2 yıl önce bir Cuma günüydü, Trabzon’dan bir “heyecanlı” genç geldi, o “heyecanla” “Ermeni’yi” vurdu…

ÇİĞDEM MATER

2 yıl oldu ne oldu?

2 yıl önce bir Cuma günüydü, Trabzon’dan bir “heyecanlı” genç geldi, o “heyecanla” “Ermeni’yi” vurdu…

Biz vurulduk…

Bu toprakların klasik senaryosu işlemeye başladı ardından. Acımızı yaşamamıza bile izin vermediler, ağzımızdan çıkan öfkeyi bile kontrol etmek istediler. Ermeni olmamızı, Hrant olmamızı bile tahayyül edemediler, tahammül edemediler. Korktular çünkü.

Aslına bakarsanız o senaryo öncesinde de oynanıyordu. Hrant’ı aramızdan almalarına gelen süreç de böyle gelişmişti. Şimdi hep birlikte televizyonlarda izlediğimiz Silivri konukları o zamanlar mahkeme kapılarında, Agos’un önünde saldırı halindeydi. Biz Hrant’ı koruyamadık…

İki yıl oldu. Bu iki yılda kendilerine “şarkıcı” diyenlerin katillere düzdükleri methiyeleri dinlemek zorunda bırakıldık. Devletin kanalından Hrant’a edilen hakaretleri izlemek zorunda bırakıldık. Devletin polislerinin katillerle telefon konuşmalarına tanıklık etmek zorunda bırakıldık ve bugünlere geldik.

Hrant’ın katilleri kendilerini evlerindeki kadar rahat hissettikleri, birbirlerine şakalar yaptıkları, müdahillere hakaret ettikleri bir mahkemede yargılanıyorlar. Mahkemede müdahale etmesi gereken kimsenin sesi çıkmıyor, herkes sadece seyrediyor.

Hrant’tan sonrası tufan zaten. Irkçılık, milliyetçilik her gün daha da artıyor. Malatya’da Hristiyanlar boğazları kesilerek öldürülüyor, memleketin Milli Savunma Bakanı Ermenisiz kalmayı, Rumsuz kalmayı millet olmakla eş tutuyor. Parlamentonun bir üyesi DNA testi istemeye kadar varacak sözlerle açıkça insanlık suçu işliyor. Diyarbakır’da 11 yaşında çocuklar “tutuklu”. Üstelik “terörist” oldukları gerekçesiyle... Gazze’de Filistinliler direniyor. İsrail saldırıyor. İsrail saldırdıkça dünyanın dört bir yanında Yahudiler korkuyor, endişeleniyor, zira anti-semitizm yükseliyor. İsrail’deki barış yanlılarının sokağa dökülmeleri haber değeri taşımıyor medya için.

Hrant olsaydı şimdi, muhtemelen hem Gazze’yi yazacaktı, hem de İsrail’deki barış yanlılarını...

Şu aralar hem bu topraklarda hem de dünyada Hrant’a ve onun diline çok ihtiyacımız var.

İşte o yüzden, bugün saat 15.00’de aynı yerde, Hrant için adalet için buluşacağız. Bu kez boynumuzda kefiyelerimiz olacak, Gazze için, Filistin için...

 

***

Tatyos Bebek

Vicdanımızın sesini kesemeyecekler

19 Ocak"ta vicdanımızın sesini kesmeye çalıştılar. Hrant"ı vurdular. O, "Atalarının acısını yaşamında sırtlamaya" başlamış ve kendi acısıyla yalnızlaşan, büyük toplum içerisinde ötekileşen Ermeni Cemaati"nin dilini çözmüştü. Bu topraklarda barış içinde birarada yaşamayı düşlüyor, önyargıları ve düşmanlıkları ortadan kaldırmaya, toplumu değiştirmeye çalışıyordu.

O"nu vurdular ama sesini, vicdanımızın sesini kesemediler. Birincil kimliğimizin insan olduğunu söyledikçe, barış, demokrasi ve insan hakları için mücadele ettikçe, farklılıklardan birliktelikler yarattıkça, eski sorunların çözümü için inatla yeni yeni yollar aradıkça, tarihe takılmayıp bugüne ve geleceğe baktıkça O"nun sesi, vicdanımızın sesi daha gür biçimde çıkacaktır. Dünyayı daha yaşanılır kılmak için bizim gibi düşünenlerle birlikte mücadeleye devam etmeliyiz.

