“Hedefim yüksek maaşlı bir iş bulup 5 yıl yurtdışında çalıştıktan sonra o ülkenin vatandaşlığına geçmek” diye bir yol haritasıyla değil; azimle, inatla, inançla ve umutla dolu bir genç gördüğüm için heyecanla çarptı kalbim.

“İnsan olmayanların elinden çokça çektik”

H.TUĞÇA ŞENER

Ben çocukken toplumun en saygın görülen kesimlerinden biri öğretmenler ve akademisyenler, en güvenilir kesimlerinden biri de polislerdi. En azından bize öyle öğretilmişti. Postane sırasında bekleyen orta yaşlı kimsenin öğretmen olduğunu bir şekilde fark eden insanlar bir saygı göstergesi olarak sıralarını verir, öğretmeni bekletmek istemezlerdi. “Sokakta yolunu kaybedersen bir polis bul ve ona git” denirdi bize çocukken. Bugünse polis denildiğinde ilk akla gelen şeylerden biri mitinglerde duyduğumuz “Simit sat onurlu yaşa” sloganı. Öğretmenler atanamadıkları için mutsuz. Akademisyenler ise 2-3 ayda bir ya densizlikleri ya tacizleri ya da intihalleri ile gündeme geliyor. Geçen yılın mayıs ayında bir dekan beyin yayında olduğunu bilmeden öğrencileriyle ilgili yaptığı uygunsuz bir yorum vardı gündemde. Aralık ayında televizyonda bir canlı yayın sonrası ünlü bir hocanın spiker kadın için yaptığı yorum ekranlara yansıdı kazara. Bugünlerde ise ülkenin saygın addedilen ünlü profesörlerinden birinin gayet de kamera karşısında olduğunu bilerek, üstelik kahkahalarla anlattığı hadsizlik hikâyesi karşımızda. Aynı hocanın 2019’un ekim ayında anlattığı bir diğer anekdotta da yine genç bir kadını taciz etme meyli ve orta yaşlı bir kadın tarafından bunun engellenişi fakat ünlü hocaya yancı diğer ünlü hoca tarafından durumun bir anda tacize uğramakta olan kadını “güzel ve beceriksiz” diye bir sıfatla yaftalayarak saptırışı vardı televizyonda. Ne oldu da karşısında ceket iliklenen hocalarımız öğrencilerine, asistanlarına ve meslektaşlarına yaptıkları tacizden utanmak şöyle dursun bunlardan müstehzi gülüşler eşliğinde bahsedebilir hale geldi? Adalet belki daha kolay yıpratılabilir bir olgudur da, ne oldu da ar damarımız bu kadar çatladı? Ne zamandan beri bunları gülerek geçiştirir hale geldik? Stockholm sendromu mu yaşıyoruz topluca? Kuran kurslarından liselere, üniversite sıralarından ofislere kadar her yerde maruz kalınan bu tacizler ve saygısızlıklarla başa çıkma şekli mi oldu bu gülüp geçmek, ‘yaşına ver’mek?

2021 öğretim yılı İstanbul Teknik Üniversitesi’nden birincilikle mezun olan Hüseyin Umutcan Ay’ın konuşmasını dinledim geçen gün, dinlemedinizse YouTube’dan kolaylıkla bulabilirsiniz. Gençlere o kadar çok “Umudumuz sizsiniz” denildi ki, gençler de anladılar artık bu işi kendi başlarına çözmeleri gerektiğini ve bu yolda yalnız olduklarını. İşletme mühendisi Umutcan, ölüm ve afet haberleri yüzünden televizyon izleyemez hale geldiğini anlattığı akranlarına “Bizim olayımız sorunları bulmak ve bunlara bir çözüm üretmektir ve bunun da temelinde sorgulamak yatar. Ancak bunun ağır da bir bedeli vardır. Çünkü sorguladığınız şeyi öğrenmeye başlarsınız ve öğrendiğiniz şeyler bazen sizi uykularınızdan edebilir.” “Karanlıkta olduğumuzu düşünüyoruz, aynı zamanda korkuyoruz da. Sorunları biliyoruz, peki çözüm ne? Kaçmak mı? Belki de birileri bizim için her şeyi çözsün diye arkamıza yaslanıp bekleyebiliriz belki de başımıza gelmediği sürece sorun yokmuş gibi de davranabiliriz. Hayır bunu üzülerek söylüyorum ki bu yolda birbirimizden başka kimseniz yok. Bizler ve bizim yetiştireceğimiz çocuklar hegemonların elinde yozlaşmış bu sistemi değiştireceğiz. Değiştirmeliyiz” diye seslendi. Bu kısımları bazı haber kanallarında da izlemiş olabilirsiniz. Bence asıl mesaj, günümüzde çoğu zaman olduğu gibi konuşmanın televizyonlara yansımamış kısmında.

