Bu yazı, Hrant’ın katlinin hemen ertesi günü yazılıp gönderilmiş, ancak Agos’u ele geçirmeleri için iki gün bile bol bol yetmiş olan müstakbel “yetmez ama evet”çiler ve başbakan danışmanları tarafından yayınlanmamıştı. İlk yayınlayan ise Taraf oldu, cinayetin birinci yıldönümünde.Aşağıdaki, işte o yazı.

“Sabah sabah, beni ağlatmak mı istiyorsun?” diye telefon açmıştı, her zamanki gibi “Kadir’im”i de ekleyerek.

BirGün’de bir yazım çıkmıştı ve son bölümü şöyleydi:

 “… Durum şu: Ahmet, Mehmet’e zamanında çok büyük bir kötülük etmiş; Mehmet de bu kötülüğe kafayı takmış, hiç mi hiç unutamıyor; ruhunu bu olayın hipoteğinden kurtarıp, diyelim ne önüne gelen çiçeğin güzelliğinin farkına varabiliyor, kokusunu koklayabiliyor, ne yapabileceği resimleri yapabiliyor, ne söyleyebileceği şarkıları söyleyebiliyor, ne de sevebileceği kadınları sevebiliyor; kısacası, geçmişi, bugün ve ileride inşa edebileceklerine de engel oluyor, tarihsel/kültürel zürriyetini kurutuyor ve bizim Hrant da Mehmet’e diyor ki ‘bırak artık şu Ahmet’i ve ondan nasıl intikam alabileceğini düşünmeyi; nasıl olsa senin bir ailen, yakınların ve de sevenlerin var, onlarla ilgilen, onlarla birlikte yeni güzellikler yaratıp yaşamaya bak; yoksa kendi hayâtını yine kendi elinle kendine zehir etmiş olursun.

Hrant Dink’in cümlesini böyle anlamayanlar, ya Türkçe bilmemekte ya da Ermeni’den temizleyemedikleri zehirli kanı, akrep kadar bile olamayıp, kendilerine değil başkalarına zerk etme peşinde olan taammüdî katillerdir.”

“Hrant’ın Türkçesi de, Türkiyeliliği de ‘Türk’lere ağır geldi” diyebilirdim ama; hiç de öyle değil.

Ne demişti bir emekli paşa, 6-7 Eylül  için: “Muhteşem bir operasyondu.” 

Hrant’ın katli de muhteşem bir operasyon oldu. Kendisini mahkûm eden hâkimler de biliyorlardı/anlamışlardı ne dediğini; ama, özel olarak tersinden anladılar; hedef oluşturmak üzere: Bu kişiler ‘Türkçe okuduğunu anlama testi’nden geçirilip ilkokul diplomaları bile ellerinden geri alınmalıdır, eğer ajan provokatörlükleri tescil edilip ödüllendirilmemişlerse.

Katil ‘kendi halinde bir çocuk’ izlenimi veriyormuş, Habertürk’ün spikerine göre; örgüt bağlantısı ve ideolojik donanımdan uzak. Benim gözümde de öyle; ama, esas vahim olan da işte tam tamına bu: Türkiye’nin ‘sözde’ olmayan vatandaşlarının büyük çoğunluğunun ‘kendi hali’ hakikaten bu; bir örgüt tarafından beyni yıkanıp yönlendirilmesine, kısacası özel olarak katilliğe hazırlanmasına gerek yok.

‘Millî Eğitimimiz, Gomidas anıtına köpek işeten ‘büyük’ medyamız ve de 301’li ‘yüce’ yargımız bu işe zaten yetiyor. Bir Ermeni öldürmek ya da Ramazan’da oruç tutmayan çocukları bombalamak için belirli bir örgütten emir almaya ihtiyaçları yok, aynen bir kedinin ciğere saldırmasında taammüd aramaya gerek olmadığı gibi; zira, yaptıkları doğrudan doğruya insiyakî; hele ki yavrumuz lise diploması alacak kadar ‘milli eğitim’den geçirilmişse.

İnsiyakî, ama insanda insiyakî dediğimiz ister istemez kültürel/zihniyetseldir. Ancak, hiçbir kültür ve zihniyet insanın doğrudan doğruya doğayla olan ilişkileri içinde değil, içinde bulunulan toplumdaki güç ilişkilerinin de fonksiyonunda biçimlenir.

Ben bunu, her cuma sabahı okuduğu Yasin’i mutlaka ve mutlaka ustası Madam Yerçenik’in ruhuna da gönderen bir anne (kendisi terziydi) ile 6-7 Eylül sonrası, beni elimden tutup Beyoğlu’nu ve Bağlarbaşı’ndaki Ermeni mahallesini,  tahrip edilmiş Ermeni kilisesini, Hıristiyan mezarlığının kırılmış haçlarını “bu ne alçaklıktır” diye gözleri yaşararak gezdirmiş bir babanın oğlu ve ilk  “amca” dediği insanlardan biri (mahallenin, Nâzım Hikmet’in şiirinde geçen Ermeni bakkalı) Karabet (Garabed)  olmasına rağmen ortaokuldaki ilk kavgasında Vahram’a  “Erivan’a git, Erivan’a” demekte güç arayan, yine sınıf arkadaşı Nuran’a kendisinin Ermeni olduğunu bilmediğinden “niye hep gâvurlarla içli dışlısın” diyerek dayılanmaya kalkışan  bir ‘Türk’ çocuğu  olarak en iyi bilenlerden biriyim.

Ogün’ler bir günde/sadece Trabzon’da yetişmedi ve caniliğe soyunmaları için özel olarak bir çeteye, örgüte üye ve onun ideolojisinin esiri olmaya hiç mi hiç ihtiyaçları yok: Azınlık vakıflarını yabancı/düşman/tehlikeli unsurlar olarak görürken paranoidliğin, ‘laik’ devletin gayrimüslim vatandaşlarını yabancı diye nitelerken de şizoidliğin doruklarına ulaşan laiklik şampiyonu hukuk/devlet adamlarıyla, Hrant’a kurşun sıkan hak tanımaz/Hakk’tan korkmazların beyinlerini besleyen, aslında aynı özsu; dolayısıyla o ölçüde de genel ve yapısal.