünden sonra başlayan azizleştirme sürecinin parçası olarak, imal edilmiş bir Lenin olduğunu unutmamak gerek. Hâliyle, benim de aklıma “Lenin bunları görse ne derdi?” sorusu geldi. Lenin’in doğum günü de yaklaşmışken (22 Nisan 1870), spekülasyon yapmaya gerek kalmadan Lenin’in ellinci doğum günü “kutlaması” bir cevap olabilir diye düşündüm.

Göz var izan var, Lenin sert adamdı! Lenin’in kişiliği dendiğinde aklıma hep kavga kelimesi gelir. Lenin çevirilerine yazdığım “Sunuş”ların birinde, bir kelimenin kanına girerek, “Lenin sadece kavga vermezdi, kavga da ederdi” diye yazmıştım: Lenin bir dava uğruna kavgaya atılmıştı ve ölene kadar bu davadan dönmedi; ama aynı zamanda, Lenin resmen kavga ediyordu, kalemiyle dövüyor (yer yer de sövüyor!), sonra olay çıkıyordu. Lenin’in vasiyetinde “partinin gözdesi ve en iyi teorisyenlerinden biri” diye tasvir ettiği Buharin, devrimden birkaç ay önce Lenin’e yazdığı mektupta “Her şey bir tarafa, senden tek bir şey rica ediyorum: Polemiğe falan gireceksen, gözünü seveyim bölünmeye yol açmayacak bir ton tutturmaya özen göster” der, daha ne desin!

Şimdi, Lenin görünüşte sertti, ama perdelerini kaldırdığınızda kalbi bir çocuğunki gibiydi diyemeyeceğim; görmediğim şey hakkında konuşamam. Herkes kadar Lenin de insandı, ama cıvık bir duygusallıktan hazzetmezdi, o kesin. En çok da kişi kültünden nefret ederdi. 50. doğum gününü de bu şekilde “kutlamıştı”.

Partinin Moskova örgütü, Sovyet Devrimi’nin üçüncü yılına denk gelen 23 Nisan 1920’de Lenin onuruna bir kutlama tertipler; Lenin de davete icabet eder. İlk sosyalist devrimin önderi konuşmak için ayağa kalktığında nezaketi elden bırakmadan teşekkür eder. Sonra, “şu yıldönümlerini kutlamanın daha münasip yollarını” mı bulsak demeye kalmadan, bir karikatür üzerinden “şu kutlamalardan tümden kurtulmanın bir yolu da vardır elbette” der. Ama bunlar metinde bir paragraf bile tutmayan formalitelerdir. Lenin hemen sadede gelir.

O ortamda bile Lenin’in aklı siyasi polemiktedir ve lafı yine bir numaralı siyasi muarızı Kautsky’ye getirir. Lenin’in baş düşmanı kapitalistler (ve kapitalizm) olabilir, ama Kautsky tüm dünyadaki sosyalistlerin kanaat önderi olarak I. Dünya Savaşı’nda devrimcilerin ilkelerine ihanetine yol açtığından Lenin için esas hedeftir. 1914’te “o alçak, pis, hâlinden memnun ikiyüzlülüğüyle hayatta Kautsky kadar nefret ettiğim, iğrendiğim birisi yok” dediği Kautsky’yle o günden itibaren her daim polemiktedir ve bu çizgiden ölene kadar dönmemiştir.

Lenin’den doğum gününde halkların kardeşliği üzerine konuşma bekleyen boşa bekler! “Doğum günü çocuğu” herkesin şaşkın bakışları altında, teorik tahlile girişir. Cebinden çıkardığı kâğıtta Kautsky’den upuzun bir alıntı vardır. Yani amacı öyle bağcıyı dövmek falan da değildir, Kautsky’nin hakkını teslim ederek uzun bir değerlendirme yapar. Devrimi korumak için kimlerden uzak durmak gerektiğini anlatır. Ve … son. Doğum günü pastası kesilmiştir, hadi herkese afiyet olsun!

Belki bu kişilik özelliği yüzünden olsa gerek, Lenin çevirilerinde en zorlandığım yer, mikroskobik bir alan olarak, mektupları bitirme tarzı oluyor. Lenin’in meşhur “Vasiyet”ini ele aldığı bir yazısında Troçki şöyle der: “Lenin edebi araçları ve yöntemleri bakımından fevkalade tutumluydu. Yakın mesai arkadaşlarıyla iş yazışmalarını telgraf diliyle hallederdi. Hitap biçimi hep karşısındakinin soyadına ilaveten ‘T’ harfi [Rusça yoldaş: Tovariş]; imzası da ‘Lenin’di. Bu kısa ve öz âdetlerinden ufak bir sapma bile dikkat çekerdi.”

Malum, biz mektupla haberleşen kuşağa yetişemedik, ciddi mektup yazmışlığımız yok. İş başvurularındaki “mektuplar” da yolumuzu aydınlatmıyor, zira onlarda da, özgüveninin içine edilmiş bir(kaç) kuşak olarak ezikliğimizi saklamak adına, kapitalist pazarlama kabilinden “özgüveninizi belli edin, özellikle de giriş ve sonuçlar bu işi istediğinizi gösteren vuruculukta olsun” dışında bir şey öğretilmedi (bu mantıkla, kapanışı “Her zaman senin, Lenin” diye yapmak gerekirdi!). Bildiğim, Lenin’in bu kişisel özelliklerinin aslında pek de hayati olmadığı. Lenin belki de tarih boyunca okunmadan en fazla eleştirilmiş yazardır. Hep merak etmişimdir, Türkiye’de, hattâ dünyada siyaset bilimcilerin kaçı, kaç tane Lenin eseri okumuştur diye; zira hepsi Lenin, Rusya Devrimi ya da sosyalizm hakkında ciddi ciddi ahkâm keser, oysa savundukları fikirler esasen Soğuk Savaş döneminin ders kitabı özetleridir. Neyse ki bu konuda akademik alanda da mitleri parçalayıcı adımlar atılıyor da (mesela Lars T. Lih), bizlerin sesi tümden boğulmuyor. Hâsılı, Lenin’in doğum gününü kutlayacağınıza, açın bir Lenin okuyun, her zaman iyi gelir.

* Boğaziçi Üniversitesi Yayınları editörü, Çevirmen