Kapitalist sistemin yaşadığı kriz karşısında suçu Avrupa Birliği’ne ve göçmenlere atarak iktidara gelen Johnson hükümeti nedeniyle salgın karşısında en korumasız halklar arasında Britanya topraklarında yaşayan insanları saymak yanlış olmayacak

İngiltere’de kapitalizm öldürüyor

EREN KORKMAZ/ OXFORD ÜNİVERSİTESİ

Bir yanda koronavirüs var, kendimizi korumamız gereken, oldukça hızlı yayılan ve belirli risk gruplarındaki insanlar için ölümcül olabilen; diğer yanda kapitalist sistem var, bu virüs salgınına karşı önlem almasını beklediğimiz ve iyileşmemiz için mecbur olduğumuz hizmetleri sunması gereken. Kapitalizm ise öncelikleri ve sınıfsal tercihleri ile her yaş grubundan insanlar için risk oluşturan bir sistem. Britanya örneğinde ise ek bir risk faktörü olarak Boris Johnson önderliğindeki muhafazakâr (tory) parti hükümeti var. Ve bizler gerçek adı Alexander Boris de Pfeffel Johnson olan ve dünyanın en elit topluluğuna dahil olan bir kişinin kurduğu hükümetten gerekli adımları kararlılıkla atmasını bekliyoruz. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde Britanya koronavirüs salgınında tüm dünyanın dikkatini ve tepkisini çekecek adımlar atabiliyor.

Britanya topraklarında salgın yaygın şekilde görülse de geçtiğimiz haftaya kadar yaşam büyük oranda normal akışında sürüyordu. Okullar 20 Mart Cuma günü kapandı ama zaten bir hafta sonrasında ara dönem ve Paskalya tatili başlayacak. Bunun yanı sıra kafeler, publar, restoranlar kapandı. Ancak öncesinde bu önlemleri reddederek değerli bir zamanı da kaybetti.

KONTROLÜ ÇOK ZOR

Esas mesele krizi yönetmesi gereken hükümetin politikalarının bir tutarlılık göstermemesi. Bunda esas mesele hükümetin uzmanların, bilim insanlarının önerilerini sınıfsal öncelikleri doğrultusunda yorumlamalarında yatıyor. Salgının kontrolü çok zor ve tüm ülke karantinaya alınsa dahi karantina kaldırıldıktan sonra salgının yeniden ortaya çıkması riski var. Aşı ve ilaç çalışmaları sürse de hayata uygulanması zaman alacağı için sürü bağışıklığı denilen bir yaklaşım öne çıktı. Buna göre toplumun yüzde 80’inin virüse yakalanması halinde insanların bağışıklık kazanması bekleniyor. Yetişkinler ve çocuklar için riskin az olduğu belirtildiği için sağlık sisteminin daha riskli olan yaşlılara ve çeşitli hastalara yoğunlaşması mümkün olabilecek ve sağlık sistemi üzerindeki yük de azalacak. Ancak Boris Johnson hükümeti bu yaklaşımı kendi sınıfsal tercihlerine dayanak oluşturmak için kullanmayı tercih ediyor. Bu yönde bir raporu bu politikalarına temel oluştururken salgının büyümesi üzerine geçtiğimiz günlerde okulların kapanması dahil daha sert önlemlere karar veren hükümet strateji değişikliğini de Imperial College tarafından yayınlanan bir başka rapora dayandırdı. Oysa o raporu yazanlar benzeri bir raporu 2 hafta önce yayınladıklarında dikkat çekememişlerdi.

Burada asıl infial yaratan konu da Johnson’un sevdiklerinizi kaybedeceksiniz demesi ve danışmanının 400-500 bin kişinin ölebileceğini belirtmesi oldu. Buna rağmen sürü bağışıklığı diyerek ciddi önlem alınmayacağını rahatlıkla ifade etmeleri doğal olarak dünyada gündem olmalarını sağladı. Yoksa bahsi edilen yaklaşımı uygulayan başka ülkeler de mevcut.

