ABD ve müttefiklerinin, BM Sözleşmesi ve uluslararası hukuka yönelik sistematik ihlalleri, sebep oldukları sayısız vahşi ölüm, enkaza dönmüş toplumlar ve kaos için hesap vermeleri gerekiyor.

İmparatorun yeni kuralları

Medea BenjamIn - Nicolas J. S. DavIes

İnsanlık, Gazze’de yüzlerce erkek, kadın ve çocuğa yönelik son katliamla korkuyla sarsıldı. Dünyanın büyük bir kesimi de; kendi iç hukukunu ve uluslararası hukuku ihlal ederek İsrail’e Filistinli sivilleri öldürecek silahları sağlayan ve BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısı yaparak İsrail’i savaş suçlarından sorumlu tutma yönünde adımlarını bloke eden ABD’nin bu krizdeki rolü karşısında şaşkınlığa uğradı.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ise ABD’nin eylemlerinin aksine, neredeyse her demeç ve röportajında, “kurallara dayalı düzeni” savunup ona bağlı kalma sözü vermeye devam ediyor. Ancak Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin ve uluslararası hukukun evrensel kurallarını mı, yoksa henüz kendi tanımlamadığı başka bir kurallar setini mi kastediyor, bu kısmını henüz açıklığa kavuşturmadı. Gazze’de yeni tanıklık ettiğimiz türde bir yıkımı hangi kural meşrulaştırabilir ve kim bu kurallarca yönetilen bir dünyada yaşamak ister?

Her ikimiz de (bu satırların yazarları); BM Sözleşmesinin tehdit ve askeri güç uygulanması yasağını ihlal edip dünyada milyonlarca insana yaşattıkları şiddet ve kaos nedeniyle ABD ve müttefiklerini protesto ederek uzun yıllarımızı geçirdik ve ABD hükümetinin uluslararası hukukun kurallara dayalı düzenine uygun davranması gerektiği konusunda hep ısrarcı olduk.

Ancak ABD’nin yasadışı savaşları, İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefiklere yönelik desteğiyle şehirleri enkaza çevirip ülkeleri şiddet ve kaos sarmalında bıraktığında bile, Amerikan liderleri, müttefikleriyle birlikte kendilerinin saldırgan ve yıkıcı askeri operasyonlarının Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve uluslararası hukukun kurallara dayalı düzenini ihlal ettiğini kabul etmemişlerdi.

Başkan Trump, hiçbir “küresel kurala” uymayacağı ve sadece ABD’nin milli çıkarlarının takipçisi olacağı konusunda açık ve netti. Hatta Milli Güvenlik Danışmanı John Bolton, 2018’de Arjantin’deki G20 zirvesine katılan Milli Güvenlik Konseyi personelinin “kurallara dayalı düzen” ifadesini telaffuz etmesini dahi açıkça yasaklamıştı.

Bu yüzden Blinken’in “kurallara dayalı düzen” taahhüdünü ABD politikasında yaşanan gecikmiş bir geri dönüş olarak hoş karşılamamızı bekleyebilirsiniz. Ancak konu böyle hayati bir ilkeye geldiğinde, önemli olan (söz değil) eylemdir ve Biden yönetimi, henüz ABD dış politikasının BM Sözleşmesi veya uluslararası hukuka riayet eden bir çizgiye geçtiğini gösteren herhangi bir adım atmamıştır.

KURALLARA DAYALI DÜZEN

“Kurallara dayalı düzen” kavramı, Bakan Blinken için Çin ve Rusya’ya saldıracak bir sopa olarak hizmet ediyor gözüküyor. 7 Mayıs tarihli BM Güvenlik Konseyi toplantısında Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov, ABD ve müttefiklerinin halihazırda var olan uluslararası hukuk kurallarını kabul etmek yerine, “kapalı ve kapsayıcı olmayan formatlarda geliştirilip herkese dayatılan başka kurallar” ileri sürmeye çalıştığını belirtti.

BM Sözleşmesi ve uluslararası hukuk kuralları; 20. yüzyılda teamülen uygulanan yazılı olmayan ve çekişmeli uluslararası hukuk kurallarını, tüm devletleri tam olarak bağlayan açık ve yazılı kurallar haline getirmek için geliştirildi.

