Behiç Ak, 16 yıl önce su krizini ele aldığı “Ayşe’nin Bulut Projesi” kitabının yeniden baskısını yaptı. Ak, “Sorunları çözebilmek için bilimi teknolojinin tahakkümünden kurtarmamız gerekiyor. Yapmaktan önce anlamalıyız” dedi.

İhtiyaç, saf bilim
Fotoğraf: BirGün

Işıl ÇALIŞKAN

“Gülümseten Öyküler” ve “Tombiş Kitaplar” dizilerinin yanı sıra resimli öyküleriyle de bilinen sanatçı, düşünür Behiç Ak, “Ayşe’nin Bulut Projesi” kitabının yeni baskısı ile okurların karşısında. Günışığı Kitaplığı etiketiyle yayımlanan kitapta Ak, doğayla insanın uyum içinde yaşayacağı bir gelecek için bilimsel bir öykü anlatıyor. Dünyanın en önemli sorunlarından su krizine dikkat çekerken, bir çocuğun gözünden, kentleşmenin, ormansızlaşmanın, iklim değişikliğinin gezegenimizin su kaynaklarına ciddi etkilerini aktarıyor. Su uzmanı Dr. Akgün İlhan’ın danışmanlığında yenilenen resimli kitap, çocukları ve yetişkinleri, topraktan havaya, gezegenimizin tüm ekosistemi üzerine ortak okumalara ve birlikte öğrenmeye çağırıyor. Ak ile kitabını konuştuk. 

Ayşe’nin Bulut Projesi ilk olarak 2007de, WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından yayımlanmıştı. Kitabınız, su uzmanı Dr. Akgün İlhan’ın danışmanlığında güncellenerek Günışığı Kitaplığı etiketiyle tekrardan okurlarıyla buluştu. Kitabınızda, su krizini ve etkilerini çocuklara anlatırken hangi hassasiyetleri gözettiniz? Bir su uzmanıyla çalışmanın kazanımları neler oldu?

Aslında çevre sorunlarıyla ilgili bilgi ve yaklaşımlar her geçen gün yenileniyor. Bu yüzden, her yeni baskıda gözden geçirmek gerekiyor. Hem benim hem de uzmanların kontrolünden geçmeli tekrar tekrar. Bu yüzden çok faydalı oldu. “Ayşe’nin Bulut Projesi” çocuklar için yazılmış popüler bir bilim kitabı sayılabilir. Bilimsel bir konuyu basitleştirerek, içine mizahi, görsel öğeler katarak hikâyeleştirerek anlatmak yoğun bir çaba gerektiriyor. Bilgi, hikâye ve görsellik arasındaki dengeyi hem çocukların hem de yetişkinlerin anlayabileceği şekilde kurmak hiç de kolay değil. “Bu bilgileri çocukların edinmesi zor,” demişti bir keresinde bir arkadaşım. Ben de “Aslında çocuklar bu konulara yatkınlar ve birçoğu da biliyor” diye cevap vermiştim. Bu konuları bilmeyen ve bildiklerini sananlar yetişkinler... Ortaokulda “fotosentez”in ne olduğunu öğreniyorlar ve sonra ise unutuyorlar. Bu tür kitaplar çocuğun ve yetişkinin birlikte öğrenmesine katkı sunabilir. İlk amacım bu.

İklim krizine dikkati çekmek ve son yıllarda küresel ısınma konusunda oluşturulan kamuoyuna destek için yazarlara düşen sorumluluklar hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum.

