Göçmen haklarını için Mülteci Günü’nü ilan eden Batı, artan göçmen karşıtı politikalar ile tepkilerin odağında. Uzmanlar ise bu tür politikaların artacağını söylerken çözüm için uluslararası anlaşmaları şart koşuyor.

İkiyüzlülüğün günü
Fotoğraf: DHA

Umut SERDAROĞLU

Birleşmiş Milletlere (BM) tarafından 2001 yılında mülteci haklarına dikkat çekmek için ilan edilen Dünya Mülteci Günü’nün bugün 22’nci yıldönümü. Her ne kadar bugün mülteci haklarına dikkat çekmek için kutlansa da dünya genelinde artan göçmen karşıtlığı büyük sorun teşkil etmeye devam ediyor. Dünya, özellikle mültecilere karşı nefret söylemlerin, göçmen karşıtı politikaların ve emek sömürüsünün arttığı bir dönemi yaşıyor.

Savaştan yoksulluğa, krizlerden doğal afetlere mülteci sayılarında son zamanlarda büyük bir artış yaşandı. Mülteci artışıyla birlikte sağ popülist siyasetçiler güçlendi, mültecilere yönelik hak ihlalleri arttı. İnsanlık dışı uygulamalarla mültecilerin sınır geçişleri engellenmeye çalışıldı. Son olarak Yunanistan açıklarında mülteci taşıyan teknenin batması 78 kişinin hayatını kaybetmesine, 500’e yakın kişinin de kaybolmasına yol açtı. İnsan hakları savunucuları, Yunan yetkilileri suçladı. İtalya’da sağ popülist Başbakan Giorgia Meloni, artan sığınmacı ve mülteciler nedeniyle 6 aylık OHAL ilan etti. İngiltere ve Fransa göçü engellemek için anlaşma imzalayarak birbirleri için mali destek sağlayacaklarını açıkladı. Yeni bir iltica politikası izleme kararı alan Avrupa Birliği (AB) de “sığınma şansı” düşük göçmenlerin ülkelerine geri gönderileceğini açıkladı. Ayrıca alınan yeni kararla sığınmacı istemeyen ülkelere ‘güzellik’ yapılarak sığınmacı başına 20 bin avro ödeyecek devletlerin göçmen kabul etmek zorunda kalmayacağı bildirildi.

İlerleyen zamanlarda dünya genelinde bu tür mülteci karşıtı politikaların daha da artacağının altını çizen Oxford Üniversitesi Mülteci Çalışmaları Merkezi Araştırma Görevlisi Dr. Derya Özkul, Birleşmiş Milletler Mülteci Komiserliği (BMMYK) gibi kurumlar da etkin bir rol oynamadığı için eleştirdi.

GÜNAH KEÇİSİ GÖÇMENLER

Özellikle dünya genelinde sağ popülist politikacıların ülkelerinde yaşanan sorunlara odaklanmayıp göçmenler üzerinden oy kazanma dürtüsü içerisinde olduğunu belirten Dr. Derya Özkul, “Sağ popülist siyasetçilerin üzerinde odaklandığı en büyük konulardan biri göçmenlerin toplumu değiştirdiği düşüncesi. Maalesef, aynı siyasetçiler ülkede eşitsizliğin artması, gıda fiyatlarının yükselmesi, tüketim alışkanlıklarının değişmesi, doğanın tahrip edilmesi, şehirlerdeki hızlı ve plansız yapılaşma gibi konuların toplum üzerindeki büyük etkilerine değil, sadece göçmenlerin toplumu değiştirdiğine odaklanmaktalar” dedi.

İzlenen bu yolun uzun vadede büyük sorunlara yol açabileceğini dile getiren Özkul, “Bu tür söylemler sağ popülist politikacılar için en kolay yol, çünkü diğer değişikliklerden belki de kendileri de fayda sağlamakta ya da diğerlerini seçmenlerine anlatması çok daha karmaşık. Kendi dışındakini suçlamak, seçmenlerini güvenmemeye itmek, artan kırılganlıkların sorumlusunu sadece göçmenlere yüklemek, kısa vadede kolay olsa da uzun vadede çok tehlikeli bir yol. Tarihte örneklere baktığımızda, uzun vadede zorla uygulanan asimilasyon politikalarından, zorla yerinden edilmelere kadar giden çeşitli tehlikeli politikalar görüyoruz.

