On milyon işsiz kitlesi var. Biz asgari ücretin artırılması mücadelesi verdiğimiz kadar bu on milyon insanın evine nasıl ekmek götüreceği, neyle geçineceği meselesiyle de ilgilenmek durumundayız. Bütün insanlara yurttaşlık gelirini de proje olarak önümüze koymamız ve bunu da talep etmemiz gerekiyor.

Hükümet denizi tüketti artık karaya oturdu

PINAR YÜKSEK

İktisatçı- yazar Mustafa Sönmez’le ülkenin ekonomik gidişatını, AKP’nin ekonomi reformu iddialarını, yoksullaşmayı, asgari ücreti, kamusallık ihtiyacını ve sol bir çözümün nelere dayandığını konuştuk.

► Geçtiğimiz günlerde bir yurttaş ellerine iş ve aş yazarak intihar etti. Bunun üzerine AKP’li pek çok yetkili de Türkiye’de yoksulluğun olmadığına, kuru ekmek yediklerini, aç olmadıklarına dair açıklamalar yaptı. Salgınla yaşadığımız bu günlerde bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir yandan da AKP son dönemde ekonomik reform yapacağı iddiasını ortaya attı. Ekonomik reformdan ne kastediyorlar? Bunlara dair neler söylemek istersiniz?

Pandeminin de etkisiyle çok ciddi bir geçim sorunu yaşıyor Türkiye. Zaten öncesi de çok parlak değildi ama salgın şartları bunu koyulttu. Özellikle 2018 ortalarında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin gelmesiyle birlikte yaşanmaya başlanan ekonomik türbülans bir yandan ekonomide küçülme getirdi. Enflasyon yüzde 20’leri gördü. Birçok insan o sırada bu yüksek enflasyonla baş edemedi. 2019 boyunca da bu konuda bir iyileşme yaşanmadı. 2020’ye gelindiğinde pandemi şartları ağır bastı ve pandemi şartlarında bütün dünyada insanlar zor zamanlar yaşadılar çünkü ekonomiler kapandı ve aynı zamanda işsizlik devasa boyutlara çıktı. Sosyal yardım ihtiyacı ortaya çıktı.

Fakat diğer ülkelerde farklı olarak özellikle merkez ülkelerde devletler bütçelerinin büyük açıklar vermesini dert etmeden hem işsiz kalanlara hem iş sahibi insanlara sosyal destekler sağladılar. Türkiye’de ise çok göstermelik bir yardım paketi açıklandı. 6 milyon yoksul aileye biner lira dağıtıldığı söylendi. Sonra iban vererek bir yardım kampanyası açtı Cumhurbaşkanı oradan da 2 milyar geldiği söylendi. Onu da çoğunu devlet kuruluşları yaptı hiç öyle dayanışma yardımlaşma kampanyası olmadı. Bu bütün pandemi sürecinde 10 aylık süreçte biner lira dağıtmış göründüler. İşsizlik sigortası fonundan işsiz kalan insanlara kısa çalışma ödeneği ve nakdi yardımda bulundular. Bu da toplamı 34 milyar. Totalde 44 milyar civarında bir destek paketi uyguladılar. Oysa dünyadaki pek çok ülkede çok daha yüksek boyutlardaydı bu destek paketleri. Türkiye en alt sıralardaydı. Peki, bu niye böyle oldu? Önceden bütçeyi kuruttukları için yani 2018’de ve 2019’da yaşanan ekonomik daralma küçülme ve daha derinleşmesin diye bütçe kaynaklarını kullandılar. Yani bütçeden epey bir devlet harcaması yaptılar. Yanı sıra bazı gerekli gereksiz yatırım harcamaları yaptılar. Bu bütçe buralarda epey bir kurutuldu. Dolayısıyla pandemi gelip çattığında bütçeden harcayacak paramız yok dediler. Aslında o şartlarda da harcama yapabilirlerdi.

