İnsan bir girdaptır

Ali BULUNMAZ

Emil Michel Cioran’ın yirmilerindeyken başlayıp Alzheimer yüzünden hafızası silinene dek anlattıklarının büyük bölümü hatırlama ve hesaplaşma üzerineydi. John Berger’ın “Filozoflar yanıtlar arar” sözünün ete kemiğe bürünmüş hâli olan Cioran, genç yaşta Bükreş’e gittiğinde yalnızca felsefeye merak salmadı, tarihle de ilgilendi. Yaşamın mezarlıklar, ölüler ve yas üzerine kurulmaması gerektiğine dair düşüncesi, tarih merakından ve felsefeye yoğunlaşıp hakkında tez yazdığı Bergson’dan kopuşuyla şekillenmişti.

Özellikle Hıristiyanlık-felsefe ilişkisinden hareketle eleştiriler geliştiren Cioran, hem kendi soru ve sorunlarından hem de felsefe tarihindeki temel problemlerden yola çıkarak derdini kısa cümlelerden oluşan metinlerle anlatma yolunu seçti. Bu sırada bireysel sıkıntılarıyla yeryüzünde olup bitenleri harmanlayarak adını duyurdu. Türkçeye yeni çevrilen Parçalanma da tarihin bir boy önde olduğu ve Cioran’ın, zihnindeki sorulara vermeye uğraştığı yanıtları kâğıda döktüğü bir kitap.

SIRASI GELDİĞİNDE TARİH İHSANLARI BOZAR

Cioran’ın kötü bir huyu vardı: İnançları ve onlara ilişkin kof yorumları sorgulamış, bunlara bir çırpıda inanmamış veya inanmayı tercih etmemişti. Felsefeye ve tarihe özel ilgi göstermesi; bu iki alana dair geceler boyunca düşünüp kalem oynatması da o “inançsızlığını” beslemişti.

Söz konusu “inançsızlık”, insanları bir davaya bağlanmaya ve hakikatin etrafında kümeleşmeye iten nedenleri anlama uğraşına itmişti Cioran’ı. Parçalanma’nın büyük bir bölümünde yine bu sorgulamalara yer veren yazar, tarih ve felsefeyi buluşturuyor.
Uygarlık tarihine, felsefenin derinliğine ve kimi filozofların sığlığına yoğunlaşarak hakikat ile hakikat olmayan arasındaki ayrıma ilişkin fikirler öne süren Cioran; kurumları, medeniyetleri ve bunların taşıdığı anlamları eşelerken coşku ve hezeyanlarla karşılaşıyor: “Ayakları üzerinde dikey durmayı becerdiği için onca gururlanan insan, ilkel görünümüne dönerek bu duruşu yitirmekten, sonuçta kariyerini başladığı gibi kambur ve tüylü bir şekilde tamamlamaktan da bir o kadar endişe duyar. Kat ettiği bütün yolun ya da herhangi bir yolun beyhudeliğini gösterircesine, başlangıç noktasına gerilemek her varlığın üzerinde ağırlığını hissettiği bir tehdittir.”

Bu söz medeniyetler için de geçerli: Cioran, gerileme dönemine giren bir medeniyetin, itibardan ve kibirden sıyrılmak zorunda kalarak gerçek yüzünü gösterdiğini ve bu nedenle tarih dışına çıktığını söylüyor. Bir bakıma bu, ölümcül yükselişten ölümcül düşüşe geçiş demek.

insan-bir-girdaptir-700395-1.