SORUN GÖÇ YÖNETİMİ

BMMYK gibi göç kurumlarının etkin bir rol oynamadığını belirten Dr. Derya Özkul, izlenmesi gereken yolu şu sözlerle anlattı: “BMMYK tamamen üçüncü ülkelerin inisiyatifinde çalışıyor. Her yıl, üçüncü ülkelerin belirlediği kota sayısı kadar mültecinin geçişini sağlayabiliyor. Aynı zamanda her sene ancak bu ülkelerin istediği doğrultuda mültecilerin üçüncü ülkeye gitmesini sağlayabiliyor. Örneğin üçüncü bir ülke, o sene sadece çocuklu aileleri tercih ederse, yalnız bir erkek mültecinin geçişini sağlaması imkansızlaşıyor. Bu nedenle BMYYK, her ne kadar dünyadaki birçok ülkede mülteci statüsü veriyor olsa da aslında gerçekte mültecilerin yüzde birinden bile daha azının yerleştirilmesini sağlıyor. Bu nedenle mültecilerin haklarını korumak tüm ülkelerin ortak sorumluluğudur ve ancak birlikte geliştirilen politikalar ile sağlanabilir.”

ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi Araştırma Görevlisi Doç. Dr. Polat Alpman ise Türkiye’de son zamanlarda artan göçmen karşıtlığı üzerine konuştu. Göç yönetiminin göçmen karşıtlığının artmasında büyük bir etken olduğunu aktaran Alpman şunları söyledi: “Öncelikle şunu kabul etmeliyiz ki bazı yurttaşlar göçün Türkiye’nin ekonomisi, geleceği, sosyal dokusu üzerindeki etkisinden endişe duyuyor. Bu durum göçmenlerle değil, göç yönetimiyle ilgili ve bu konuda eleştirel görüş sahibi olan herkes göçmen karşıtı değil. İkincisi kitlesel bir göç hareketi var, bu küresel bir olgu ve göçmenlerin esnaf, işçi, öğrenci, müşteri gibi biçimlerde gündelik yaşamda görünür olmaları genel olarak bir kimlik endişesine neden oluyor. Yine Türkiye gibi halihazırda kendi kimliğiyle sorunu olan bir toplumda bu çeşitliliğin ve değişimin korkuya, paniğe neden olmaması da beklenemez.”

Sosyal medyanın nefret söylemini kitlelere yaymak için araç olarak kullanıldığının altını çizen Alpman, “Sosyal medya, insanların nefret söylemini anonimleştirdi ve bunun kitlelere yayılmasını kolaylaştırdı. Bu durum göçmenlere karşı korku ve düşmanlık iklimine yol açtı, onları nefrete ve şiddete karşı daha savunmasız hale getirdi” diye konuştu.

Göçmenlerin hükümetin siyasi faaliyetlerinin bir aracı olarak görülmesi de nefret suçuna ortam hazırladığını ifade eden Doç. Dr. Polat Alpman, “Ayrıca bunun etkili olmasını sağlayan ise ekonomik sorunlar. Göçmenlerin işçi sınıfına rakip olarak konumlandırılmaları ve işsizliğin artması, ücretlerin düşmesi, iş güvencesinin kaybedilmesiyle birlikte oluşan öfkenin en zayıf halka olan göçmenlere yönelmesi de bu nefreti besliyor. Oluşan bu zemin bazı siyasi liderler ve gruplar tarafından siyasi güç kazanmak için bilinçli olarak kullanılıyor ve göçmen karşıtı propagandalar politik manipülasyonlar için elverişli hale geliyor” dedi.

GEÇİŞ KOLAYLAŞTIRILSIN

Göçmen sorununu çözmenin temelinde uluslararası iş birliği olduğunu da söyleyen Alpman, “uluslararası iş birliğinin önünü açmak, başta AB olmak üzere mültecilerin güvenli bir biçimde yerleşebilecekleri ülkelere geçişlerini kolaylaştırmaktır. Ne Türkiye ne de bir başka ülke mülteci kampı olarak kullanılamaz. Bu nedenle, sadece AB ülkeleri değil hukuk devleti olan bütün medeni ülkeler, uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri mültecilerin korunması ve istihdam edilmeleri konusunda iş birliği yapmalı, deneyim ve en iyi uygulamaların paylaşılmasını örgütlenmesini sağlamalıdır” ifadelerini kullandı. 

Mülteci ve Türk işçilerinin ülkede sömürüye kurban gittiklerinin altını çizen Alpman şöyle konuştu: “Türkiye’deki göçmen emeğini sömürerek büyüyen sermaye sınıfıyla göçmen ‘dostu’ iktidar arasındaki ilişkiyi görebilirsiniz. Göçmen işçilere bugün yapılan kötülük yarın yurttaş işçilere yapılacak. Bugün göçmen işçilere düşük ücret verilmesine razı olursan, göz yumarsan ya da göçmenleri suçlarsan yarın sen de o düşük ücretlerle çalışırsın. Bunu örgütleyecek bir siyasi mücadeleye ihtiyacımız var.”

SON 5 YILIN MÜLTECİ VERİLERİ