İhtiyaç odaklı üretime dönüş

INGAR SOLTY
Çeviren: Fatih Kıyman

Yaşadığımız salgın hem ekonomik bir kriz, hem bir sağlık krizi. OECD ülkelerinin sağlık sistemleri ve içinde bulundukları ekonomik sistem sınavdan geçiyor. Son birkaç on yılda nüfusa oranla yatak sayısının hastanelerde yarıya düştüğünü gördük. Bu esnada ülke nüfusları da gitgide yaşlanıyordu. Bunu yalnızca son on yılın kemer sıkma politikalarına bağlamak doğru olmaz. Asıl sebep, son kırk yılın neoliberal düzeni.

2008 krizi işçi sınıfı için fırsat değil, tehlike ekseninde şekillendi. Emeklilik güvenceleri, sağlık hizmetleri, kamu kadroları, asgari ücretler, toplu sözleşme hakları… hepsinde kesintiye gidildi. Sunulan gerekçe ‘rekabet gücünü korumak’ ve kamu borcunu azaltmaktı – ki kamu borcuna yük olan asıl maliyet, bankaların iflastan kurtarılmasıydı.

Peki, bugünün krizi neye benziyor? Tehlikeler açık. Neoliberalizm öldü demek için çok erken çünkü borç ödemeleri ertelendi, devletler parasal genişlemeye gidiyor ve hatta kamulaştırmalar konuşuluyor. 2008’de de tam olarak bunlar yapılmıştı ve iki sene sonrasında bankaların devlet eliyle kurtarılacağı ilan edildi. İçinde bulunduğumuz kriz bu anlamda tehlikelerle dolu, fakat aynı zamanda fırsatlar da mevcut.

TEMEL İŞÇİLER

Covid-19 krizi, toplumun işlevselliğini muhafaza etmek için asıl kimlerin emeğine ihtiyaç olduğunu gözler önüne serdi. Hangi işçi grupları 2008’in bankaları gibi, ‘kurtarılmak zorundadır’? Siyasetçiler bir anda emekçileri alkışlamaya başladılar; hemşireleri, kasiyerleri, depo çalışanlarını, lojistik işçilerini, çöp toplayıcılarını… Tarım işçileri karantina kapsamı dışında tutuldu ve göçmen işçilerin hasatlara yardım etmek için seyahat etmesine izin verildi.

İşçiler bu krizin ön cephesinde. Topluma hizmet ediyor, enfeksiyon ve ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Fakat menkul kıymetler borsalarında çalışan takım elbiselileri, danışmanlık firmalarını, şirketlere çalışan hukuk bürolarını kimse özlemiyor. Yıllardır ‘görünmez’ hale gelen, maaşlarının ve ihtiyaç duydukları temel sağlık hizmetlerinin ‘bütçe yükü’ ağır görülen kitleler bir anda kahraman oluverdi.

Bu söylem değişikliği önemli fakat şu da hâlâ bir gerçek; alkış karın doyurmuyor. Uluslararası siyaset öncelikle şirketleri kurtarmaya bakıyor ve işçileri ikinci plana atıyor. Fakat oluşan söylem değişikliğiyle birlikte maaşlı çalışan kitlelerin kendilerine yeni özgüven bulmaları, yeni bir sınıf bilinci geliştirmeleri eskisinden daha mümkün. ‘Kurtarılmak zorundalar’ ve adil maaşları hak ediyorlar!

YENİ BİR ‘GURUR’

Sol siyasette bu anlayış genelde işçi sınıfına ‘acıma’ şeklinde tezahür ediyor. Emekçilerin toplumdaki kritik rolünden ziyade, kırılganlığı ve çaresizliği ön plana çıkarılıyor. Toplumsal serveti, doğal kaynakları işleyerek asıl yaratanın işçiler olduğu nadiren telaffuz ediliyor. Fakat gelinen noktada emekçilerde yeni bir ‘gurur’ görüyoruz. Bu çok önemli bir olgu!

Fakat işçilerin artan özgüveni söylemde değil, icraatta karşılık buluyor. Şirket yöneticilerinin ölçüsüz taleplerine karşı direniş şekilleniyor.

FABRİKA EYLEMLERİ

Almanya’da iş kaybı ödeneğinin hükümetin öngördüğü yüzde 60 seviyesinden, yüzde 90 seviyesine çıkarılması için sendikalar yoğun bir mücadele içinde. Gereksiz üretim yapan fabrikaların üretimi durdurması ve hükümetlerin sendikalarla masaya oturması için birçok ülkede grevler yapılıyor. İtalya’da Fiat fabrikasında, demir-çelik sanayiinde, tersanelerde, uçak fabrikalarında eylemler var. İspanya’da Mercedes, Iveco ve Volkswagen fabrikalarında eylemler var. Amerika’da Fiat Chrysler, Whole Foods, General Electric ve Amazon’da… Detroit eyaletinde otobüs şoförleri, insanların otobüslere biletsiz binebilmelerini mümkün kıldı. Covid-19 krizinde şekillenen emekçi hareketler şu aşamada saymakla bitmez.