Bu anlamda Hrant"ı anmak için gelenleri, mahkemelerde meydanda bekleşenleri önemsiyorum. Birarada başarabiliriz; Hrant için, Adalet için.

 

***

EMİN KORAMAZ

Vicdanımızın sesini kesemeyecekler

19 Ocak"ta vicdanımızın sesini kesmeye çalıştılar. Hrant"ı vurdular. O, "Atalarının acısını yaşamında sırtlamaya" başlamış ve kendi acısıyla yalnızlaşan, büyük toplum içerisinde ötekileşen Ermeni Cemaati"nin dilini çözmüştü. Bu topraklarda barış içinde birarada yaşamayı düşlüyor, önyargıları ve düşmanlıkları ortadan kaldırmaya, toplumu değiştirmeye çalışıyordu.

O"nu vurdular ama sesini, vicdanımızın sesini kesemediler. Birincil kimliğimizin insan olduğunu söyledikçe, barış, demokrasi ve insan hakları için mücadele ettikçe, farklılıklardan birliktelikler yarattıkça, eski sorunların çözümü için inatla yeni yeni yollar aradıkça, tarihe takılmayıp bugüne ve geleceğe baktıkça O"nun sesi, vicdanımızın sesi daha gür biçimde çıkacaktır. Dünyayı daha yaşanılır kılmak için bizim gibi düşünenlerle birlikte mücadeleye devam etmeliyiz.

Bu anlamda Hrant"ı anmak için gelenleri, mahkemelerde meydanda bekleşenleri önemsiyorum. Birarada başarabiliriz; Hrant için, Adalet için.

 

***

SEYDİ FIRAT

Irkçılık ideolojisiyle

Bu ülkenin künyesine bakıldığında azımsanamıayacak sayıda aydının, demokratın, muhalif duruşa sahip olan insanların öldürüldüğü, bu nerdeyse bir alışkanlık düzeyine vardırılmıştır. Öldürme mekanizmasını kuranlar, bunu işletenler, bu öldürme halinin toplumda destek bulmasının ideolojik, psikolojik, kültürel ağını verenler 19 Ocak"ta Hrant Dink"in öldürülmesiyle icraatlarını bir kez daha bize gösterdiler.

Ama Hrant kurulmuş mekanizmayı fazlasıyla sarstı, vicdansızlığa karşı vicdanın sesi oldu. Hrant"ın ölümü bu coğrafyada yaşanmış tarihsel acıları bize bir kez daha hatırlattı. Bu coğrafyanın geçmişteki acılı tarihini güncelleştirdi.

Güncelde yaşanan da bizi tarihe götürdü. Güncelle tarihin iç içe geçtiği en somut, en etkileyici haliyle toplumu sardı. Bir burukluk, bir acınma hali, bir utanma haliydi o gün.

Doğup büyüdüğüm coğrafyada Ermeni halkının maruz kaldığı uygulamalar üzerine çok sayıda anlatının yapıldığı bir coğrafyaydı; yaşlı nine ve dedelerin Ermenilere yapılanlar üstune anlatımları son derece vicdan yakıcıydı. Hrant"la bir gürüşmemizde bana “Varto"nun acılı bir tarihi vardır” diyordu. Doğru, öyledir.

Hrant"ın ölümüyle toplumsal hafızalarda birikmiş acılar bir kez daha güncelle buluştu. Onun içindir ki ölümü alabildiğince sarsıcı oldu. Aynı zamanda ayrıştırıcı da oldu.

Onu vuranlar ve vurduranlar bir kahramanlık şovuna girişirlerken madalya alma ve ödüllendirme, bekleme ruh hali içinde gezinirlerken toplumsal vicdan yüz binlerle ayağa kalktı, toplumun vicdanını teslim aldıklarını sananlar bir kez daha yanıldılar. Hem geçmiş tarihte yaptıklarıyla hem de Hrant"ın öldürmesiyle bir kez daha teşhir oldular. Irkçılık ideolojisiyle ruhunu demleyenler toplum tarafından bir kez daha lanetlenmiş oldular.

 

***

ÜMİT KURT

Vicdan haykıracak: “Utanç!

