Ertuğrul Özkök, iki yıl önce “Bu vahşeti her yıl böyle anarak iyi bir şey mi yapıyoruz?'' diye sormuş “Hayır'' yanıtını verdikten sonra da “onu ‘nefreti üreten’ bir ayin olmaktan çıkarıp, ‘sevgiyi ve kardeşliği aşılayan’ bir şölene dönüştürelim.''demişti.


Dün, bir hastane odasında Hürriyet, Milliyet, Sabah, Akşam, Yeni Şafak gibi gazetelerimize göz atarken, Sayın Özkök’ün yazdıklarını ve “vur deyince öldürme'' huyumuzu düşündüm. Gözümden kaçanlar varsa şimdiden özür dilerim, ama baktığım bu gazetelerin onlarca köşe yazarından biri bile Sivas’tan, Madımak’tan söz etmemişti. “Köşe yazarları amiral gemisinin kaptanını yanlış anladılar , ‘böyle anmayalım’ı ‘hiç anlamayalım’ şeklinde okudular'' gibi abuk sabuk şeyler düşündüm.
Gerçekten saçma düşünceler bunlar... Ama bunca gazetenin bir tek yazarının bile, 11 yıl önce Sivas’ın Madımak Oteli’inde 37 insanın diri diri yakılarak katledilişine değinmemesi pek sağlıklı bir durum gibi gelmedi bana. Hazır hastanedeyiz, etrafta uzmanlar da var, bir psikiyatr arkadaşa böyle durumlarda unutmanın yararı olup olmayacağını sordum. “Unutmak, inkar ve yok saymak en ilkel savunma tepkisidir. Bu tür travmaları aşmanın, böyle durumlarda tedavinin en iyi yolu, olayı unutturmak değil konuşturmaktır'' dedi.


Birkaç yıl arayla kaybettiğimiz kayınpederimi ve babamı anımsadım. Babam bir ilkokul öğretmeniydi. Yaşadığımız kasabada Aleviler de Suniler vardı. Bizim için pek önemli olmasa da, bu ayırımı önemseyenler, zaman zaman alay konusu yapanlar olurdu. Böylesi durumlarda pek ses çıkarmayan Alevi dostlarının yanında “Ben de Aleviyim. Var mı onlar gibi temiz insan?'' diye çıkışan babamın tavrını yıllarca ben de sürdürdüm. Çocukluk oyunlarını beraber oynadığımız Alevi arkadaşlarımın, Alevi olduklarını, onlar unutmak isteseler bile, ben unutmadım. Alevi değilmiş gibi davrananlara en çok ben kızdım. Kayınpederim bir Almandı ve II. Dünya Savaşı’nda 18 yaşında bir asker olarak Alman ordusuyla Rusya’nın içlerine kadar girmişti. Savaştan söz etmekten hoşlanmazdı. Asla Naziler'e sempati duymamıştı. 29 Mayıs 1993’te Solingen’de neo-Naziler Madımakvari bir katliamla Türkler'i yaktıklarında hüngür hüngür ağlamıştı. “Burayı Auswitch gibi yapmak lazım. Anıt-mezar yapmak lazım. 100 yıl sonra da Almanlar burayı görmeli, burada yapılanları anımsamalı'' demişti. Şimdi Solingen’deki o ev bir anıt mezar. Madımak Oteli’nin altı ise kebapçı!

“Madımak bir daha böyle katliamlar yaşanmasın diye ‘barış ve dostluk’ müzesi yapılmalıdır. Devlet insanlık ayıbını ancak böyle temizler'' diyen Avrupa Alevi Dernekleri Federasyonu Başkanı Turgut Öker çok haklı! Solingen’de Almanlar kendi milletlerinden sapıkların Türkler'i yaktığı evi anıt mezar yaparken, burada biz, bizi yaktığımız bir oteli kebapçı yapıyoruz... Hani nerede insanlığımız, Doğulu hasletlerimiz, Batılılarla insanlık yarıştırırken göklere çıkardığımız İslami değerler nerede? 37 insanın cayır cayır yakıldığı bir yerde kebap yiyebilmek... Bu nasıl bir insanlık halidir?


Tamam Sivas’ı nefreti yeniden üretecek şekilde anmayalım. Geçmişte yaşanan hiçbir şeyi nefret üretecek şekilde anmayalım! Ama unutmayalım da. Unutmak Madımak’ı yaratan toplumsal hastalıklarımızı tedavi etmez. Aradan bin yıl bile geçse, orada yaşananları bütünüyle unuttuğumuz an, Madımak’ta yakılan ateşin en güçlü yandığı an olacaktır. Bugün hala yanan o ateşi, belki orada yaşananları hep anımsatan bir anıtın varlığı söndürebilir. Bir taksi şöförünün dikiz aynasının altına yazdığı sözdeki gibi “Unutma, unutulanlar, unutanları asla unutmazlar'' O gün yakılan 37 insan, asıl onları ve yakanları unuttuğumuzda, hergün yanıyor olacaklar.