İsrail’in Gazze saldırılarına en çok Erdoğan’la Davutoğlu sevinmiştir.

İsrail’in Gazze saldırılarına en çok Erdoğan’la Davutoğlu sevinmiştir. Davutoğlu, yoğun bir telefon trafiği başlatmış; ancak, Erdoğan hâlâ akıl edemedi İsrail’i tanımamızın 1949’da İnönü zamanında gerçekleştiğini diline dolamayı ve de son kara harekatının başlatılmasında Pensilvanya’nın mutlaka bir rolü olduğunu vurgulamayı.

Bunlar akıl-ötesi bir dünyada yaşıyorlar. İzmit’te, Berkin’i ve Ali İsmail’i konuşmasında andı diye Işıtan Önder’in lise birinciliğini iptal ettiler, hiç mi hiç utanmadan. Neyse ki mahkeme kararıyla geri aldı çocuk bu ünvanını.

Hiç mi hiç utanmadan; zira okul birinciliği notla alınır. Ve de şu ya da bu müdür tarafından ortadan kaldırılamaz. Ancak, Erdoğan diye birisi var binlerce memuru süren, sürdürten, süründürten; istediği şirketi batırtan, istediğini de âbad eden: Herkes tehdit altında.

Erdoğan gibi biri ülkenin başında olmasaydı, sadece Işıtan’la uğraşan müdür değil, Berkinlerin, Ali İsmail’in katilleri ve göz çıkartan caniler de büyük ihtimalle şerefli insanlar olarak hayatlarına devam edebilirlerdi.

Erdoğan’la Davutoğlu sevinmesin de kimler sevinsin Gazze’de ölenlerin sayısının artmasına; hele ki bunlar arasında çocuklar da varsa. Davutoğlu, Musul rehinelerinin sayısını bile tam olarak bilmiyor. Ne oluyor, ne bitiyor o insanlarla alakalı olarak; biz de hiç bilmiyoruz: Yayın yasağı, hem gayri meşru, hem alçakça, hem de haincedir. Ayrıca, başkonsolosluk toprağı itibariyle ülkenin bir bölümü yabancı işgali altındadır: Erdoğanıydı, Ben(oğlu) David(Davut)iydi; her ikisi de hesap vermek zorundadırlar.

Gazze imdatlarına yetişti; zaten Mısır’ın kotardığı ateşkese mani olanlar da bu ikisiymiş, Sisi’nin yıldızı parlamasın diye. IŞİD’le ilişkileri ve Rojava’daki suç ortaklıkları, hatta azmettiricilikleri belli; hayırlısıyla Komane de bir düşüvereydi; bunlar için bayram olurdu; zira, Rojava deneyiminin başarısı bunların korkulu rüyası.

Başlangıçtaki hesapları/hülyaları birkaç hafta içinde Şam’da Cuma’yı kıldıktan sonra, Erbil’le işbirliği hâlinde Kürdistan’ı kuşatıp birkaç ‘drone/reaper’(ateş gücü bulunan İHA)ın da yardımıyla PKK’yı tasfiye etmekti. Ancak ne zaman ki, bir yandan Esad düşmezken, bir de PYD diye bir güç ortaya çıkıp ileri ve ilerici bir siyasal formasyonu tesis eder hâle geldi, Öcalan’ın manevî ve entelektüel önderliğinde; işte o zaman İmralı sürecini başlatmak zorunda kaldılar; tabiî yine gerçek bir çözüm ve barışa ulaşmak üzere değil, siyaseti Erdoğan’ın tekelinde toplamaya yönelik bir manevra olarak.

Gazze’yle gölgelemeyi umdukları bir diğer ayıp ise, Türkmenlere, özellikle de Şiî Türkmenlere ilişkin olanı. “IŞİD cinayetlerini durdurmak için hiçbir şey yapmıyorsan bari birkaç kamp kur” diyen Türkmenlere karşı tümüyle sağır; Habur’dan Türkiye’ye geçmek isteyenlerinden pasaport talep ederken ise, hem zalim, hem de hain, bunlar.

Erdoğan, “Maraş’ta, Antep’te Suriyelilere saldıranların arkasında kimler var, biliyorum ama şimdi söylemeyeceğim” diyor: Kocakarı dedikoduları düzeyinde yol alan bir ‘yüksek politika’. Bu, arkadaki güç de her halde ‘paralel yapı’dır. Bizim kesin olarak bildiğimiz ise Suriye’deki iç savaşın baş kışkırtıcı ve sorumlusunun kendisinin ve yakın çevresinin olduğu.

170 bin kadar can, yerinden yurdundan, işinden ekmeğinden edilmiş 10 milyona yakın insan; ki bunların iki milyona yakını Türkiye’de. Sırf Amerika ve diğer Batılılar “şu kadar bin insanı ülkesinden kaçmak zorunda bıraktı” deyip Esad’a karşı doğrudan müdahil olsunlar diye zavallı insanları ülkeye davet eden, bu yolda teşvik uygulayıp önceden çadır-konteyner kentler kuran da yine bunlar.

Tek tek saymakla bitmez bunların günahları/insanlığa karşı suçları; işte o yüzden de en temel, bütün diğerlerinin anası durumundaki suçlarını belirtip, yazımızı bitirelim: Bunlar kadın-erkek eşitliğini, değil savunmak, kabûl bile etmezler ki, insanların türsel tekliği temelinde bir ‘İnsan’ kavramına sahip olup insan gibi davranabilsinler.