Bilim, kültür ve siyaset üzerine 18 yıldır yayın hayatını sürdüren Bilim ve Gelecek Dergisi’nin 215’inci sayısında Orkun Saip Durmaz imzalı bir yazıda Kızıldere Katliamı’nın İngiliz arşivlerindeki yansımaları incelendi.

İngiliz arşivlerinde Kızıldere ve Türkiye medyası

BirGün PAZAR

Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Hüdai Arıkan, Ömer Ayna, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt ve Saffet Alp… Türkiye tarihini değiştiren 10 devrimci 30 Mart 1972’de Tokat’ın Kızıldere köyünde katledildi.


Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamını engellemek isteyen Mahir Çayan ile birlikte 9 devrimcinin, Kızıldere’de düzenlenen operasyonla öldürülmesinin üzerinden 50 yıl geçti. Eylem, ülke tarihine devrimci dayanışmanın en güzel örneklerinden biri olarak geçerken Mahir'lerin fikri ve mücadelesi ise 50 yıl sonra bugün de sürüyor. İsim ve mücadelelerine şarkılar bestelenen, şiirler kaleme alınan bu 10 devrimcinin öldürüldüğü Kızıldere Katliamı’na ilişkin yeni bilgiler de çıkmaya devam ediyor.

Bilim ve Gelecek dergisinin Mart 2022’de yayımlanan 215’inci sayısında Orkun Saip Durmaz Kızıldere Katliamı’yla ilgili İngiliz arşiv belgelerini inceledi. Durmaz, bu arşivlerde Kızıldere ile ilgili yaklaşık 200 sayfalık bir resmi yazışma bulunduğunu da ekledi.

Britanya arşivlerinde Kızıldere

Orkun Saip Durmaz, 30 Mart’ta yaşananları şöyle anlatıyor: “Operasyonun başlayacağı haberini aldığında Britanya Hükümeti, sağ salim kurtulmaları durumunda Ankara’da rehinelerin katılacağı kısa bir basın toplantısı yapmayı planlar. Bunun uzun bir toplantı olmaması özellikle vurgulanır ve teknisyenlerin görevleri hakkında Savunma Bakanlığı personeli oldukları ve radar üssünde çalıştıklarının ötesine geçen herhangi bir şey söylenmemesi özellikle ifade edilir. Rehineler öldürüldüklerinden gerçekleşme imkânı bulamayan bu planda başka ne gibi detayların olduğunu ise bir kısım belgenin -muhtemelen teknisyenlerin radar üssündeki görevleriyle ilgili yazışmaların yer aldığı bazı belgelerin- dosyadan çıkartılması nedeniyle maalesef bilemiyoruz. İngiliz yetkililer, NATO’nun Ünye’deki radar üssünden üç teknisyenin kaçırıldığını olaydan bir gün sonra, yani 27 Mart tarihinde öğrenir. Eylemin Deniz Gezmiş ve arkadaşları hakkında verilen idam kararlarının durdurulması amacıyla yapıldığından neredeyse emindirler, ancak ellerinde bu kanılarını destekleyecek -İsmet İnönü’nün açıklamalarının dışında- bir belge ya da başka bir kanıt bulunmamaktadır. Böyle bir eylemin Türkiye’de yükselen antiemperyalist tepkilerle yakından ilgili olduğunu düşündüklerinden, olaydan ABD’yi de haberdar ederler. Bununla birlikte eylemcilerin neden başkalarını değil de Britanya uyrukluları hedef aldığına dair çıkarım yapmaktan da geri durmazlar. Britanya Hükümeti, Avusturya, Belçika, Danimarka ve Norveç hükümetlerinin aksine, idamların uygulanmaması yönünde Türk Dışişlerine herhangi bir resmi talepte bulunmamıştır. Bu, kendilerinin hedef seçilmesinin özel bir nedeni olabilir diye düşünürler. Benzer olayların olabileceği ihtimal dışı görülmemekle birlikte, Türkiye’deki Britanya vatandaşlarını geri çağırmayı gerektirecek kadar büyük bir tehdidin olduğu düşüncesinde de değillerdir.”

Ardından kaçırılan teknisyenlerden birinin Kanada asıllı olduğunu ve Kanada devletinin de İngiliz yazışmalarında yer aldığını ancak daha sonra İngilizlerin baskısıyla “aşırı temsil” sorunundan ötürü Türkiye ile iletişim sürecine müdahil olmadığını belirtiyor. Durmaz, “Ancak kamuoyunda konunun duyulmasının ardından Kanada Dışişleri Bakanlığı NATO radar sözleşmesine göre istihdam edilen bir Cable and Wireless çalışanı olduğunu -basına- söyleyecektir” diyor.
Durmaz’ın araştırmasının devamında 24 Mart tarihinde Mahir Çayan’ın Karadeniz’e geçtiğini ve iki grupla birleştiğinin İngilizlere aktarıldığını belirtiyor, bölgedeki Ünye Radar Üssü’nün ise TSK’ye bağlı bir general tarafından uyarıldığı bildiriliyor.