ABD; 20. yüzyılın dönümünde Lahey Sözleşmeleri’nden, 1945’te San Fransisco’da Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne ve yeni dördüncü Cenevre Konvansiyonu da dahil gözden geçirilmiş 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne kadar, Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Gazze’de Amerikan silahlarıyla öldürülen sayısız sivili koruması gereken pek çok düzenlemeye imza atmış ve uluslararası ilişkilerdeki bu legalist (yasalcı) akımda önemli rol oynamıştı.

Başkan Franklin Roosevelt’in 1945’te Yalta dönüşünde Kongrenin birleşik oturumuna sunduğu Birleşmiş Milletler planında açıkladığı gibi: “Tek taraflı adımlar, dışlayıcı ittifaklar, etki alanları, güç dengeleri ve yüzyıllarca denenip hep başarısız olan tüm diğer politikalardan oluşan sistem sonlanmalıdır. Biz tüm bunların yerine barışsever ülkelerin katılma şansı olacağı evrensel bir örgütlenme öneriyoruz. Kongre ve Amerikan halkının bu konferansın sonuçlarını kalıcı barışın başlangıcı olarak kabul edeceğine güveniyorum.”

Ancak Amerika’nın Soğuk Savaş sonrası benimsediği zaferci (triumphalist) yaklaşım, ABD liderlerinin bu kurallara yönelik zaten yarım ağızla ifade edilen taahhüdünü aşındırmıştır. Yeni muhafazakarlar (Neocon’lar), bu düzenlemelerin artık amaca uygun olmadığını ve BM Sözleşmesinin tam da yasakladığı şekliyle, ABD’nin tek taraflı tehdit ve askeri güç kullanarak, dünya üzerinde düzen dayatmaya hazır olması gerektiğini ileri sürdüler. Madeleine Albright ve Demokrat liderler, BM Sözleşmesinin açık kurallarına politik olarak ikna edici istisnalar getirmek için “insani müdahale” ve “koruma sorumluluğu” gibi yeni doktrinlere kucak açtılar.

Amerika’nın sonu gelmez savaşları, Rusya ve Çin’e yönelik yeniden dirilen Soğuk Savaşı, İsrail’in Filistin işgaline verdiği açık çek, daha barışçıl ve sürdürülebilir bir gelecek inşası önüne koyduğu politik engeller, kurallara dayalı düzene meydan okuyarak onu zayıflatmak yolundaki bu iki partili çabanın verdiği meyvelerden bazılarıdır.

Bugün, uluslararası kurallara dayalı sistemin lideri olmaktan çok uzak olan ABD, aykırı değer (outlier) durumundadır. Çocuk haklarından silahlanmanın kontrolüne kadar yaklaşık 50 önemli ve yaygın kabul gören konuda çok taraflı anlaşmanın imzacısı olmamıştır. Küba, İran ve Venezuela’ya karşı tek taraflı yaptırımların bizatihi kendileri, uluslararası hukuku ihlal eder durumdadır ve yeni Biden Hükümeti, bizzat BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in pandemi boyunca bu tür tek taraflı zorlayıcı tedbirleri askıya alma konusunda talebini görmezden gelerek, bu yasadışı yaptırımlarda alçakça ısrarcı olmaktadır.
Öyleyse Blinken’ın “kurallara dayalı düzen” vurgusu Başkan Roosevelt’in “kalıcı barışın tesisi” tezine yeniden bağlılığı anlamına mı geliyor, yoksa Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’yle tüm insanlık için barış ve güvenlik hedefinin yeniden uzlaşması anlamına mı?

