Gazete yazılarıyla geniş bir kitleye ulaşan yazar, senarist Zehra Çelenk’in öykü kitabı “Hayatta Kalma Rehberi”, Everest Yayınları etiketiyle yayımlandı. Kısa sürede ikinci baskısına ulaşan kitap, gönül ilişkilerden aile ilişkilerine, günümüzden geleceğe uzanan bir çeşitlilikte, türlü durumlar içinde, zor bir noktadan, çoğumuzun zaman zaman kendini içinde hissettiği kıstırılmışlıklardan çıkış yolları arayan karakterleri anlatan 14 öykü içeriyor. […]

İnsanın içinde umuda dair büyük bir güç var

Gazete yazılarıyla geniş bir kitleye ulaşan yazar, senarist Zehra Çelenk’in öykü kitabı “Hayatta Kalma Rehberi”, Everest Yayınları etiketiyle yayımlandı. Kısa sürede ikinci baskısına ulaşan kitap, gönül ilişkilerden aile ilişkilerine, günümüzden geleceğe uzanan bir çeşitlilikte, türlü durumlar içinde, zor bir noktadan, çoğumuzun zaman zaman kendini içinde hissettiği kıstırılmışlıklardan çıkış yolları arayan karakterleri anlatan 14 öykü içeriyor.

Çelenk’in yazılarından aşina olduğumuz insan ruhuna, çağa, ilişki ve duygu desenlerine dair yüksek gözlem ve analiz gücüyle mizahi diline bu öykülerde de rastlıyoruz. Kurmacanın olanaklarıyla birleşen bu farklı bakış okura hem akıcı hem de derinlikli bir okuma deneyimi vadediyor. Çelenk’le 14 öyküden oluşan kitabı, edebiyata ve hayata bakışını, yazarlık serüvenini konuştuk.

• Yazarlık, senaristlik, köşe yazarlığı gibi geniş bir skalada ürün veriyorsunuz. Yeni öykü kitabınız Hayatta Kalma Rehberi öncesindeki süreçten bahsederek başlayalım mı?

Edebiyatla ilişkim aslında hepsinden önce başladı, küçük yaşlarda yayımlanan şiirler ve öykülerle… Bunun sinema tutkusu ve eğitimiyle birleşimi senaristliğe yönlendirdi. İlginç bir macerayla, ilk kitabım “Ruhumun Aynası” da TV senaryosundan romana dönen bir metin oldu. Son iki yılda da köşe yazıları geldi ama edebiyat hep vardı…

• Hayatta Kalma Rehberi’ndeki 14 öykü içinde zaman zaman çok sert ve zor durumlar içindeki, bunun hüznünü ve çıkışsızlığını yaşayan insanlar görüyoruz. Aşk da olabiliyor bunun nedeni, aldatma da, aile içi travmalar da, sınıfsal farklılıklar da… Bu temaları seçme nedeniniz neydi ve bu yer yer hüzünlü durumlar içinde umut veren, canlı anlatımı nasıl korudunuz?

Genel olarak dert edindiğim durumlarla günümüz insanının temel meselelerine değindim öykülerde. Hızlı ve sert dönüşümler içeren bir dönemde yaşıyoruz, değişmesi gereken bazı şeyler de bir türlü değişmiyor. İnsan bunun içinde ruhunu, umudunu koruyarak yol almaya çalışıyor. Karakterleri ve durumları “konuşturmaya” özen göstermeye çalıştım öykülerde. Her tür anlatının içinde uygun dozda mizahı çok seviyorum, hayata ve insana iyi bir duygu/akıl mesafesinden bakmaya olanak verdiği için de, aynı zamanda… Umut hep var. Laf olsun diye değil, insanın içinde yeniden kurmaya ve devam etmeye dair büyük bir güç var.

• Aşk da öne çıkan temalar içerisinde kitabınızda lakin “zor aşklar”. Bunun nedeni ne, aşk hep zorluk, mutsuzluk, acıyla iç içe mi?

Aşk dünyanın en güzel duygusu. Güne başlamak, hayatı sürdürmek, yeşertmek ve üretmek için büyük bir motivasyon sağlıyor. Öte yandan bir yanı da oldukça zordur. Ayrılık da, kaybetmek de, kopuş da aşka dahil. Bir de günümüzde alışıldık, bildik ilişki formları çatırdıyor. Hayatın her alanına yansıyan büyük bir şiddet var, psikolojik yanı da ağır olan. Kadınlar kendilerine dayatılan rollere güçlü biçimde itiraz ediyor, erkeklik krizi dediğimiz bir olgu var paralel gelişen… Evlilikleri, ilişkileri sürdürmek çok zorlaştı, başlamak kolay, “kalmak” zor oldu…

Hüzün üç parçadan oluşur, geçmiş, gelecek ve gelmeyecek. Aşk şimdi, burada olandır. Değilse hüzündür. Güzel bir ihtimal olarak kaldığında ise, leziz bir hüzün. Öte yandan yürümeyen, bizi mutsuz eden, içinde nefes alınamayan yerden yürüyüp gitmeyi de bilmek gerekiyor. Tüm bunları anlatmaya çalıştım öykülerde.

• Hiyerarşik ilişkiler, güç ilişkileri ya da ilişkilerin içindeki güç dengeleri de önemli yer tutuyor öykülerinizde. Buna dair ne söylemek istersiniz?

Hayat ve ilişkiler görünür/ görünmez güç dengeleri, hiyerarşik konumlandırmalar üzerinden kuruluyor. İnsana da çocukluğundan itibaren sevginin değil gücün izinden gitmek, gücün eteğinden tutmak benimsetiliyor. Dünyadaki kötücüllüğün büyük bölümü de bu güce tapınma olgusuyla yakından ilişkili. Bu dengeler içinde nasıl yol aldığımız, kendi gücümüzü nasıl bulduğumuz ya da bulabileceğimiz önemsediğim temalar. