Hükümet, gazetecileri “masa başı” ve “alanda çalışan” gazeteciler olarak ikiye ayırmayı ve yalnızca alanda çalışanlar için yıpranma...

Milliyet gazetesinden Mithat Yurdakul’un haberine göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yıpranma payı hakkının alanda çalışan gazetecilere verilmesi, masabaşında çalışanlara ise verilmemesi görüşünde. Buna göre, alanda görev yapan muhabir, fotomuhabiri, kameraman gibi çalışanlar yıpranma payı kapsamına alınacak, ancak editörlük gibi “masabaşı” olarak nitelendirilen görevleri yapan gazeteciler ise bu kapsamın dışında tutulacak. Bu konuyla ilgili SGK Sigorta Primleri Genel Müdürlüğü koordinatörlüğünde çalışmalarını sürdüren bilim kurulunun ilk toplantısında, Bakanlık bürokratları bu görüşü dile getirmişti. Hükümetin bu fikre sıcak baktığı öğrenildi.
Gazeteciler arasında “masa başı çalışanlar” ve “alanda çalışanlar” şeklinde bir ayrımın yapılamayacağını belirten gazeteciler ve meslek örgütleri, tepkili. BirGün’e konuşan gazeteciler ve meslek örgütleri temsilcileri, yıpranma hakkının daha önce olduğu gibi ayrım yapılmaksızın tüm gazetecilere iade edilmesini istiyor. Gazetecilerin ve meslek örgütü temsilcilerinin görüşleri şöyle:

MASA BAŞINDA ÇALIŞMAK DAHA AZ YIPRATICI DEĞİL
Süleyman Arıoğlu (CNNTÜRK editörü): Hükümet, "içerideki-dışarıdaki gazeteci" ayrımını zaten uzunca bir süredir uyguluyor. Hapiste olan meslektaşlarımız da birkaç yayını çıkaracak sayıdalar. Bunu unutmamak lazım. Bu meseleye gelince, gazetecilik mesleğinde görev tanımlarının sınırı yeterince keskin değildir aslında. Habercilik alanında çalışanlar hem masa başında hem de alanda olabilirler. Örneğin bir Dış Haber editörü, masa başında çalışırken, bir bakmışsınız Suriye'de çatışma bölgesine gitmiş ya da bir uluslararası konferansı izlemek için bir toplantıya katılmış. Aynı şey güncel haber, ekonomi, kültür sanat vb. konuların editörleri için de aynen geçerli. İçerideki, dışarıdaki ayrımı pratikte o kadar kolay ayrım yapılabilecek bir şey değildir. Sahada çalışan muhabir de işinin doğası gereği bazen de masa başında çalışır. İşin daha temel kısmı ise, "yıpranmaktan" kasıt nedir? masa başında çalışmanın yıpratıcı olmadığını kim söyleyebilir? Ben şu an masa başında çalışan bir gazeteciyim ama meslek hayatımın tamamı, 1 yıl öncesine kadar sahada bir muhabir olarak geçti. Son 1 yılımın ise daha az yıpratıcı geçtiğini söyleyemem. Kazanılmış bir hakkımız, daha da ilerletileceği yerde hükümet tarafından birkaç yıl önce gasp edildi. Bu hakkın şimdi kısmen geri verilmesi gibi bir şey kabul edilemez. Bu hak iade edilmelidir. Hiçbir meslek kuruluşu da haklarımızın tamamını geri almak noktasında durmalı ve bunun gerisine düşmemelidir.


EN HAFİF DEYİMLE AYMAZLIK!
Fatih Polat (Evrensel Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni): Gazetecilerin yıpranma hakkı konusunda mesleği sahada icra edip etmeme ayrımı yapan zihniyete, şunu sormamız gerekiyor: Basın tarihimizin ilk dönem şehitleri olan ve 1909’da katledilen Hasan Fehmi ile 1910 yılında katledilen Ahmet Samim ve son dönem basın şehitlerimizden Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Musa Anter ile Hrant Dink bu anlayışa göre “yıpranma” hakkının dışında mı tutulacaklardır? Acaba daha nasıl “yıpranmaları” gerekiyor ki, bu kategorinin içine girebilsinler?
Ayrıca gazete için sahanın nerede başlayıp nerede bittiğinin ayrımını yapmak çok da kolay değildir. Diğer yandan örneğin madencilik iş kolunda çalışanların tümü, madene inen ya da inmeyen ayrımı yapılmadan yıpranma hakkından yararlanabiliyorlar. Bu polis teşkilatı için de geçerlidir. Halkın haber alma hakkı için canını feda edebilen ve son dönem örneklerinde de görüldüğü gibi doğrudan Başbakan tarafından hedef gösterilen ya da Hrant Dink örneğinde görüldüğü gibi 301. maddeden mahkum edilip, “vatan haini” yaftası ile “faili meçhul” timlerinin önüne atılan gazetecilerin “yıpranma” alanının ve dolayısıyla hakkının dışında olduğu iddia etmek en hafif deyimiyle aymazlıktır.


GAZETECİLER ARTIK SESSİZ KALMAMALI
Ayça Söylemez (BİANET editörü): Gazetecilik; muhasebecilik ya da marangozluk sınırları kesin çizgilerle belirli bir meslek değil. Dolayısıyla, kimin “alanda” kimin “masa başında” çalışıyor olduğu muğlak ve tanımlanamaz kavramlar. Kaldı ki masa başında çalışan gazeteci de çalışma güvensizliği, uzun çalışma saatleri/günleri, stres gibi “yıpratıcı” etkilerle, alandakilerden daha fazla muhatap oluyor. Ancak gazeteciler, özlük haklarının birer birer ellerinden alınmasına sessiz kaldılar. Bundan sonra da itirazlarını belirtmez, tepkilerini ortaya koymazlar da kendilerini yetkililerin “insafına” terk ederlerse, kalan haklarının da kaybolacağını görmek zor değil.

***

Yıpranma hakkı tüm gazetecilere iade edilsin

Ercan İpekçi (TGS Genel Başkanı): Biz, 5953 sayılı Basın İş Kanunu’na tabi çalışan tüm gazetecilere daha önce uygulanan bu hakkın aynı şekilde iadesini istiyoruz. Çünkü gazeteciler arasında böyle bir ayrım yapılamaz. Haberin toplanmasından yayın aşamasına kadar bu sürecin hangi kademesinde yer alırsa alsın, bir gazeteciyi onun yıpranmasına sebep olan şartlardan ayrı tutamazsınız. Gazetecilerin karşı karşıya olduğu riskler sadece ateş altında çalışmakla, savaş ortamında işini sürdürmekle sınırlı değil. Yoğun stres, baskı, meslek hastalıklarına kadar varan yıpratıcılık, gerginlik, işyerlerinde maruz kalınan radyasyon… Bir diğer nokta ise şu; günümüzde çalışma ortamında gazeteciye her görev yaptırılıyor. Haberin toplanması, hazırlanması ve yayınlanmasına kadar tüm işler bir kişinin üzerine yıkılıyor. İş yükünün bu kadar yoğun olduğu bir çalışma ortamında yıpranan/yıpranmayan gazeteciler gibi bir ayrıma nasıl gidilebilir? Öte yandan, diyelim ki 35 yıl çalışmış bir gazeteci 25 yıl muhabirlik yaptı, meslek hayatının son 10 yılında da köşe yazarlığı yaptı. Bu 25 yılı yok mu sayacaksınız? Gazetecilik mesleğine bir bütün olarak bakmak ve bu mesleğin riskli, yıpratıcı bir meslek olduğunu kabul etmek gerekiyor.


Ali Şimşek (Ankara Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Üyesi): Ben SGK’nin düzenlediği söz konusu toplantıya katıldım. Bu yaklaşımın doğru olmadığını savundum. Çünkü gazetecilikte masabaşında çalışan bir editör olsanız da yarın öbür gün bir doğal afeti, bir savaşı izlemeye gönderilmeyeceğinizin bir garantisi yok. Kendimi örnek vereyim, ben diploması muhabiriyken 1991 yılındaki Irak savaşını izlemekle görevlendirildim. Ayrıca masabaşında çalışıyor bile olsa bir haber yüzünden bir gazetecinin ve ailesinin başına türlü belalar gelebiliyor.


Toplantıda gazetecileri en çok askerlerle, polislerle kıyaslayıp ‘gazeteciler onlar kadar yıpranıyor mu ki?’ diye soruyorlardı. Ben de polisin ve askerin de geri hizmette çalışanlarının olduğunu, ancak bu kişilerin yıpranma hakkından yararlanabildiğini hatırlattım. Ayrıca “şöyle bir iddiada bulunabilirim, asker savaşırken belli bir cephede savaşıyor, dolayısıyla gazetecinin yaptığı iş daha tehlikeli. Çünkü düşman saflara gidiyor gazeteci ve silahı yok” dedim. Gazeteciler Cemiyeti olarak yıpranma hakkının 2008’de kaldırılmasından önceki haliyle uygulanmasını savunuyoruz, bunu toplantıda da kesin ve net şekilde ifade ettim.

***
NE OLMUŞTU?
AKP hükümeti, 1 Ekim 2008'de Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) Yasası'nda yapılan değişiklikle, gazetecilerin yıpranma payını kaldırılmıştı. Daha önce gazeteciler, her 360 günlük çalışmaları karşılığında bunun dörtte biri oranında (90 gün) itibari hizmet süresi kazanmaktaydı. Böylece kazandıkları itibari hizmet süreleri sigortalılık sürelerine ilave ediliyordu. Bu da daha erken yaşta emekli olmalarına olanak sağlıyordu.