Durmaz, şunları dile getiriyor: “İngilizler 24 Mart’tan beri Ünye’de oldukları tespit edilen ve 26 Mart’ta İngiliz plakalı bir Land Rover’la -yani küçük bir bölgede dikkat çekecek kadar lüks ve yabancı plakalı bir araçla- Ünye’den hareket eden eylemcilerin yöre halkının ve askeriyenin dikkatini çekmeden bunu yapabilmesini manidar bulurlar. Operasyon devam ederken ilk bilgi, 30 Mart tarihinde, Dış İşleri Müsteşarı Orhan Eralp aracılığıyla -anlaşıldığı kadarıyla- sözlü olarak iletilir ve bu bilgi telgraflar aracılığıyla iç yazışmalara konu olur. İnceleme imkânı bulduğumuz ilk telgrafta ‘teröristlerin teslim olmayı reddettikleri ve güvenlik güçlerine ateş açtıkları, buna karşın güvenlik güçlerinin ise rehinelere zarar vermemek amacıyla ateşe yanıt vermediği’ gibi ifadeler geçer. Ayrıca Eralp, uzun sürecek olsa da ‘teröristlerin’ iradelerinin kırılacağını umduğunu belirtir. Aynı tarihli ikinci bir telgrafta ise -bu sefer özel bir isimden bahsedilmeksizin- ‘teröristlerin’ sığındıkları evi rehinelerle birlikte havaya uçurdukları ve üç rehine de dahil olmak üzere evdeki herkesin öldüğü bilgisi yer alır. Operasyon sürecine ilişkin Büyükelçi Sarell tarafından hazırlanan diğer iki belge ise İçişleri Bakanı Ferit Kubat’ın Meclis’te yaptığı 31 Mart tarihli iki ayrı konuşmadan yapılan aktarımları ve onlara ilişkin Britanyalılarca yapılan değerlendirmeleri içerir. Bu iki belgeye göre İçişleri Bakanı Kubat ilki 13.00’te diğeri ise 15.00’te olmak üzere iki ayrı konuşma yapmıştır. Konuşmaların birincisinde evin havaya uçurulmadığı, yerel saatle 17.00 sularında eve girildiğinde ise zaten öldürülmüş olan rehinelerin cansız bedenleriyle karşılaşıldığı ifade edilmekte ve şöyle bir ayrıntı paylaşılmaktadır: ‘Anarşistlerin güvenlik güçlerine ateş açmaya başlamadan önce, saat 14.00 gibi, rehineleri öldürmüş oldukları anlaşılmaktadır.’ Eralp’in verdiği ilk bilgide evin havaya uçurulduğundan bahsedilmesine karşın Kubat’ın açıklamalarında böyle bir detay yoktur. Üstelik Kubat’ın ilk açıklamasında eylemcilerin kendilerini ve rehineleri öldürdüğünden emin olunduktan sonra operasyona başlandığı söylenirken, ikinci açıklamada rehinelerin yaşayıp yaşamadıkları tam olarak bilinmeksizin askerlerin eve giriş yaptığı yönünde bir açıklama yapılmıştır. Türkiye siyasetiyle ilgili son değerlendirmeler ise Türkiye’nin yönetici sınıflarının -deyim yerindeyse- abartılı ya da kaba antikomünist çizgileriyle alakalıdır. Kızıldere hadisesi, öncesi ve sonrasıyla Türk yetkililerce ne zaman dillendirilse ya da ne zaman bu konuda Britanyalılarla resmi bir yazışma gerçekleşse ‘anarşistlerin uluslararası komünizmle bağlantısı’ vurgusu yapılmaktadır. Bu vurgular İngilizler tarafından mantık sınırlarının ötesine geçmiş iddialar olarak görülmekte, benzeri iddialar Türk hükümetinin Batı ile daha iyi ilişkiler kurma çabasının bir sonucu olarak değerlendirilmektedir.”

31 Mart 72 gazete manşetleri

Kızıldere Katliamı yalnızca İngiliz istihbaratı belgelerinde “anarşist, anarşistler” ifadeleriyle geçmez. Kızıldere Katliamı, dönemin ulusal basını da bugünü andıracak biçimde benzer manşetlerle çıkar. Manşetten duyurulan Kızıldere Katliamı’na ulusal basının bakışı “10 anarşist ölü olarak ele geçti” etrafında şekillenirken üç İngiliz’in öldürüldüğü de yine manşetten duyurulur.