Yani ne yaparlardı? Borçlan maya giderlerdi, bütçe açığını göze alırlardı. O açığı borçla kapatırlardı. Borçlanmayı da insanlara dağıtabilirlerdi. Fakat ekonomiyi o kadar kırılgan hale getirdiler ki bütçe açığı vermeyi göze alamadılar. Bu tamamen içinde bulundukları büyük zafiyetlerle kırılganlıkla ilgili bir şey ve onu yapmak yerine hiçbir artı sosyal yardıma desteğe programa başvurmadan insanlara gidin kredi kullanın dediler. Kredi faizlerini düşürdüler. Esnafa küçük girişimciye tüketiciye gidin kredi kullanın dediler ve gerçekten de kredi faizlerini enflasyona rağmen düşürdüler. Kredi musluklarını açtırdılar bankalara. Buna kamu bankaları önderlik etti, özel bankaları da buna zorladılar. Ve geri dönüp baktığımızda hakikaten bu yıl kredi hacminin yüzde 40’ın üzerinde artırıldığını görüyoruz.1.1 trilyon lira yeni kredi dağıtılmış. Bu yeni kredilerin dörtte birini tüketici kesim almış. Muhtaç olan olmayan herkes almış. Bir kısmı konut kredisi. İnsanlar madem ucuz bizde nasiplenelim diye gidip kredi almışlar. Ama daha çok ihtiyaç kredisi alınmış. İhtiyaç kredisi niye alır insanlar? Ya kredi kartı borçları vardır onu kapatmak ya da geçim sıkıntısı çekiyorlardır o krediyle iki yakalarını bir araya getirmek için. Özet olarak bu zor zamanlarda bir devlet yardımı sosyal yardım paketi uygulamak bütçe kaynaklarını da bunun için seferber etmek yerine insanlara borçlanmaları salık verilmiş ve sonuçta da insanlar borçlandırılmış. Yani bu dönemi büyük bir kesim açlık sefalet içinde geçirmiyorsa bu borç kapısına başvurdukları için fakat bakın geride birikmiş bir borç var. Hem tüketici kesimin hem irili ufaklı firmaların bu dönemi aşmak için yaptıkları borçlanma önümüzdeki zaman diliminde 2021’e hatta 2022’ye uzayacak bunların geri ödemesi süreci olacak. Bunların geri ödemesi nasıl olacak? Üstelik faizler yeni baştan yükseltildi.

İnsanlar yeni bir iş gelir kapısı da bulamadılar. Bu can havliyle aldıkları kredileri geri ödemekte ciddi olarak zorlanacaklar. İşte bankalarla mahkemelik olmuş insanların sayısı 3.5 milyonu bulmuş durumda. Böyle bir süreç yaşanıyor. Bunun tabii bir dizi politik sonucu da mutlaka olacaktır.

Hükümet denizi tüketti artık karaya oturdu yürütemedikleri bu gemi. Bu durumda dış paraya muhtaçlar çünkü Türkiye kapitalizmi ancak dış kaynak olursa büyüyebilen bir ekonomi. Dış kaynak olmayınca karaya vuruyor. Uzun zamandır dış kaynak gelmiyor Türkiye’ye. 2018 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nden yabancılar yargının kontrol altında olduğunu, parlamentonun işlevsiz hale getirildiği ve bir tek adam sisteminin olduğunu gördüler. Merkez Bankası'nı takmayan bir Cumhurbaşkanı gördüler ve bekle-gör’e geçtiler. Yeni ya- tırım getirmediler Türkiye’ye, var olanlar da yavaş yavaş çıktılar. Kaynak kıtlaşınca fiyatı arttı. Her malın artması gibi döviz fiyatları da sert bir şekilde yükseldi. Bu pek çok dengeyi alt üst etti.

Sonunda yapacak bir şey bulamadılar. Bu dış dünyaya kaybettikleri güveni yeniden kazanmak üzere bir şey denemeye karar verdiler işte Merkez Bankası Başkanını değiştirdiler Hazine Bakanını, damadını azlederek yeni bir isim getirdiler. “Yeni bir sayfa açacağız” söylemini de bugünlerde çok tekrar ediyorlar. Ekonomide artık daha ehil ve işini yapan isimler olacak diyorlar. Bunun devamının nasıl geleceğini hep birlikte göreceğiz.

► Emekçilerin hayatını ilgilendiren iki gündem var, birisi bütçe birisi asgari ücret. Bu süreçlere ilişkin neler söylersiniz? Bütçe nasıl bir bölüşümü ortaya koyuyor?