İklim krizi kolay çözülecek bir problem değil. Özellikle, sadece “büyümeyi” gelişmek olarak gören, “küçülebilmekle” ilgili hiçbir düşünce ve pratiğe sahip olmayan insanlar için. Bu bakış açısının değiştirilmesi zorunluluğu elbette ki çağımızın düşünürlerine sorumluluk yüklüyor. Bunlar içinde yazarlar da var. Kullandığımız kavramların sorgulanması, doğayla uyumlu bir yaşam için gerekli. Yirminci yüzyıl “doğa dostu kavramlar” üretmekte yetersiz kaldı. Bunun da en temel nedeni, “ilerlemeci” anlayışın bu yüzyıla damgasını vurmasıydı. Tabii ki teknolojik gelişmeyle bilimsel gelişmenin bir tutulmasının da bunda çok etkisi var. Bilimin asıl amacının ne olduğu unutuldu. Bilimin ana amacı, anlamaktır. Bilimin tek amacı, fazla üretim yapmamızı sağlayacak yeni teknolojiler üretmek değildir. E= MC 2 formülüne bakınca ilk aklımıza gelen şey “Atom Bombası” üretmek olmamalı. Yeni bir şey üretirken, kılı kırk yararak düşünmeliyiz artık. Çünkü aşırı mal ve enerji üretimi, doğayla birlikte onun bir parçası olan insanı da yok ediyor. Her fazla üretilen malın, insanlığı tehdit eden bir atom bombasına dönüştüğünü unutmayalım.

Yaşadığımız topluma “tüketim toplumu” diyoruz, ama bu yanlış bir tanımlama. Biz “aşırı üretim toplumunda” yaşıyoruz ve küresel ısınmanın temel nedeni de bu. Ne yazık ki, teknolojik gelişme tarafından hipnotize edilmiş bir toplumda yaşıyoruz. Teknolojik gelişmenin her türlü sorunu çözeceği bakışı bilimsel değildir. Günümüz teknolojisi pazar ekonomisine bağımlıdır. Zaten çevresel problemlerin de temelinde bu vardır. Sorunları çözebilmek için bilimi teknolojinin tahakkümünden kurtarmamız gerekiyor. Yapmaktan önce anlamalıyız. Bunun için de bilime, saf bilime ihtiyacımız var. Yani anlamaya.

Kitabın en önemli noktası, son yıllarda şiddetini giderek artıran kuraklığın, hem doğal yaşamı hem de insanlığı nasıl tehdit ettiğini adım adım, bilimsel veriler eşliğinde anlatıyor olmanız. Bu verilerin çocuklarda nasıl bir “farkındalık” yaratmasını umuyorsunuz?

Aslında çocuklar için bir doğa kitabı yapmak, kendimi suçlu hissetmeme neden olmuyor değil. Çünkü biz yetişkinler bu sorunların çözümünü çocuklara havale ediyoruz gibi geliyor. Eğer böyleyse, çocuklar da büyüyünce bu sorunları çocuklarına havale edecekler ve sorunlar hiç çözülmeyecek. Benim ümidim, bu tarz kitapları çocuklar ve büyüklerin birlikte okumasında. Ortak bir sorumluluk alanı oluşturmasında. Bu yüzden sadece çocuklarda bir farkındalık yaratmayı asla yeterli görmüyorum. Yetişkinler de oyunun bir parçası olmalı. Yetişkinler, tüketim modellerine yenildiler... Ya başarılı ya başarısız ya da borçlu oldukları için teslim oldular. Çocuklarda yaratılan farkındalık, yetişkinleri de bu teslimiyetten kurtarabilir.

Kitabınızla, çocukları ve yetişkinleri, topraktan havaya, gezegenimizin ekosistemi üzerine ortak okumalar yapmaya ve birlikte düşünmeye davet ediyorsunuz. Bu davetin öneminin altını çizmek istiyorum. Bu davetin kazanımlarına dair neler söylemek istersiniz?

