E. Emin Akgün öykü anlatısındaki kalıpları kırarak kendince yeni dil bulmaya çalışmış. Hatta Garipçilerin şiire yaptığını o da öyküye uyarlamak istemiş gibi

Hızlı metro öyküleri

YALÇIN HAFÇI

E. Emin Akgün’ün ‘Hepimizden Korkuyorsun’ adlı kitabı on dört kısa öyküden oluşuyor ama aslında tek bir öykü bu. Rahat, günlük ve yer yer mizahla dalgacılık arasında gidip gelen bir ifade tarzını benimsiyor. Bu yüzden konusuzluğuna rağmen kolay okunuyor. Sanki okul kantininde geyik yapılan bir masada hayatın sıradan olaylarına hayâl gücünü katan muzip bir arkadaşınız, okula gelirken metrobüste başından geçenleri ya da geçenlerde kız arkadaşıyla buluşmasını ve onunla arasındaki dünyalar kadar farkı anlatıyor. Öykülerin tümünde anlatıcıyla karakter bütünleşmiş durumda. Biraz delişmen de olan bu ses hayata dair kinik bir tutumla tespitlerde bulunuyor. Gözlemci yanını, hatta sobeci özelliğini de açığa çıkarıyor bu.

Garip ses

Konuları gibi isimleri de garip öykülerin. Sık sık Borges’in anılması da onun nasıl bir öykünün peşinde olduğuna kanıt sunuyor. Ama çoğunlukla Kasımpaşalı bir Hollywood çocuğu edasıyla konuşup düşünüyor. Buna edebi karakterden çok mizaç diyebiliriz kanımca.

Karışık Kıbrıslı öyküsünde olduğu gibi metnin yazılış sürecine okuru da katıyor Akgün, hatta bir yazarın zihninde öykünün nasıl belirdiğine, toplu taşım araçlarında ya da sıkıldığı derslerde öykülerini nasıl kurguladığına tanık oluyoruz. Onun için öykü, dişçi koltuğunda verilen narkoz sonucu görülen bir düş ve önemli olan bir şeyin gerçekleşmesi değil onun bahsetmesi. Bazen senaryo formatına da kayıyor anlatı dili. Zaten İstenmeyen Yirmilik Düşler öyküsünde olduğu gibi birbirleriyle bağlantısız epizotlardan 1oluşuyor Akgün’ün metni.

hizli-metro-oykuleri-168497-1.Başı sonu belli olmayan, konudan konuya sıçrayarak; sade, kısa ve alaysı cümlelerle son sürat ilerliyor öyküler. Örneğin Edebi Bilmece’de Aynalı Baba, Âmak-ı Hayâl derken karakterimiz birdenbire Yedi Uyurlar’dan biri olarak İsâ’nın son yemeğine ışınlanıyoruz, aynı hızda da karakter “Elhamdülillah Müslümanım” diyen İsâ’ya dönüşüyor. Benzer bir durum Şah Gambiti için de geçerli. Yine aynı anlatıcı, karakter ya da ses diyelim, metroda yolculuk yaparken sıkıntıdan olsa gerek, zihninden ufolardan tutalım da Fahri Jamaika düküne kadar bin türlü konu geçiyor, derken güzel bir kıza yöneliyor bakışları, oradan Kant’ın estetik anlayışına geçiş yapıyor, metro bozulup tünelde kalınca da iş Abdülhamit ile satranç oynamaya kadar varıyor.

Öykülerin belirgin bir konusu olmadığı gibi teması da yok. Arka kapak yazısında ve kitabın adında korku vurgusu yapılmış ancak bu anlam biraz zorlama gibi. Bu öykülere olsa olsa Hızlı Metro Öyküleri diyebiliriz. Akgün öykü anlatısındaki kalıpları kırarak kendince yeni bir dil bulmaya çalışmış. Hatta Garipçilerin şiire yaptığını o da öyküye uyarlamak istemiş gibi.

Karışık pizza

Öyküler arasında birbirine göndermeler yapılarak bir bütünlük olgusu yaratılmaya çalışılmış ama bu da kitabı arada sıkı laflar etmesine karşın karışık pizza olmaktan kurtaramıyor. Kanımca kitabın en güçlü yanı, baştan sona tutturulan günlük ve rahat dili.
Ezcümle, Akgün’ün öyküleri sanki boğucu ama değil, sanki garip ama değil, sanki hayâl ama değil, sanki hakikat ama değil.