CİDDİ BİR PANİK YOK

Ancak yine de toplumda ciddi bir panik olduğunu iddia etmek mümkün değil. İnsanlar gergin ama İngiliz toplumuna has şekilde soğukkanlılıklarını ve kibarlıklarını koruyorlar. Marketlerde yağmalama olaylarına rastlanmıyor. ingiltere-de-kapitalizm-olduruyor-704342-1.Ancak insanların tecrit ihtimali nedeniyle stok amaçlı yaptıkları toplu alışverişler dahi panik alışverişi olarak tanımlanıyor. Süpermarketlerde birçok temel üründen sadece 2 adet satılmasına izin veriliyor. Makarna, sabun, kağıt havlu, tuvalet kağıdı gibi ürünler 2’şer adet satılıyor. Ancak henüz bir kıtlık durumu yok. Mağazalar sabah reyonlarını dolduruyorlar. Fakat bu ürünlerin sergilendiği reyonlar geçtiğimiz hafta öğlen saatlerinde boşalırken artık sabah 9-10 gibi bitiyor. Yine de mağazalar insanlarla doluyor ve mağazalarda veya metrolarda maske takmak veya sosyal mesafe gibi kurallar yeterince hayata uygulanmıyor. Dolayısıyla alışveriş merkezleri ve metro gibi mekanlar virüsün yayılması için uygun ortamlar sunuyor.

İNSİYATİFLER ÖNE ÇIKIYOR

Bununla beraber toplum için dayanışma ve destek amaçı inisiyatifler öne çıkıyor. Hasta olan veya risk grubunda olanlar için komşular alışveriş yapıyor, yerel ürünler paylaşılıyor. Sağlık çalışanları için ücretsiz ikramlar ve onların çocuklarına bakma gibi gönüllü çalışmalar toplumsal dayanışmayı öne çıkarıyor.

Hükümet sert önlemlerini açıkladığında bir dizi anahtar önemde olan meslek gruplarının çalışmalarını sürdürmesini istedi. Sağlık çalışanları, tarım, gıda işçileri, elektrik-gaz-su gibi altyapı işçileri, ulaşım işçileri bu kategori içinde. Bu işleri yapanların çocukları için okullarda belirli sınıflar açık tutulacak. Bu da bir yandan bugüne kadar göçle ilgili tartışmalarda kalifiye olmayan göçmenleri istemiyoruz derken sayılan mesleklerin bu tür kriz anlarında ne kadar önemli olduğunu, kimin kalifiye olup kimin olmadığını, toplumun esas olarak kimlere ihtiyaç duyduğu konusunda örnekler veriyor.

Peki, yazının başında bahsettiğimiz sınıfsal tercihler nerede karşımıza geliyor? Dünyanın en zengin ülkelerinden birinde yatırımlar nereye yoğunlaşıyor?

İlk olarak başarılı olduğu belirtilen ülkelerde olduğu gibi yaygın bir test çalışması yapılmıyor. Sağlık personeline dahi korona testi yapılmıyor ve bu kararın değişmesi için dilekçeler toplanıyor. Yüksek risk grubu içinde olmayanlar semptomları gösterse de, hasta olsa da test yapılmıyor, bu yönde talepler reddediliyor. Birçok insan internetteki bilgilere bakarak kendilerinin koronavirüse yakalandığını düşünüyor ve ona göre önlem alıyor, kendini tecrit ediyor ama bunu bilimsel şekilde test edip onaylatması mümkün olmuyor. Bu kişilerin kendilerini ne kadar izole ettikleri ve aileleriyle ilişkileri vb. konular kontrol edilmiyor, kişilerin özdenetimine bırakılmış durumda. Dahası bu insanların iletişim içinde olduğu kişiler de takip edilmiyor veya bilgilendirilmiyor. Ayrıca birçok insanın herhangi bir semptom göstermeden taşıyıcı olduğu bilinse de ve sağlıklı görünen insanlar dahi test edilmeliyken bu yönde bir adım atılmıyor. Sağlık bakanı gelen baskılar karşısında 2 hafta içinde yeterli sayıda testi satın alacakları sözünü verdi.