Bütçeler bellidir hele ki bu Saray rejimi bütçeleri Meclis'te hiçbir değişikliğe uğramıyor. Bunlar yapılıyor getiriliyor Meclis sadece bir iç dökme yeri gibi kalıyor. Yoksa o bakanlık bütçelerinde değişen bir şey olmuyor, çalışanların lehine bir karar çıkartılmıyor. Bütçelerin özetleri vergiyi her zaman ağırlıkla dolaylı olarak tüketici kesimden alıyorlar. KDV’ler ÖTV’ler omurgasını oluşturuyor. Kurumlar dedikleri şirketlerden bankalardan aldıkları vergiler bu işin sosu sadece. Dolayısıyla bu yapı hiçbir bütçede değişmiyor. Pandeminin de gelmesiyle birlikte eskisine göre daha çok harcama yaptılar ve ona bağlı olarak da daha çok açık verdiler. Bir ara bu kadar açık vermemek için kazanın dibini iyice kazılar. İşte Merkez Bankası'nın kaynaklarını, yedek akçesini, temeddühlerini kullandılar. İşte imar barışı adı altında bir para topladılar, bedelli askerlik altında paralar topladılar ama bunların da sonuna geldiler buna rağmen verdikleri büyük bir açık var. Bu açığı finanse etmek için daha çok borçlanmaya gittiler hatta borçlanmanın bir kısmını dövizle yaptılar. Kamu maliyesi ayağını da daha kırılgan hale getirdiler. Eğer bir ülkenin kamu maliyesi fazla açık vermiyorsa fazla borçlu değilse onu sorunlara müdahil olmaya yetkili kapasiteli görürler önemli bir göstergedir. Bunu da bozdu AKP. Artık biraz daha borçlanmış, açık veren bir kamu maliyesi söz konusu. Dolayısıyla bütçe yeni bir şey getirmiyor. Sosyal harcamaları artırmıyor. Askeri harcamalardan hiçbir kısıtlamaya gidilmiyor. Yavaş yavaş borç bütçesi olmaya başlıyor. 90’lı yılların bütçesi böyleydi. Yani daha çok geliri faize ayırmak zorunda kalan bir bütçe olmaya başlıyor. Siz faize para daha çok ayırmaya başladığınızda sağlığa eğitime sosyal yardımlara pek bir şey kalmaz. Bunların zaten böyle bir hassasiyetleri de yok. 10 ayda 1000 lira vermeyi bir marifet sayıyorlar. Bir sorumluluğu yerine getirmiş gösteriyorlar kendini. Böyle bir iktidar, duyarsız, umarsız. O yüzden buradan yeni bir şey beklemek mümkün olmuyor. Adil bir hamle, iyi bir bütçe mümkün olmuyor. Bu asgari ücret meselesi de bunun devamı tabii. Yani asgari ücret aslında bir ahlaki ücrettir, bir vicdan ücretidir. Eğer bir ülkede asgari ücret insanların hele 4 kişilik bir ailenin geçinmesi için bu kadar ciddi boyutta görünüyorsa demek ki orada bir vicdan sorunu var demek. Çünkü asgari ücret aslında bir ortalama ücret. Bunu yükseltmek de istemiyorlar çünkü heves ettikleri niyet ettikleri şey Türkiye’yi bir ucuz ücret ülkesi halinde tutmak ve birtakım Asya’daki yatırımların Türkiye’ye gelmesini sağlamak. Zaten döviz fiyatı olarak ucuzlamış olan ücret yabancılar açısından iyice ucuz olacak ve onlar Asya’ya yaptırdıkları birtakım işleri Türkiye’ye yaptıracaklar. Böyle bir hayal görüyorlar bu da geçerli değil.

Bir tek ücrete tamah ederek yatırımlar bir yerden bir yere gitmiyor. Ücret tabii ki dikkate alınan bir şeydir ama sadece ücret değildir yatırımcının karar verirken dikkate aldığı şey. Ama böyle bir sapkınlık var. Onun için ben bu yeni belirlenecek asgari ücretin de anlamlı bir asgari ücret artışı olacağını sanmıyorum. Yani 200 lira bir zam yapıyorlarsa bunun 100 lirasını işsizlik sigortası fonundan işverenlere ödüyorlar. Onun yükünü hafifletiyorlar. Bu işin maliyetini zaten ağırlıkla işçilerin ödediği sigorta fonundan karşılıyorlar. Yine benzeri bir hinlik düşünüyorlardır. Ama anlamlı bir asgari ücret çıkmayacaktır. Zaten bunu zorlayan bir sendikal hareket bir baskı basınç da yok. Disk kendi başına bir şeyler yapmaya çalışıyor ama başka bir şey yok. Türk-İş zaten hükümetin uydusu halinde hiçbir şey yapmıyorlar. Kıdem tazminatı konusunda da aynı şey söz konusu oldu. Niyetlerini geri püskürten DİSK oldu. Türk-İş hiç kolunu kaldırmadı. Bu asgari ücret meselesinde de ne çıkarsa aynısının altına bir şerh yazıyorlar muhalefet şerhi ve kabul de ediyorlar sineye çekiyorlar. O nedenle burada da doğrusu çok farklı bir şey olmayacaktır.