 

Hrant Dink cinayetini organize ettiği iddia edilen ve polisin yardımcı istihbarat elemanı olarak görev yapan Erhan Tuncel’in, Trabzon emniyetine, Yasin Hayal ve Dink cinayeti hakkında, 4 değil tam 17 kez rapor verdiği belirlendi. Hrant Dink cinayetinde kilit isim olan Erhan Tuncel’in yardımcı istihbarat elemanı yapılmasında ve bu görevde kullanılmasındaki ihmaller artık aşikâr.  Esasında usulsüzlükler ve çarpıklıklar, 2004 yılında Trabzon’da Mcdonalds’ın bombalanmasıyla başlıyor. Bombayı hazırlayan ve eylemi organize eden Erhan Tuncel, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde görevli bir öğretim üyesi aracılığıyla, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek tarafından istihbarat elemanı yapılıyor. Ancak, istihbarat elemanı olması için suça karışmaması ilkesi atlanıyor(!). Sosyalleşme(!) ve kişisel gelişim(!) sürecini Alperen Ocağı’na gidip gelerek geçiren ve oradaki Ermeni karşıtı ortamdan etkilenen Tuncel, kendisine “reis” olarak hitabeden Yasin Hayal ve arkadaşlarıyla Hrant Dink cinayetini organize ediyor. Tuncel bir yandan da Trabzon emniyetine Yasin Hayal’in, Hrant Dink’i öldüreceğine dair raporlar veriyor. Trabzon emniyetinin İstanbul’a gönderdiği, Yasin Hayal’in İstanbul’a gelip ağabeyi Osman Hayal’in evinde kalacağına dair raporla birlikte Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in telefonları dinlemeye alınıyor. Ancak ilk raporun boş çıkması üzerine, Hrant Dink’in ensesinden vurulacağına dair bilginin de yer aldığı 16 rapor, İstanbul emniyetine ulaştırılmıyor.

Hrant’ın ölümüyle ilgili emniyet, sorgulama ve istihbarat düzeyinde yaşanan son gelişmeleri yukarıda özetlemeye çalıştım. Keşke, bu özetleme içinde geçen cümlelerin ve olayların zihnimde ve ruhumda yarattığı anlam-algı dünyası da yukarıda yazıldığı gibi basit ve düz olsaydı. Hâlâ algılamakta ve kavramakta bilincim zorluklar çekiyor, girdaplara kapılıyor, çıkmazlara giriyor. Kalbim ve aklım hiçbir yere varamayan, dehlizlerin içinde kaybolmuş yitik ve çaresizlik karşısında en acısı yenik.

Bir insanın, yaşama ve yaşama dair her şeye kutsal bir aşkla bağlı, kendi insanlığını dili, dini, rengi ve ırkı ne olursa olsun insanları severek ilerleteceğine inanmış; bize, yani hâlâ umudunu, aydınlığını ve ruhunu kaybetmemiş insanlara mutlak iyiliğin de gerçekleşebileceğini hatırlatan Hrant’ın, Nazım’ın şiirlerinde tasvir ettiği memleketi kadar güzel olan o güzel insanın, bazı “kişiler ve kesimler” tarafından “yaşamaması gerektiği” şizofrenisinin uygulanma planının ve bu ‘hastalıklı’ fikrin tam 17 kere Türkiye Cumhuriyeti’nin bürokratik aygıtlarından biri olan Trabzon emniyetine bildirilmesi.

 Daha özgür, daha demokratik ve daha barışçıl bir Türkiye hayaliyle yatıp kalkan, ekmeği, suyu, yaşama nedeni Türkiye olan, arterleri bu toprakların kültürüne ve tarihine olan aşk ve şevkle dolu olan Hrant’ın adının tam 17 kez ölümle anılması. Hiçbir önlem alınmayarak; 17 kez ‘hiç’liğe, ‘yok’luğa terk edilmesi. Doğru ya, nasıl olsa bu ölüm “beklenen” sonuçtu, en azından Erhan Tuncel ve Yasin Hayal gibi Ermeni karşıtları için, verilmesi gereken bir tepkiydi(!). Bu bağlamda, 17 kez değil, 77 kez rapor edilse de Hrant aslında bazıları için zaten ölüymüş, yokmuş, bir hiçmiş. Düşünürken, yazarken, Ermenileri ve diasporayı diyaloga çağırırken, onları acımasızca ve cesurca eleştirirken, 301’in başına açtığı tüm garabete rağmen inadına hayata tutunurken, inadına ona benliğini ve tüm ruhunun dokusunu veren bu topraklardan kopmayı bir an bile aklının ucundan geçirmezken, Erhan Tuncel ve güruhu tarafından 17 kez hiçliği, ölümü tasdiklenmiş. Yaşamı, yaşarken hiçe sayılmış. Bu durumda, zaten “olmayan” bir öznenin veya Tuncel güruhu ve zihniyeti için nesnenin korunması da anlamsız görünmüş bazılarına. Ne yazık, bazılarına olduramamış Hrant, ne yaptıysa olduramamış.

