İnsan hakları ve pandemi

Tanju TOSUN*

İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulünden bugüne 72 yıl geçti. 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen 30 maddelik bildiri, 10 Aralık tarihinin İnsan Hakları günü olarak kutlanmasının ardındaki dinamiktir aynı zamanda. Evrensel bir öze sahip olan insan hakları ırk, ulus, dil, din, etnik köken, cinsiyet ayrımı olmaksızın tüm insanların salt insan olmaları nedeniyle sahip oldukları, bu niteliği dolayısıyla kullanabilecekleri haklardır. İnsanlığın sürekli gelişim halinde olması nedeniyle, aslında bu terim haklar, özgürlükler ve hukuk düzeni alanında olana değil, olması gerekene karşılık gelen, bu anlamda hak anlayışı ve arayışını idealize eden bir kavramdır.

Bütün insanların özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğduklarına vurgu yapan ilk maddesinden itibaren bildirge, bireyi fiziksel, psikolojik, ekonomik, sosyal, siyasi bağlamda hak ve özgürlüklerle donatarak, insana layık olan bir haklar ve özgürlükler düzenini resmetmektedir. Yaşam hakkından yurttaş olma hakkına, mülkiyet hakkından toplanma ve örgütlenme hakkına, yönetime katılma hakkından eğitim, sağlık, çalışma hakkına kadar uzanan hak ve özgürlükler düzeni, II. Dünya savaşında yaşanan insan hak ihlalleri uygulamalarına karşı inşa edilen insan onuruna yakışan haklar düzeninin de adıdır.

Bildirinin imzalanmasının üzerinden 72 yıl geçmesine rağmen, ülke, kıta, ekonomik gelişmişlik, siyasal rejim ayrımı olmaksızın insan haklarının ihlali, yok sayılışı, sınırlandırılması, tahribatına yönelik tekil ya da kurumsal uygulamalar her zaman dikkat çekmektedir. Söz konusu ihlal, yok sayış, sınırlandırılmalar mekân, zaman tanımadan kendisini hissettirmekle birlikte, coğrafyanın kader, tarihin tekerrür ettiği topraklarda ihlal rejimi ve sonuçlarıyla kimi toplumlar daha yoğun olarak karşılaşıyorlar. Afrika, Latin Amerika, Uzak Doğu’nun kimi otoriter, totaliter rejimlerinde ya da Türkiye gibi dar koridorda yolunu kaybeden liberal demokrasilerde, demokrasilerin konsolide olamayışı ile insan hakları rejiminin sığlığı arasında yakın bir ilişki mevcuttur.

Demokratik gelişmişlikle insan hakları standartlarının yüksekliği arasındaki ilişkinin bozukluğuna son dönemde salt az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde değil, ekonomik açıdan gelişmiş, demokrasileri kurumsallaşmış ülkelerde de tanık olunuyor. Nedeni, koronavirüs ile birlikte dünyanın yaşadığı pandemi dönemi, sorumlusu ise süreci insan onuruna yakışır biçimde yönetemeyen politik aktörlerdir. Pandemi bu anlamda bir kez daha zaman, mekân ayrışması olmaksızın insan hakları düzeninin çeşitli boyutlarıyla tahribine yol açan birtakım sonuçlar üretmiştir. Korona salgını ortaya çıktığı andan itibaren insan hak ve özgürlüklerini çeşitli toplumlarda farklı bağlam ve düzeyde tahrip ve tehdit etmektedir. Bu bağlamlar güvenli ve sağlıklı koşullarda çalışma, sosyal güvenlik, ailenin korunması, eğitim, yiyecek, giysi ve barınma, fiziksel ve ruhsal sağlığı gerçekleştirme, çevresel ve endüstriyel hijyen koşullarının sağlanması, kültürel yaşama katılma, bilimsel gelişme ve bunların uygulanmasından yararlanma, kadın hakları, ifade özgürlüğü, engelli hakları, su hakkı, kişi özgürlüğü ve güvenliği, toplantı özgürlüğü, yönetime katılma, çocuk, mülteci hakları, seyahat özgürlüğü, düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, özel hayatın gizliliği, yaşam hakkı gibi sayısız haklardır. Karar alıcıların kamu sağlığı ve güvenliği adına niteliği gereği özüne dokunulamayacak bu haklara getirdiği kısıtlamaların en büyük riski, salgının sağladığı meşruiyetin hukuksuzluğa alet edilme potansiyelidir. Ekonomik, siyasi gelişmişlik ayrımı olmaksızın, pandemi süreci birçok devlete sınırlamaların anayasal sınırları aşan düzenlemelere kadar uzanmasına yol açmıştır.

Pandemi döneminde insan hakları temelli hak ve özgürlükler rejimi Macaristan’dan Çin’e otoriter-totaliter rejimlerin yanı sıra, kurumsallaşmış demokrasiler örneğinde dahi çeşitli tahriplerle sonuçlanmaktadır. Unutulmamalıdır ki, insan hakları alanında, gerekçesi ne olursa olsun geriye gidişler tamir edilmesi zor olacak demokrasi açıklarıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle, kamu sağlığı ve güvenliğiyle insan hakları rejiminin eşgüdümlü olarak yönetilmesi kaçınılmazdır. Bu dönemde kamu sağlığından taviz vermeden insan hakları alanında yeni kazanımları inşa edenler demokrasi alanında da yarının asıl kazananları olacaktır.

*Prof. Dr., Siyaset bilimci