Bakırçay Üniversitesi İktisat Bölümü Başkanı Prof. Sacit Hadi Akdede, IMF yardımının krizin çözümü olmadığını ifade ediyor. Akdede’ye göre ekonominin reel tarafı çalışmıyorsa mali cambazlıklarla uzun süre idare edilmez

IMF yardımı krizin çaresi değil

NAMIK ALKAN

Prof. Dr. Sacit Hadi Akdede, Türkiye’nin bu yıl içinde yaklaşık olarak 170 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gerektiğini söyledi. Bunun için bazı kesimlerin dış destek için tek kaynağın IMF olduğunu dile getirdiğini kaydeden Akdede, IMF yardımının krizin çaresi olamayacağını anlattı.Bakırçay Üniversitesi İktisat Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sacit Hadi Akdede, BirGün’ün sorularını yanıtladı

►Koronavirüs salgını insan kayıpları yanında ekonomileri de krize sürükledi. Türkiye’nin bu yıl için de borç ödemesi yapması gerekiyor. Bunun için bazı kesimler dış destek için tek kaynağın IMF olduğunu dile getiriyorlar. Neler söylemek istersiniz?

Ülke vadesi gelen kısa dönemli borçlarının hepsini ödeyebilecek konumda görünmemektedir. Türkiye’nin bu yıl içinde yaklaşık olarak 170 milyar dolar dış borç ödemesi yapması gerektiği, bunun yanında Merkez Bankası’nda 30-40 milyar dolarlık bir döviz rezervi olduğu vurgulanıp, dış desteğe ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Bankalarda döviz hesaplarında tutulan dövizin de yeterli olmayacağını belirten Türkiye içinden bazı kesimler bu dış desteğin tek kaynağının IMF olduğunu sık sık dile getirmektedirler. Bu kesimlere göre ancak IMF gibi bir kurumun desteklediği bir ortamda piyasalarda güven oluşur, dövizin fiyatı ancak bu durumda çok artmaz ve borçlar çevrilebildiği sürece dışardan aramalı alımı devam eder, imalat sanayi üretimini sürdürebilir. IMF’nin direktifleri doğrultusunda oluşan model de devam eder. Bu modelde, bağımsız merkez bankaları, enflasyon üzerinde belirlenen bir faiz oranı ile sıkı para politikası, serbest sermaye hareketleri, rekabetçi kur (serbest döviz piyasası) vardır.

Bu bakış açısına göre elbette IMF programı sonucu bir stand-by anlaşması imzalanmak durumundadır. Ancak bu bakış açısı, uzun dönemde borçların azalacağını, gelir dağılımın uzun dönemde düzeleceğini, büyümenin pozitif olacağını, yatırımların artacağını, Türkiye’yi bağımsız ve kendi planlarını kendi yapan bir ülke konumuna sokacağını garanti edememektedir. Yıllardır uygulanan IMF programlarından sonra hep başa dönülmesinin nedenlerini araştırmak ve ülke olarak kendimize çeki düzen vermek için belki de bu kriz çok önemli bir araç olmuştur.

►Türkiye yıllardır aldığı döviz borcuyla ne yapmış?

Hemen şunu belirtmekte fayda var: Türkiye yıllardır aldığı döviz borcuyla döviz kazandırıcı işler yapamamış, bu dövizi iyi kullanıp döviz kazandırıcı mallar üretememiş, yurtdışına döviz getirici mallar satamamış, döviz imf-yardimi-krizin-caresi-degil-724484-1.rezervlerini arttıramamış bir ülke durumundadır. Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın verilerine göre derlediğimiz rakamlara göre 2015 yılındaki GSYİH büyüme oranını ayrıştırdığımızda GSYİH’nin alt sektörlerine göre en büyük büyüme katkısını finansal hizmetler sektörü yaratmıştır. Diğer bir deyişle en büyük katkı ekonominin reel sektörleri denen mal ve hizmet üreten sektörlerden değil, finansal hizmetler sektöründen gelmektedir. Bu sektördeki balonlar da maalesef GSYH’yı suni olarak arttırmaktadır. Türkiye ekonomisinin yapısına ilişkin bu sorun IMF yardımıyla ortadan kalkmayacaktır

IMF ile bir stand-by imzalansa, bu imza sonucu bankalara borcu olan vatandaşların ve küçük esnafın borcu ertelenecek midir? Yoksa sadece yurtdışına borcu olan işletmeler ve bankalara bir ödeme planı mı çıkarılacaktır? IMF anlaşması ile borç ödemeleri ertelenebiliyor ise, bir imza ile ertelenebiliyor demektir? O zaman imza öncelikle siyasi bir edim olmaktadır. Yani IMF diyor ki Türkiye’yi yönetenlere: “Dizginler sizde değil, bizde, bizim kurallarımızda olacak çünkü sen aldığın bu kadar borcu bu zamana kadar iyi kullanamadın”.

