Polisin yetkilerinin genişletilmesi, ceza ve yaptırımların artırılması gösteriyor ki İngiltere’de demokratik eylem yapma hakkı tehlike altında. Geçtiğimiz hafta fosil yakıt karşıtı çevrecilerin tutuklanması bu duruma işaret ediyor.

İngiltere de polis devletine dönüştü
Fotoğraflar: AA

Andrea BROCK
Nathan Stephens-GRIFFIN

İngiliz siyasetçiler dünyanın başka köşelerinde yaşanan insan hakkı ihlallerini kınamada genellikle gecikmezler. Son dönemde Katar, İran ve Mısır’da hapse atılan insan hakkı savunucuları, feminist eylemciler ve çevreciler gibi örneklerde de aynı şeyi gördük. Siyasetçi sınıfı, diğer ülkelerdeki eylemcileri parmakla gösterir ve övgü ile karşılar. Fakat bunu yaparken ülke içindeki otoriterleşme eğilimini görmezden gelmeleri giderek daha çarpıcı hale geliyor. Lordlar Kamarası’na sunulan “Kamu Düzeni Yasa Tasarısı” polisin yetkilerini genişletmeye hazırlanıyor. Hak savunucuları ve eylemciler tasarı hakkında kaygılarını uzun süredir dile getiriyorlar. Tüm tepkilere rağmen tasarı parlamentodan kolayca geçirildi ve sonuçları ağır olacak.

***

Kamu düzenini bozmak suçuyla hapis cezası alan ilk eylemci Jan Goodey isimli kişi oldu. Herhangi birine saldırıda bulunmayan, zarar vermeyen Goodey, kasım ayında M25 karayolunda yapılan eyleme katıldığı için altı ay hapis cezası aldı. Eylemciler trafiği durdurmuş, şirketlere peşi sıra verilen petrol ve gaz arama izinlerini protesto etmişlerdi. “Kamu düzenini bozma” ifadesi problemli çünkü “gürültü çıkarmak” da, “ciddi rahatsızlık ve güçlüğe sebep olma, kamu malına zarar verme” de bu çuvalın içine atılabiliyor. Yani her türlü eylem bu çerçevede değerlendirebilir. Halbuki eylem yapmanın amacı da bu değil mi zaten? Akademisyenler ve insan hakkı savunucuları Goodey’nin yeni yönetmelik kapsamında cezalandırmasını derinlemesine eleştirdiler, İngiltere’de ifade ve eylem özgürlüğüne yönelik önemli tehditler oluştuğunu ifade etti.

***

Polis Gözlem Ağı isimli oluşumun yaptığı değerlendirmede şu ifadelere yer veriliyor: “Devletler, hükümet yanlısı medya ve polis teşkilatı birlik olup eylemcilerin siyasi meşruiyetine ve adaletsizliğe karşı mücadelelerine saldırıyor. Hak savunucularını, sıradan insanların haklarını gasp eden gruplar olarak göstermeye çalışıyorlar. Otoriter devletin ‘kamu düzenini’ gerekçe göstererek eylemcileri tutuklaması ve yargılaması, Hong-Kong’daki eylemlerde gördüğümüz bir olguydu. Güney ülkelerinde şiddetsiz eylemlerin tutuklamalarla bastırıldığını görüyoruz. Polis kuvvetlerinin yetkileri genişletiliyor, yetkililerin açıklamaları giderek sertleşiyor. Bu örnekler size tanıdık geliyorsa, buna şaşırmayın. Bakanlar ve medya yorumcuları çıkarlarıyla örtüştüğü takdirde yurtdışındaki hak ihlallerini kınamada gecikmiyorlar. Fakat mesele İngiltere’de taleplerini duyurmaya çalışan kişilere geldi mi, farklı kuralların işletildiğini görüyoruz.”

Kamu düzeni yasası parlamentoda onanırken ülkenin dört bir yanında eylemler düzenleniyordu. Bristol kentindeki eylemlere katılan birkaç kişi “isyan” suçuyla gözaltına alındı. 2021 yılında bu yana toplam 47 eylemci benzer suçlamalarla yargılandı ve bunlardan 15’i hüküm giydi. Bu kişilere toplam 75 yıl hapis cezası verildi. Bristol eylemlerine yer veren medya organları, yakılan polis araçlarını tekrar tekrar göstermeyi seçtiler ve polis yaralanmalarına dair asılsız manşetler attılar. Hiçbiri eylemlerin düzenlenme sebebine ya da eylemcilerin maruz kaldığı muameleye yer vermedi. Haberlere bakacak olursanız suçlamaların adil ve orantılı olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat sunulan anlatı yanıltıcı.

Eylemciler polis şiddetine maruz kaldılar ve medya ilgisi arttıkça birçok polis “yaralandığı” iddiasıyla sunduğu şikâyetleri geri çekti. Goodey gibi bu eylemcilerden de “ibretlik” davalar çıkarmaya çalışıyorlar. Yargılamalar siyasi ve karşı koyanların topluca cezalandırıldığı “intikam polisliği” uygulamalarına tanıklık ediyoruz.

Polis yetkilerinin yargı mekanizmalarının değiştirilmesi vasıtasıyla da arttırıldığını görüyoruz. Eylemler bunu “eylem yasasının özelleştirilmesi” olarak tarif ediyorlar. Son yıllarda hâkimler yasal eylemleri kriminalize etmek için şirketler lehine “ihtiyadi tedbir” kararları alıyorlar ve böylelikle eylemleri peşinen yasadışı kılıyorlar. İki numaralı yüksek hızlı tren hattında yapılan eyleme katılan eylemciler, özel mülke izinsiz girme suçuyla yargılandılar. Ev içi şiddet ve taciz suçlarına karşı 1997 yılında yasalaşan bu madde, eylemcilere karşı kullanıldığında asliye hukukuna göre görülebilecek bir maddeyi ceza hukukuna konu yapıyor. Bu gibi mekanizmalar devletin ve şirketlerin çevre düşmanı projelerini savunmak için araçsallaştırılıyor.

ingiltere-de-polis-devletine-donustu-1102611-1.

***

Kamu düzeni tasarısının yasalaşmasıyla bu gibi uygulamalar daha da kolaylaşacak. Kritik öneme sahip altyapıların “işleyişini bozan” eylemcilere karşı, bizzat devletin bakanları mahkeme kararı çıkartabilecekler. Yargı süreçlerinde de kefalet yükümlülüklerinin sertleştiğini, para cezaların ağırlaştırıldığını ve hapis cezalarının uzadığını görüyoruz. Siyaset kurumunun gösterdiği bu reflekslerin tamamı eylemlerin önünü kesmek, siyasi değişim talep eden toplumsal kesimlerin sesini kısmak için.

Jan Goodey’nin hapis cezası alması acımasız olduğu kadar “mesaj verme” amacı da taşıyor. Davayı gören hâkimin söylediğine göre, cezanın amacı gelecekte düzenlenecek benzer eylemlere karşı “caydırıcı” olmak. Hâlbuki barışçıl eylemlere katılmak temel bir haktır. Çevrecilerin kamu düzenini bozacak kısa süreli eylemler düzenlemesi, etkilerini halihazırda yaşadığımız ekolojik kaosun etkileri yanında devede kulak kalıyor. Polis uygulamalarının sertleşmesi ve eylemlerin kriminalize edilmesi kimseyi susturmayacak. İnsanlar talep ettikleri değişimin devletten gelmeyeceğini görüyorlar. Hukuk ve polis güçleri maske değiştirirken, eylemcilerin taktikleri de değişim gösteriyor.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: New Internationalist