Ama şimdi öyle bir noktaya geldi ki asgari ücretle çalışmak kadar hiç çalışamamak diye bir derdi var Türkiye’nin. Bu şekilde on milyon işsiz kitlesi var. Bugün Türkiye’de yani biz asgari ücretin artırılması mücadelesi verdiğimiz kadar bu on milyon insanın evine nasıl ekmek götüreceği, neyle geçineceği meselesiyle de ilgilenmek durumundayız. Burada bizim karşımıza aslında çalışsın çalışmasın bütün insanlara yurttaşlık gelirini de proje olarak önümüze koymamız ve bunu da talep etmemiz gerekiyor.

► Bir de bu yurttaşlık gelirinin yanı sıra pandemi bize kamusal hizmetlerin önemini bir kez daha hatırlattı. Ve muhalefet de aslında farklı biçimlerde bu kamusallık meselesini gündeme getiriyor. Kamusallık konusunu sol bir perspektiften nasıl değerlendirmek gerekir bu temel yurttaşlık geliriyle birlikte düşündüğümüz zaman?

Kamusallık tabii ki bizim öncelikle talep etmemiz gerekenlerden biridir. Özellikle sağlık ve eğitimin kamusallığı çünkü piyasacılık KİT’lerin özelleştirmesinden başladı ve daha sonra bütün bir sağlığın, eğitimin, kültürün piyasalaştırılması yoluna gitti. En temel yurttaşlık hizmeti olarak alınması gereken hizmetler alınamaz oldu ya da kalitesi düştü. Deneyimledikçe herkes gördü ki pek çok alanda temel mal ve hizmet üretiminin kamuda olması gerekiyor. Örneğin enerji. Enerjinin özelleşmesi sonucunda bütün doğal kaynaklar yok edilmeye başlandı. Türkiye’nin kullanabileceği enerjinin bir kat fazlası kurulu santral var ancak teşvik ve yerli enerji kullanılması söylemiyle yaptırıldı bu özelleştirme su kaynaklarını, dereleri, rüzgârı, güneşi talan eden bir hunharlıkla işin içine girildi. İnsanlar gördüler ki enerji de dâhil olmak üzere bu tarz temel mal ve hizmet üretimi kamu eliyle yapılmayıp piyasaya bırakıldığı zaman doğa katliamı ortaya çıkıyor ve daha pahalı hale geldiği için insanların erişimini zorlaştırıyor ayrıca insanların geleceğini yok ediyor. Tarihsel, kültürel ve doğal varlıkların yok edilmesi pahasına üretiliyor. Dolayısıyla buradan yeni baştan bir kamulaştırmaya dönülmesi gerekiyor. Özellikle AKP dönemindeki havaalanı köprü, altyapı, şehir hastaneleri üzerinden gelişen sağlıkta özelleştirme süreçleri yeniden tüm bunların kamunun ürettiği mal ve hizmetlere dönüştürmek gerekiyor. Bunun bir kısmına CHP ikna olmuş gibi gözüküyor. Ancak bunun çerçevesini daha da genişletmek gerekiyor. Kamusal üretimi yalnızca bir mülk değişimi olarak görmeyip aynı zamanda bunun icrasını iş- yerinde çalışanların katılımını, işçi katılımlı oluşunu, çalışan katılımlı yapılar halinde görmek gerekiyor. Yani meseleyi yalnızca tapuların el değiştirmesi olarak değil aynı zamanda icrasında taban kontrolü, işçi denetimi, yönetime katılan bir kamulaşma şeklinde de anlamak gerekiyor.

► Genel olarak konuşmanızda da bahsettiniz ancak tekrar sormak isti- yorum. Açlık yoksulluk ve sefaletin her yerdeliğine karşı sol bir çözüm nasıl düşünülebilir?

Elbette asgari ücret mücadelesini yürütmek bunun yanı sıra yurttaşlık gelirini istemek. Özellikle pandemi koşullarında yerel dayanışma komiteleri ve paylaşımı artırmak bizim zaten sol siyasetimizin geleneği olan yerel demokrasi süreci içerisinde bunu icra etmek ve sorumluluğu paylaşmak şeklinde etkin olunabilir.

solsiyaset.org’tan alınmıştır.