Gazete haberi. Sınavda özel okulların öğrenci alım ölçütlerine uygun puan toplamını tutturmamış olan çocuk

Hukuki boşluk

Gazete haberi. Sınavda özel okulların öğrenci alım ölçütlerine uygun puan toplamını tutturmamış olan çocuk. Ancak özel okul puanında hesaba katılmayan din dersi, sosyal bilgiler alt testlerinden elde edilen puanlar eklendiğinde çocuğun puanı daha yüksek. Özel okulların bu ölçüt hesabı (anladığım kadarıyla) MEB ile zımni bir anlaşma ile belirlenmiş, duyurulmuş. Ancak bu hesap tam hukuki zeminine oturtulmamış. Çocuğun puanı okula alınan diğer çocuklar ile aynı algoritma ile hesaplandığında tutmamış ; ancak, ailesi hukuki boşluğu görünce MEB’in diğer okulları için hesaplandığı şekline göre okula alınmaları gerektiğini öne sürerek MEB’nın hukuka uygun talimatıyla okula kayıtlarını yaptırtmışlar. Olayın sonrasındaki tartışmaları google’layıp bulmak mümkün.

Her gün karşılaştığımız moral (ahlaki) ikilemlerden birisi, diyebiliriz. Ya da, dini bilgilerin ayırıcı (sınav kazandırıcı/kaybettirici) bir önem taşıdığını bu vesileyle fark ettik, denebilir. Özel okullar da işi hukuki zemine oturtsalardı, demek de mümkün. ‘Vatandaş işini biliyor, hukuk ve adalet de zaten budur’ diyenlerimiz de çoğunlukta olabilir.

Boşluk varsa yararlanmamayı aptallık olarak görmek çeşitli türevleri olan bir ahlaki duruş. ‘Issız bir köşede, kimseler görmez ve bakmazken,  yerde bulduğumuz sahipsiz 100 TL’yi (veya 100,000) cebimize atar mıyız ?’ sorusundan farkı var mı ? Hesap geldiğinde garsonun yazmayı unuttuğu ikinci şişe suyu ona hatırlatmazken, ne yapalım o da görevini tam yapsaydı dediğimizde ne oluyor ? Tamam, siz öyle demiyorsunuz. Hiç mi kuyrukta kaynak yapmadınız ? Ahlaki ikilemlerde neredeyse her birimizin, kimimizin nadiren kimimizin daha sık, sınırları aştığı oluyor. Elbette ki masum değiliz, ama yine de haksızlığa öfke duyma hakkımız yok mu ?

Hukuki haksızlıklar yasalardaki hukuktan çok daha eskilerden bu yana hayatımızda yeri olan temel varolma ilkelerine ters düştüğünde içimizde bir ‘refleks’ uyanıyor. Ancak bu haksızlığı yapana açıktan karşı çıkabilmemizi sağlayacak refleks’i kendi ahlaki açıklarımızı kendimize makul gösterip kabul ettirebilmek için (‘ne yapalım mecburdum’ ya da ‘herkes yapıyordu’ gibi mazeretlerimizi hatırlayalım) epeyce bir törpülemiş olunca yerimizden kalkacak halimiz de olmuyor. Cezasızlığa, yanlışın, haksızlığın ‘fail’in yanına kalmasına ses çıkartamıyoruz.

Küçük annelerin çocukları
Üç hafta önce bir çok çocuğunu doğumdan sonraki ilk yıl içinde kaybetmiş, her doğan çocuğunu ne kadar yaşayacağı bilinmez olarak dünyaya getirmiş anneler ile çocukların ilişkisinin nasıl olacağını tartışmalıyız demiştim. Ülkemizde 30 yıl öncesinde her bin bebekten 154’ünün ilk yıl içinde öldüğü bir dönemde çok kardeşini kaybetmiş (bugün kırkında ellisinde olan) çocukların annelerinin hüznü bağlarının gücünü etkilemiş olabilir mi ? Yoksa, biyolojik dürtülerin gücü başta oksitosin ve biraz da arjinin vazopresin gibi kimyasal ileticiler aracılığıyla bu talihsiz durumların çocukları etkilemesini önlemiş midir ?  Düşüncelerini yazmanızı bekliyorum.

Bir soru daha ekleyerek. Onsekiz yaşından küçük, hatta çok küçük annelerin çocuklarının toplumumuzun yüzde kaçını oluşturduğunu bilen ya da hesaplayabilen varsa, lütfen bildirin. Kendisi henüz yaşı gereği ergen ruhunda olup çocuk doğurmuş olan annelerin çocuklarına verebileceklerinin sınırlı olduğunu hipotez olarak öne sürelim. Çocukların ‘anne sevgisine doyamamış’ olması olasılığı üzerine neler söylenebilir ? Hele mevki makam sahibi olup toplumun hayatını etkileyecek noktalara gelmiş olanların davranış ve kararlarını bu ‘eksiklik’ etkileyebilir mi ?