Tam iki yıl oldu, onun ölü bedeninin AGOS’un önünde yattığı yerden kaldırılıp, o yerin sabunla yıkanılmasında. Tam iki yıldır bu ülkede adaletsizlik ve haksızlık fütursuzca elini kolunu sallayarak geziyor. Tam iki yıldır bu ülkede hukuksuzluk hiç bu kadar sıradanlaşmamış, hiç bu kadar kanıksanmamış ve hiç bu kadar içselleştirilmemişti. Hâlâ 301 garabetine ve bu garabetin yarattığı gayya kuyusuna taş atanlardan geçilmiyor ülkemizde. Çünkü burada düşünmek, bir şeylerin farkına varmak, ifade etmek yasak. Çünkü biz düşündüğümüzü sanıyoruz sadece. Ama her şeye rağmen Pandoranın kutusunda en son çıkmayı bekleyen umut da var. Adalet olmasa da, hukuk olmasa da, Hrant olmasa da, bu ülkede düşüncelerini özgürce ifade edebilmek adına hukukun ve adaletin yerleşmesi için sesini duyuracak bir sürü Hrantçı ruh var. Ve onlar işte tüm gökyüzünün karanlığa gömüldüğü, yerin demir, göğün bakır tuttuğu o gün o saatte Hrant için orda olacaklar, orda olacağız. Hrant’ın özgür ruhundan bir zerre de olsa nasiplenmek için orda olacağız. 19 Ocak Pazartesi günü Agos’un önünde bir çift yürek peydah olacak. Hrant’ın ve bizlerin yüreği. O gün, vicdan var olacak, o vicdan yürüyecek ve pervasızca/inadına haykıracak: “Utanç, lütfen biraz daha utanç!” Hrant için buluşan ve adalet isteyen herkes artık bu hukuksuzluğu, sessizliği boğmaya ve karanlıkta boy atmaya çalışıyor. Bu vicdanı diri tutmamız eğer özgür kalmak istiyorsak, eğer kendi kanunlarını kendi koyup yaşayan, düşüncelerini ifade etmekten hiçbir koşulda imtina etmeyen, korkmayan, kendi hayatının dizginlerini kendi eline alan, kendi yaşam koordinatlarını kendi belirleyen ahlaki bireyler olmak istiyorsak; eğer adil, eşit, hakkaniyetli bir dünyada yaşamak istiyorsak bu bize düşen hayati bir sorumluluk. En başta, kendi benliğimiz adına yerine getirilmesi gereken etik bir sorumluluk. Tıpkı Dostoyevski’nin dediği gibi “İnsan yeryüzünde olan şeyleri görmezlikten ve bilmezlikten gelme hakkına sahip değildir” ve biz vicdan tohumlarını hâlâ yeşertmeye çalışanlar bu hakka sahip değiliz. Peki ya kendini bu hakka sahip görenler?

Size aslında çoktan bir yerlerde ölmüş ama hâlâ yaşadığını zannedenleri ve kendinde bu hakkı görenleri, neyin yok edip, erittiğini söyleyeyim mi? Zihinlere, bilinçlere yer eden, tüm düşünce akışımızı yönlendiren, sabah akşam onunla yatıp onunla kalktığımız; adeta bize can veren bu anlamsız, tarihsel zaman ve mekânda bile yer kaplamayan; Murat Belge’nin deyimiyle Türk(iye) toplumunun kurucu ideolojisi olan, geçmişle yüzleşme zaafımızın yegâne müsebbibi ve belki de geçmişe dair travmatik korkularımızın en korunaklı barınağı, salyalarını her yere akıtan bu ayrımcı milliyetçilik, bunun yarattığı muhayyile ve bunu besleyen kavramlar, söylemler, dil ve ideolojiler dünyası bizi her gün öldürüyor, her gün beynimizi, ruhumuzu ve kalbimizi tarumar ediyor. Siz, “bazıları”, size sesleniyorum, o 17 kez işlenen raporlarda belki Hrant’ın bedenine dair yokluk hükmünü verebildiniz; ama Hrant’a, Hrantçı tavra, Hrantçı duruşa ve onun ruhuna ilişemediniz, onu yok edemediniz, ona erişemediniz. Zira beyaz güvercinler gökyüzünde özgürce uçarlar ve sizin hiçbir zaman kanatlarınız olmayacak, uçamayacaksınız.