Bizler farklıyız. Bizler hem araştırıyor hem de sorguluyoruz” diye devam ettiği sözlerini “Bu değişikliği herhangi bir kurum veya kuruluşun faydası için değil insanlık için yapacağız ve bunu insan olarak yapacağız. Çünkü bizler insan olmayanların elinden fazlasıyla çektik: Bir insandan patriyarkanın dışında kaldığı için ondan nefret edenlerden, muhtaç durumdaki bir insandan sonuna kadar faydalanmaya çalışanlardan, insanlık adına insana zarar verenlerden. Yarattığımız bu yeni dünyada onlar sadece yozlaşmış bir düşüncenin son temsilcileri olarak kalacaklar” diye sürdürdü ve “Eğer umduğumuz o gelecekte uyanmak istiyorsak bunu beraber başarmak zorundayız” diye tamamladı Umutcan. Tüylerim diken diken, hem gururla hem de hüzünle dinledim Umutcan’ı. “Umudumuz sizsiniz diyorsunuz ama bize nasıl bir ülke bıraktığınıza baksanıza” diye sitemle, “Ülke son 20 yılda ilerlemek şöyle dursun, belki 50 yılda kat ettiğinden daha fazla yol kadar geriledi” diye karamsarlıkla veya “Hedefim yüksek maaşlı bir iş bulup 5 yıl yurtdışında çalıştıktan sonra o ülkenin vatandaşlığına geçmek” diye bir yol haritasıyla değil; azimle, inatla, inançla ve umutla dolu bir genç gördüğüm için heyecanla çarptı kalbim. İnancının da umudunun da sadece ve sadece kendisine ve kendi nesline olması sizi de hüzünlendirir mi bilmiyorum.

“İyi de hocam nasıl olacak?” dediğinizde kısaca “Bir şekilde olacak, bir şekilde olduracağız. Kolay değil ama imkânsız da değil. Bedelini ödemeye razıysan her şeyin bir yolu bulunur” dediğimde kimileriniz için yeterli gelmediğinin farkındayım. Bu defa beni değil Umutcan’ı dinleyin; konuşmasına “Geçen 5 yılda dünyanın merkezinde olmadığımı bana öğrettiğiniz için size minnettarım” diye başladı. Belki de işe dünyanın merkezinde olmadığımızı aklımızda tutarak etrafımızdakilere de bunu öğretmekle başlamamız gerekiyordur.

Yaptığımız en büyük hata belki de sevgimizi ve saygımızı hak etmeyen adamları sevmek ve saymaktı. Saygıdan önümüzü iliklediğimiz hocalar, sevgiden nazını çektiğimiz kocalar değil ihtiyacımız olan; maillerine cevap vermeyip zorda bırakarak ayar verdiğimiz, kıskançlık krizleri geçirerek kavga çıkarıp huzur kaçırmakla tehdit ettiğimizde bizi el üstünde tutanlar da değil. Çünkü mesele insanlara anladıkları dilden konuşarak kötüyle kötü olmakta değil. Mesele bizim dilimizden anlayan insanlar bulup hep birlikte güzel cümlelerle konuşabilmekte. Bunu yapmak için önce o kötülerden sakınmamız, papatyaların etrafındaki ısırgan otlarını temizlememiz gerek. Isırganı yolarken ellerimiz acır biraz, sonrasında da kaşınır hatta ama papatyanın nefes alabilmesi, kendi öz saygımızı kaybetmeden hak ettiğimiz değerlerle yaşayabilmemiz için o ilk acı kimi zaman kaçınılmaz. Isırganlara her dokunduğunda canının acısıyla kenara çekilirsen, sevdiği için boynuna dolanıyormuş gibi yaparak nefesini kesen sarmaşıkları sineye çekersen, bugün senin ve zaman içinde tüm toplumun yekten kangren olması şaşılacak şey değil. Son dakikada iş yükleyen patrondan, hafta sonu laboratuvara gitmek zorunda bırakan hocadan, emri vaki yapan sevgiliden uzak durmayı öğrenmediğimiz sürece canımız defalarca aynı nedenden yanmaya devam edecek; tüm bunlarla başa çıkabilmek için üretebildiğimiz tek çare kendimizce onları haklı çıkarmak olacak, yıllardır yaptığımız gibi. Umutcan’ın sözlerini hatırlatmak istiyorum yeniden: Bizler farklıyız! Eğer umduğumuz o gelecekte uyanmak istiyorsak bunu beraber başarmak zorundayız. Yaratacağımız bu yeni dünyada onlar sadece yozlaşmış bir düşüncenin son temsilcileri olarak kalacaklar.