►Bu durumdan uygulanan neo-liberal iktisat politikalarının sorumluluğu yok mu?

Bu durumda, ülkeyi bu durumlara getirenlerin gerçekten büyük sorumlulukları vardır. Ülkeyi bu durumlara, uygulanan neo-liberal iktisat politikaları ve bu politikaları öneren ve uygulayanlar getirmiştir. Şoför Ahmet’e “borç al, yeni mobilya al nasıl olsa ödersin”, kasap Mehmet’e “borç al yeni ev al nasıl olsa ödersin” diyenler ve böyle mirasyedi iyimserliğini yaratanlar, şimdi Ahmet ve Mehmet’in borçlarını ödeyememesinden sorumludur. Alınan bunca borç ile döviz getirici işlere yatırım yapamayan Türkiye sadece inşaat sektörüyle büyüyebileceğini sandı. Şimdi ülke, içinde oturulmayan arz fazlası ve kimselere satılamayan evlerle dolu. Borç aldığımız memleketlerin insanlarına Türkiye’de ev alın desek almıyorlar ya da bazılarımız “memleket elden gidiyor” diyor. Araplardan başka bu memlekette yerleşip yaşamak isteyen insan sayısı o kadar az ki. Arapları da biz kısmımız hiç sevmiyor. Türkiye hem ekonomik kriz hem de hala yıllardır süren kültürel krizle karşı karşıya ve bu krizler daha uzunca yıllar sürecek.

►Peki, bu kriz ortamında borç ödemesi düzenli yapılabilecek mi?

Ekonominin çarkları bu COVID-19 salgını nedeniyle durduğu sürece, birçok borç ödemesi düzenli yapılamayacaktır. Diğer bir ifadeyle, COVID-19 salgını olmadan Türkiye’de bu borç ödeme krizi ortaya çıkmış olsaydı, ertelenen borç, çarkları dönen bir ekonomide ileri bir tarih için ertelenebilirdi. Borcun, üretimin ve gelirin olmadığı bir ortamda ertelenmesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir; borç fazlasıyla devam edecektir. Ekonomiyi krizden çıkaramayacaktır. O zaman IMF yardımı krizin çaresi değildir. Belki de IMF’ye gitmeden krizin en sert biçimini görüp çürük cevizlerin sepetten düşmesine izin verip ( finansal yapısı iyi olmayan firmalar) küçük esnaf ve işsiz kalan bireylere mali yardım yapmak “IMF’nin yardımı olmadan ekonomi kurtulamaz” havası yaratılmasından daha iyidir.

►Hem mali alanda hem de ekonominin reel kesimi için öneriniz var mı?

Ekonominin reel kesiminde en önemli gördüğümüz tarım ve gıda sektöründe, bütün mal üretim ve tedarik zincirlerinin açık olmasını sağlamak lazım. Tarım sektörü “sosyal mesafe” kuralını koruyarak çalışılabilecek bir alandır. Üstelik tarım sektörü gençlerin çalışabileceği bir alandır. Tarım sektörü hiç durmamalıdır. Türkiye’de boş duran tarımsal arazi miktarı çok fazladır. Bu arazilerin ekimine başlanmalıdır. Hatta içinde bulunduğumuz aylar ekim aylarıdır. Tarımsal üretim için hizmetler sektöründe boşa çıkan emek kullanılabilir. İl tarım müdürlükleri ve belediyeler aracılığı ile tarımsal üretimin örgütlenmesi zaman geçirilmeden gerçekleştirilmelidir. Tarımda riski azaltmak açısından en küçük yerleşim yerlerinde bile var olan tarım kredi kooperatifleri aktif hale getirilmeli, kooperatifçilik özendirilmeli ve bu konuda ölçek ekonomilerinden yararlanıp maliyetler azaltılmalıdır. Ülkenin tarımsal ve gıda sektörü bakımından kendi kendine yeter olması yeniden sağlanmalı, tarımın stratejik öneminin farkına varılmalı ve tarım sektörüne teşvikler verilmelidir.

