Dijital platform MUBI’de gösterilen ödüllü film Okul Tıraşı’nın yönetmeni Ferit Karahan, “Herkes bir korku kafesinde yaşıyor! Bu kafes, bazısı için iktidarken bir diğeri için toplum ya da aile olabiliyor” dedi.

Herkes bir korku kafesinde yaşıyor
Okul Tıraşı. (Fotoğraf: MUBI)

Yasemin SEVEN ERANGİN

Ferit Karahan’ın yönettiği Okul Tıraşı, seyircinin beğenisini toplamaya devam ediyor. Berlin Film Festivali’nde FIPRESCI Ödülü alan ve Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü’nü alan “Okul Tıraşı”, MUBI’de gösterimde. Film, şehir dışındaki bir yatılı okulda okuyan Yusuf’un bir anda rahatsızlanan arkadaşı Memo’yu hastaneye götürme talebinin okul yönetimi tarafından zamanında kabul görmemesi ve yoğun kar yağışı sonucu yolların kapanmasıyla birlikte gelişen olayları konu ediniyor. Yönetmen Ferit Karahan ile filmine dair söyleştik.

Her yönetmenin, her yazarın ve sanat disiplini içinde üreten her insanın yaratımında bir parça kendi vardır, Ferit Karahan Okul Tıraşı filminde nerede duruyor?

1993-2000 arası ben de yatılı okul okudum. O zaman bizim köyde ortaokul yoktu ve eğitime devam etmek istersek ya şehre gidip gelerek ya da yatılı okumak zorundaydık. Benim ailemin her gün beni şehre gönderecek parası yoktu ve yatılı okumak zorundaydım. O zaman sınav kazanmanız gerekiyordu. Sınavı kazandığımda, biraz da karate filmlerinin etkisinde kalarak karşılaşacağım okulun daha çok Budist bir tapınağa, öğretmenlerin de kung-fu hocalarına benzeyeceğini düşünüyordum. Sizin de gördüğünüz gibi maalesef okul bir tapınağa benzemiyor. Büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Sonrasında iki ayrı yatılı okulda altı yıl geçirdim. Yatılı okul bildiğim bir alan ve oraya dair bir film yapmak istemem 2009’a dayanıyor. Aradan neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen sadece bir kısım alışkanlıklarımın değil, köklerimi de orada buluyorum; fakat belleğim, bulutsu ve yerçekiminin olmadığı kaygan bir zemini hatırlıyor. Bende derin bir iz bırakan okul travmalarımın üstüne gitmek istiyordum. Bununla yüzleşirken gerçeğe olabildiğince yakın olma ihtiyacı hissediyordum; ama kendi çocukluğumun belgeselini de yapmak istemiyordum. Zaten çok hâkim olduğum bir atmosferin ayrıntılarını, hem meseleyi gerçeğe yakınlaştırmada hem de form olarak belgesel gerçekliğinden uzaklaştırmada kullanabileceğimizi fark ettik.

Ferit Karahan. (Fotoğraf: BirGün)Ferit Karahan. (Fotoğraf: BirGün)

YENİ BİR CEHENNEMİMİZ VAR

Film gösterime girdikten sonra nasıl tepkiler aldınız, genç sinemacıların ülkedeki durumu ne yazık ki iç açıcı değil, eskisi gibi her sinema mezunun koltuk altında bir film senaryosu durmuyor. Hem ekonomik koşullar hem de dijital çağın bunda etkisi büyük. Siz ne düşünüyorsunuz bütün bunlarla ilgili.

Şu an Türkiye’de iki temel sorun var; ekonomik ve ahlaki çöküntü. Bu durum uzun zamandır var. Sadece son 20 yılın ürünü değil. Dikkatli bakıldığında bu iki sorunun birbirine bağlı olduğunu görebiliriz. Herkes bir korku kafesinde yaşıyor! Bu kafes, bazısı için iktidarken bir diğeri için toplum ya da aile olabiliyor. Korkudan kaynaklı yalan ve kendi arzusunu gerçekleştirmek için her yolun mubah olduğunu düşünen ve bütün bunlara sessiz kalan insan sayısı her geçen gün artıyor. Tamamen bir akıl tutulması yaşıyoruz. Yeni bir cehennemimiz var artık. Kötülük o kadar sıradanlaşmış ki artık, kötülüğe dair bir haber dahi okumak banalleşti. Francisco Goya, “Aklın uykusu canavarlar yaratır” der. Tamamen böyle bir atmosferde yaşıyoruz artık maalesef. Köklü bir eğitim ve ahlaki programına ihtiyacımız var ve bu yönüyle aslında bizim filmde anlattığımız duruma tekabül ediyor.

Bahsettiğim olumsuzluklar bağlamında bakmak gerekir. Sadece sinemada değil, bütün disiplinlerdeki gençlerin durumu maalesef böyle. Fakat bizim için de durum farklı değildi. Bir diğer mesele de sosyal medya. Büyük bir sorun bana göre. İnsanlar, bu acayip “gösteri dünyasının” içinde kaybolmuş gibiler. Kendisiyle baş başa kalamayan, hayal kurmayan, kızgınlıklarını, ümitlerini kendi içinde yaşamayan bu “yeni insan” formu çok gelecek vadetmeyecektir. Bu “yeni insan”, nasıl senaryo yazsın? Senaryo yazmak, belli düzeyde bir yoğunlaşmayı, başkasının acısına bakmayı, kendisi dışında insanları tanımayı ve bunu karşılıksız yapmayı gerektirir ki bu insan formundan çok uzak kavramlar.

Filminiz hem yurt dışında hem de yurt içinde ödül aldı, ödüllü bir yönetmen olmanın daha fazla iş yapmakla, seçilen isim olmakla ne kadar ilgisi var.

İtiraz ettiğim ve çok rahatsız olduğum başka bir “söylem” de, bağımsız film yönetmenlerin sözüm ona sıkıcı filmler yapmaları. Okul Tıraşı sıkıcı mı mesela? Ya da yüzlerce iyi bağımsız film var ve onlara bakmaları gerekir. 80 darbesi sonrası üretilen bu “söylem”, yaratılmak istenen “makul vatandaş” için bir tramplen oldu. Genel olarak entelektüeliteden uzak, izleyici pasivize eden, yapış yapış bir melodram ve onun türevleri hâkim estetik halini aldı. Bu kültür savaşlarında, yoz olanın galibiyeti kaçınılmazdır. Sorunuza gelirsek eğer, olumsuz yönde bir ilgisi olduğunu söylemek mümkün. Bağımsız film yönetmenlerinin genelinde kendilerine ait perspektifleri, filmin meselesine nasıl yaklaşacaklarına dair bilinç düzeyleri, kendi sinema dilleri var ve bu durum, birbirlerinin klonu olan, yavan, yaratıcılıktan, insan doğasından ve duygusundan uzak olan filmler ve diziler için tercih edilmemeleri için yeterli bir neden. Bir yapımcının ya da platformun memuru olmak bu tür yönetmenlere göre değil sanırım.