Tarihin hikâyesi ve felsefe tarihinde bir seyahate çıkarken “felsefe yolda olmaktır” sözünün hakkını veren Cioran, laf kalabalığından sıyrılıp yaşamın farkına varmanın öneminden bahsederek “İnceliğin cambazlık hâline geldiğini” anımsattıktan sonra “Zihin, tebessüme ve hafif şüpheye göğüs geremez” diyor. Diğer bir ifadeyle tarihin akışını özetlemeye girişirken başka bir sapağa yöneliyor: “Tarihi insanlar yapar; sırası geldiğinde, tarih de insanları bozar. İnsan, tarihin hem faili ve nesnesi hem de icracısı ve kurbanıdır. Bugüne kadar ona hâkim olduğunu sanıyordu, şimdi artık elinden kaçtığını, çözülmez ve katlanılmaz olanın içinde gelişip serpildiğini biliyor: Sonunda varacağı yerin hiçbir gaye barındırmadığı çılgın bir destan bu.”

HİÇBİR ŞEY, TEVAZU SAHİBİ YAPMIYOR İNSANI

Tarihin, çoğunlukla yüzeyselliğin yüceltilmesi olduğunu belirten Cioran’a göre objektiflik maskesi takan tarihçinin acılı anlatımında, onun kendi mevcudiyetini görürüz. Bu noktada satır aralarında bir soru beliriyor: Küçülmeyi ve parçalanmayı başlatan, bu acılı anlatım ve mevcudiyet olabilir mi? Bir ihtimal daha var: Tek bir galibiyetin coşkusuyla tetiklenen güç zehirlenmesi. Cioran buna, “doymak bilmezliğin, dermansız bir sefaleti ve görkemli bir çöküşü ele verişi” diyor.

Tarihin ve felsefenin dalgalı sularındaki yolculuğunun bir noktasında vertigosu tutan Cioran, fragmanvari cümlelerle devam ediyor anlatmaya. Daha önce yaptığı gibi görüp işittiklerine ve yaşadıklarına dair eleştiriler sıralarken okurun okurluğunu, yazarın yazarlığını, düşünürle arasındaki farkları anlattığı filozofun filozofluğunu sorguluyor.

Bunlarla birlikte Cioran’ın, birkaç nesil sonra gerçekleşeceğini ileri sürdüğü niteliksizleşmeye dair fikirlerine ve kitapların “yaraları kanırtacak” derecede “tehlikeli” olması gerektiğine ilişkin düşüncesine de rastlıyoruz metinde.

Yaratılan Tanrıları ve onların kopyalarını düşünen Cioran’ın gözü mistiklere, dogmatiklere, din tiryakilerine ve olağanüstülük meraklısı vasatlara kayıyor. Sonra şöyle diyor: “Hiçbir şey, tevazu sahibi yapmıyor insanı, ceset görmek bile.”

Kanında hiçbir Tanrı’nın dolaşmadığını fark ettikten sonra Cioran, sefalet ile sağlıksızlık arasındaki ince ayrım üzerine düşünürken araya doğru-yanlış, mutluluk-mutsuzluk, itibar-itibarsızlık, azizlik-ucubelik, güven-güvensizlik gibi ikilikler giriyor.
Cioran, Parçalanma’yı 1970’lerde kaleme almış ve kitap 1979’da yayımlanmış. Hemen her yerde sürekli görünme hırsının hüküm sürdüğü bugünlerde, düşünürün o zamanki fikirleri ve yazdıkları epey manidar. Cioran, âdeta kırk yıl evvel şimdilerde yaşadıklarımızın bazılarını tahmin etmiş. Uykusuz geçirdiği gecelerde, insanın hangi noktalara evrileceğini öngörüp hırsın, düşmanlıkların ve öfkenin nasıl biçim değiştireceğinden bahsetmiş.

Cioran, Eski Yunan’dan başladığı yolculuğunda, Ortaçağ’a uğruyor, moderniteden geçip yirminci yüzyıla varırken kavramlarla yapılan hokkabazlık ile felsefeyi, tarihçilerle geçmişe dair hakikatleri eğip büken şarlatanları birbirinden ayırıyor.
Cioran, kitabın ağırlık noktası sayılabilecek “İnsan bir girdaptır” sözüyle hem tapınılan bütüncülüğe hem de onun parçalanışına atıf yapıp aklın ve deliliğin sınırını gösteriyor âdeta.