İmalat sanayiinde de sosyal mesafe kuralına uygun iş kollarında bir şekilde düşük kapasite de olsa çalışılmalı, hiçbir sigortalı işçi işten çıkarılmamalı, bu işçiler için gerekirse devletin kısa çalışma ödeneğinden yararlanılmalıdır.

Neo-liberal birikim süreci terkedilmelidir. Türkiye özellikle tarım sektöründe kendi kendine yeterli, dışarıdan tarım nihai ürünü almayan ve hatta dışarıya mal satan bir ülke konumuna gelmelidir.

Sanayi sektöründe de selektif ithal ikameci sanayi politikalarını düşünmenin zamanı gelmiştir. Özellikle bilimsel çalışma ve ar-ge, yüksek teknoloji alanında kendi çalışmalarımızı yapabilecek konuma gelmek için yüksek teknoloji ürünü nihai mallar sektöründe ithal ikameci sanayi politikaları uygulanmalıdır.

►Bir gecede işsiz kalıp, evine ekmek götüremeyen yüzbinlerce işçi var. Bunlar için neler yapılmalı?

Bir gecede işsiz kalıp ve yaklaşık 1.5 aydır da işsiz olup evine ekmek götüremeyen yüzbinlerce kayıt dışı çalışan insanlar için devletin, yerel yönetimlerin ve vakıf ve derneklerin bağış toplama ve yardım yapmasının önü açılmalıdır. Yerelde en çok kimin yardıma ihtiyacı olduğunu belediyeler bilir. Muhtarlar bu iş için gönüllü istihbarat toplayıcı konumundadır. Ayrıca belediyelerin topladığı bağışların dağıtımı belediye meclislerinde görüşüleceği için bütün siyasi partilerin denetimine de açık olacağından daha şeffaf olacaktır. Hükümetin başlattığı bağış mekanizması yerindedir. Bununla beraber bağışların sadece merkezi hükümet tarafından toplanması en etkin yöntem değildir. Diğer ülkelerde de örneği görüldüğü gibi yerel yönetimler ve vakıf ve dernekler de bağış toplayabilmeli ve dağıtabilmelidir. Ayrıca içinde bulunduğumuz Ramazan ayı dolayısıyla bağış yapmak (fitre ve zekât) isteyen insan sayısı artacaktır. Bununla beraber bu bağışları belediyeler de toplarsa toplam bağış miktarı daha da fazla olacaktır.

►Şu halde borçları ne yapacağız?

Borç konusuna gelince… Mali alanda Hükümet çeşitli mali araçları devreye sokmaktadır. Faizlerin düşürülmesi, swap uygulamaları, BDDK’nın aktif rasyosu gibi uygulamalar döviz miktarını ve fiyatını kontrol edebilmek için başvurulan işlemlerdir. Ekonominin reel tarafı iyi çalışmıyorsa, maalesef bu tür mali “cambazlıklarla” iş ancak belli bir süre idare edebilir.

Bunun yanında IMF’ye gitmenin, salgının devam etmesi durumunda, krizi çözmeyeceği açıktır. Serbest kur ortamında değer yitiren bir TL ihracatı arttırmayacaktır çünkü dünyadaki kriz Türk mallarına olan talebi kısacak ve ihracat artmayacaktır. Ülke içinde maliyet itişli bir enflasyon baskısı yaratacaktır. Türkiye bir dış kaynağa ihtiyaç duyduğu zaman hemen akla IMF gelmesi ilginçtir. Bütün dünya ülkelerini etkileyen bir kriz dünyanın bütün ülkeleri ile işbirliği içinde uluslararası kuruluşlarla ortak çalışmalar ile çözülebilir çünkü COVID-19 ile mücadele bir uluslararası “kamu malı”dır. Bu mücadelenin bu yüzden uluslararası işbirliği ile çözülmesi gerekir. Bu IMF’ye başvuralım anlamına gelmemelidir. Türkiye bu konuda daha çok diplomasi yapmak durumundadır. Bununla beraber, Türkiye son yıllarda Batı ve Doğu arasında gidip gelen çok kararsız ve istikrarsız bir politika izliyor izlenimi vermektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, COVID-19’un durdurulabilmesi için Avrupa’nın birlikte çalışması gerektiğini, aksi takdirde Avrupa’nın ( Avrupa Birliği) geleceğinin tehlikeye gireceğini ima etmiştir. Durumun bu kadar ciddi olup olmadığını tarih gösterecektir. Türkiye bağımsız politikalar uygulamalıdır. Bunun yanında her uluslararası işbirliğine açık olmalı, eğer koşullar uygun ise Asya ülkeleri ile de işbirliğine girebilmelidir.