Çocukların büyüklerden öğrenebileceği şeyler olduğu gibi yetişkinlerin de çocuklardan öğrenecekleri çok şey var. Çocuklar ve yetişkinlerin oluşturduğu ortak alanın dönüştürücü gücüne inanıyorum. Ne yazık ki, yetişkinler, çocuklarının sadece “başarılı” olmasını istiyorlar. Ne konuda başarılı olduklarıyla çok ilgilenmiyorlar. Başarı kavramı yetişkinler için sorgulanmamış bir statüden ibaret. Oysa zaman gittikçe daralıyor. Çocukluğunda aldığı iyi bir eğitim sayesinde çok başarılı olmuş geleceğin yetişkinini çok kötü bir dünya bekliyor. Toplumsal bir mücadele gücü edinmemiş bireyin bu şartları değiştirme olasılığı hiç yok. Toplumsal sorumluluk alma ve dönüştürme yetisi kazanma, bireysel başarıdan çok daha önemli oysa. Yetişkinler, “Bu dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık,” gibi anlamlı sözlerin arkasına sığınmamalılar artık. Eyleme geçmeliler. Bunun için de ilk adım kuşkusuz “anlamak” olmalı.

Doğa, ekosistem, küresel ısınma konularında bilimsel bilgiyle donanımlı bireyler haline gelmeliler. Sadece çöp atarken kâğıtları, camları, plastikleri ayrıştırmayı çevrecilik zanneden tüketiciler olmaktan kurtulmalılar. Aşırı üretime karşı mücadele etmenin yollarını aramalılar. Örneğin, pet şişeler, mikro plastikler gibi dünyayı ele geçiren zararlıların üretiminin yapılmaması için mücadele etmeliler. Sürekli daha fazla enerji talebi oluşturan sistemin eleştirisi çok önemli. Büyüklerin ve çocukların oluşturduğu alan içinde ekolojik mücadele ve sosyal mücadelenin bir arada yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Çocuklar bugün ne yazık ki büyük kentlerden dışlandılar. Kendi odalarına ve ekrana hapsolmuş bir şekilde yaşıyorlar. Son derece pasifleştirilmiş durumdalar. Aynı şey sadece “tüketici kimliği” içine sıkıştırılmış yetişkinler için de geçerli. Bu ortak alanın dönüştürücü gücüne ihtiyacımız var.

Kitaplarınız çocuklar tarafından çok seviliyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz? Kitaplarınızda çocukları yakalayan ne?

Çocuk hikâyelerini önemsiyorum. Küçücük bir hikâyenin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Aklıma gelen bir fikirle hemen bir hikâye yazmak gibi bir yaklaşımım hiç olmadı. Çocukların okurken hoşuna gidecek bir metin yazmak tüm yaşam deneyimini içeren bir faaliyet neredeyse. Müthiş bir enerji ve yoğunlaşma ve yaratıcılık istiyor. İlk defa okumaya başlayan çocukların, sevdikleri metinlerle karşılaşmasının okuma alışkanlıklarını geliştireceğini biliyorum. Yetişkinlerin, okumaktan sıkılan çocukları eleştirdikleri zaman, kabahati metinden çok çocukta bulduğu bir dünyada yaşıyoruz. Aslında ilk okunan metinlerdeki zevk unsuru bu yüzden çok önemli. Aksi takdirde çocuk “okuma zorluğu var bizim çocukta” gibi cümlelerle etiketleniyor. Bu kesinlikle doğru değil. Çünkü çocuk, okumak istediği metinle karşılaşmadığı için okuyamıyor aslında. Yazara büyük sorumluluk düşüyor bu yüzden. Hem çocuğa bir entelektüel gibi davranmak, hem onu yaşamın bildik hikâyelerin kalıplarının dışına çıkartmak amacım. Sanırım çocuklar onlara verdiğim değeri fark ediyorlar. Hikâyelerime verdikleri değerle de hissettiriyorlar bunu. Çocuk hikâyeleri, her konu üzerinde gezinebilmeli ama çocuğun dünyasında yaralar açan negatif etkiler oluşturmamalı. Bütünlük duygusunu bozmamalı, hatta güçlendirmeli. Çünkü yetişkin olduğunda, hayatın negatif etkileriyle fazlasıyla karşılaşacak zaten, işte o zaman bu bütünlük duygusuna fazlasıyla ihtiyacı olacak.