BARIŞ POLİTİKASI MUMLA ARANIYOR

Biden’ın iktidardaki ilk birkaç ayının ışığında değerlendirirsek, cevap ikincisi gibi gözüküyor. Biden’ın politikası; BM sözleşmesinin ilke ve kurallarına ve barışçıl bir dünya hedefine dayanan bir dış politika tasarlamak şöyle dursun, 753 milyar dolarlık ABD askeri bütçesi, yurtdışında konuşlanmış 800 askeri üssü, ABD ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği sonu gelmez savaş ve katliamlarla baskıcı rejimlere yönelik ağır silah satışlarıyla başlamışa benziyor. Doğal olarak ardından da tüm bunları bir şekilde aklama ve gerekçelendirmeye dönük bir politika çerçevesi formüle etmek adına geriye dönük çalışıyor.

ÇELİŞKİ YUMAĞI PEŞ PEŞE GELİYOR

Sadece terörizm, şiddet ve kaosu besleyen “terörle savaş” söylemi artık politik olarak uygulanabilir olmaktan çıkınca, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat şahin ABD liderleri, Soğuk Savaşa dönüşün militarist dış politikayı ve multi-trilyon dolarlık savaş makinesini idame etmek için tek makul yol olduğu sonucuna varmış gözüküyorlar.

Ancak bu da yeni bir çelişki yumağını beraberinde getiriyor. Soğuk Savaş 40 yıl boyunca kapitalist ve komünist ekonomik sistemler arasındaki ideolojik mücadele ileri sürülerek gerekçelendirilmişti. Ancak SSCB dağıldı ve Rusya kapitalist bir ülke oldu. Çin hala bir Komünist Parti tarafından yönetilmekle birlikte, İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllarda Batı Avrupa’dakine benzer karma bir ekonomisi bulunuyor. Her iki durumda da (2. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ve günümüz Çin’i) yüzlerce milyon insanı sefaletten kurtaran etkili ve dinamik bir ekonomik sistem söz konusu.

Öyleyse bu ABD liderleri yenilenmiş Soğuk Savaş’larını nasıl gerekçelendirebilir? Onlar da “demokrasi ve otoriteryanizm” arasındaki mücadele fikrini öne sürüyorlar. Ancak ABD, Rusya ve Çin’e karşı bir Soğuk Savaş’ı ikna edici bir bahane haline getirmek adına dünyada, özellikle Ortadoğu’da pek çok korkunç diktatörlüğü destekliyor.

ABD’nin “otoriteryanizme yönelik küresel savaşı”; Mısır, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi baskıcı müttefikleriyle karşı karşıya gelmesini, onları silahlandırmayı ve kendisi gibi uluslararası hesap verebilirlikten koruyan bir kalkan görevini bırakmasını gerektirecek.

Bu nedenle tıpkı Amerikan ve İngiliz liderlerinin Irak’a işgallerini gerekçelendirmek için olmayan kitle imha silahlarını ortaya sürdükleri gibi, şimdi de yine ABD ve müttefikleri Rusya ve Çin’e yönelik yeniden dirilen Soğuk Savaşlarının gerekçesi olarak belirsiz ve tanımsız bir “kurallara dayalı düzen” savunusuna yöneliyorlar.

TEHDİT VE ZOR KULLANILIYOR

Ancak imparatorun masaldaki yeni kıyafetleri ve Irak’taki Kitle İmha Silahları gibi, ABD’nin yeni kuralları da gerçekte yok. Sözüm ona kurallar, yasadışı tehdit ve zor kullanımı ile “güçlü olan haklıdır” doktrinine dayanan dış politika için sadece son sis perdesini teşkil ediyor.

Bizler (bu satırların yazarları); Başkan Biden ve Dışişleri Bakanı Blinken’ı, BM sözleşmesi ve uluslararası hukukun kurallara dayalı düzeninin içinden hareket ederek yanlış olduğumuzu kanıtlamaya davet ediyoruz. Bu ise; ABD ve müttefiklerinin, BM Sözleşmesi ve uluslararası hukuka yönelik sistematik ihlalleri, sebep oldukları sayısız vahşi ölüm, enkaza dönmüş toplumlar ve kaos için nedamet getirmeleri ve hesap vermeleri suretiyle çok farklı ve daha barışçıl bir geleceğe gerçek bir bağlılıklarını göstermelerini gerektirir.

Kaynak: Counterpunch (BirGün Çeviri Kolektifi tarafından çevrilmiştir)