SAĞLIK ÇALIŞANLARI TEPKİLİ

Peki risk grubunda olan ve ölebileceği hesaplanan 500-600 bin kişi için önlem alınıyor mu? Örneğin yeni hastaneler yapılıyor mu, hastanelerde ne kadar yeni bölüm ve yatak alınıyor, solunum cihazı gibi malzemeler tedarik ediliyor mu? Bu konuda da sağlık çalışanları oldukça tepkili. Almanya’nın üçte biri kadar solunum cihazı olsa da ve bu alanda en büyük şirket İngiliz olsa da ciddi bir alım yapılmıyor. Bu konuda da ancak kamuoyu tepkisi bir aşamaya gelince önlem alınacağına dair söz veriliyor.

Metroların, okulların, yolların dezenfekte edilmesi gibi konular zaten hiç gündemde yok. Hükümet acil eylem durumunda ordunun devreye sokulmasını gündemine alıyor, ama bu da yağma ve isyan olursa onu engellemekle sınırlı.

Hükümet hiç bir şey yapmıyor mu? Yapıyor tabii ki. Büyük bir borçlanma ile ciddi bir harcama planını gündemine aldı ama bunların neredeyse hepsi şirketleri korumaya odaklı. Tüm çaba ekonominin işleyişini sürdürmesi, çalışma yaşamının sekteye uğramaması için. Britanya’da finans ve hizmet sektörü de ön planda olduğu için şirketlerin önemli bir kısmının evden çalışmayı planlaması mümkün olabiliyor. Ancak bunun diğer yönünün yeterince dikkate alınmadığını da belirtmek gerekir. Kapatılan restoran, pub, kafe gibi işyerlerinin çalışanlarının maaşlarının yüzde 80’inin karşılanacağı belirtilse de bu güvencesiz çalışan işçilerin çoğunu karşılamıyor. Örneğin Uber gibi şirketler için çalışan ve kağıt üstünde kendi işinin sahibi olan işçiler ciddi bir kriz içinde, hiçbir güvenceleri yok. Sıfır saat sözleşmeyle çalışan yani patronun istediği an işten çıkarabildiği işçiler de işsizlik maaşı gibi imkanlardan yararlanamıyor. Çok sayıda sıfır saat sözleşmeyle çalışan insanın işlerini kaybettiği biliniyor. Hastalananların ücretsiz izne çıkarılması ve ücretlerin düşürülmesi yönündeki talepler de birçok şirketin gündeminde. Şirketler bir yandan teşvikleri alırken diğer yandan işçi çıkarmaya devam ediyorlar.

GEÇ GELEN ÖNLEMLER

Yakın zamanda gerçekleşen seçimlerde İşçi Partisi kampanyanın odak noktasına NHS’i (Ulusal Sağlık Sistemini) almıştı ve Muhafazakar Partiyi sağlık alanına yatırım yapmamakla ve sağlık hizmetini ticarileştirmekle suçlamıştı. Ayrıca altyapı hizmetlerine yatırım yapmanın gerekli olduğunu vurgulamıştı. Ancak Brexit ve sınırları kapama isteği ön plana çıkmış; bırakalım toplumu, kendi parti tabanını dahi ikna edememişti. Tüm dünya sınırları kaparken Britanya salgın yayıldığı halde uzun süre sınırları kapamamakta direndi ve gündelik yaşamı sürdürmeye çalıştı. Cuma günü ise büyük oranda diğer ülkelerde izlenen yönteme geç de olsa dahil oldu.

Aralık ayından bu yana iklim değişikliği nedeniyle ülkenin dört bir yanını vuran sel felaketleri karşısında da hükümetin özel bir ilgisi ve çabası olmadı, Johnson felaket bölgelerine gidip halkı ziyaret dahi etmedi. Şimdi de benzeri bir terk edilmişlik hali virüs salgını ile yaşanıyor. Johnson ve üyesi olduğu sınıf zaten tüm tedbirleri alma imkanına sahip, yoksulların, göçmenlerin, yaşlıların, hastaların da kendi başlarının çaresine bakmaları bekleniyor.

Britanya’da kapitalist sistemin yaşadığı kriz karşısında suçu Avrupa Birliği’ne ve göçmenlere atarak büyük bir çoğunlukla iktidara gelen ve kendisini halkın adamı olarak tanıtan Alexander Boris de Pfeffel Johnson ve şahsının hükümeti nedeniyle virüs salgını karşısında en korumasız halklar arasında Britanya topraklarında yaşayan insanları saymak yanlış olmayacak.