Kriz aynı zamanda neoliberal devletin çaresizliğini gözler önüne seriyor. Avrupa Komisyonu evinde 3D yazıcı olanların tıbbi teçhizat üretimine destek vermesi için çağrıda bulunduğunda, sistemin içeriden çürümüş olduğu anlaşıldı. Kriz yönetiminde alışılmadık önlemler alınıyor. Örneğin, İspanya’nın merkez sol hükümeti hastaneleri kamulaştırma kararı aldı çünkü neoliberal, özelleştirilmiş bir sağlık sistemi tabii ki kamu sağlığına hizmet etmiyordu. Hissedarların kazancına ve azami kârlılığa hizmet ediyordu. Sağlık alanında kamu harcamalarının düşmesi, zenginlerin ve şirketlere vergi kesintileri sunmaktan başka bir işe yaramıyordu.

ÜRETİMİ DÖNÜŞTÜRMEK

İçinde bulunduğumuz tarihi kriz başarıyla aşmamız için en önemlisi şu; ekolojik açıdan sürdürülebilir ve demokratik süreçlerle tasarlanan bir ekonomik sisteme geçmeliyiz. Bu da üretimin anlamlı alanlara kaydırılması ve kontrolsüz küreselleşmenin dizginlenmesi anlamına geliyor. Kriz bu anlamda da kendi fırsatlarını kendi sunuyor.

Çin’de patlak veren kriz ve bir anda kapanan uluslararası sınırlar temel ihtiyaç malzemelerinin tedarikini zorlaştırdı. Özelleştirilmiş, kâr odaklı üretim sisteminde, maliyet gerekçesiyle tıbbi cihazların dahi Çin’den ithal ediliyor olmasının toplum sağlığını tehdit ettiği anlaşıldı. Bu krizi aşmak istiyorsak çevresel açıdan sürdürülebilir ekonomik, demokratik süreçlerle planlanan bir ekonomik model geliştirmeliyiz. Üretimin coğrafi dağılımını yeniden şekillendirmeli, küreselleşmeyi dizginlemeliyiz. Krizin sunduğu diğer bir fırsat da bu.

Devletlerin üretime yönelik ‘müdahaleci’ ve ‘savaş ekonomisi’ benzeri yaklaşımları gösteriyor ki, sanayinin sosyo-ekolojik bir düzlemde dönüştürülmesi mümkün. Devletlerin eski ‘statükoya’ dönmek yerine, bunu ‘başarmak istemeleri’ yeterli.

KRİZİ YÖNETMEK

Ülkeleri yönetecek eko-sosyalist hükümetlerin neler yapabileceğini görüyoruz. Eğer toplumları uzun vadeyi düşünerek planlarsak, gezegenimizi ve toplumlarımızı yok etme pahasına hissedarlarının ceplerini dolduran şirketlerin kısa vadeli kazanç hırsına esir olmazsak neler yapabileceğimizi görüyoruz. Şu an krizi yönetmek adına uygulanan üretim koşullarında, geleceğin ekonomik ve toplumsal düzenine dair ipuçları yakalıyoruz. Odağın kârlılığın artmasından çıkarılıp, toplumun ve yerkürenin ihtiyaçlarına kaydırılması mümkün.

Yaşadığımız kriz, tarihsel bir yol ayrımı. Rüzgar, halkın ve planlı çözümlerin lehine esiyor. Ancak başarı kendinden gelmeyecek. Parasal genişleme, ekonomik planlama ve endüstriyel dönüşüm uzun sürmeyecek, kalıcı olmayacak. Ekonomiyi toplumsal çoğunluğun ve gezegenimizin yararına hizmet edecek şekilde dönüştürmeyecek. Solun şimdi harekete geçmesi gerek.

Marksist eleştirmen Walter Benjamin Pasajlar kitabında şöyle yazar: “İyi bir mantık bilgini olmak, tarihin rüzgârını yelkenlerinize doldurmak demektir. Yelkenlerimiz, fikirlerimizdir. Fakat yelkenlerinizin hazırda olması yetmez. Belirleyici olan, yelkenleri nasıl açacağınızı bilmektir.”

Kaynak: Jacobin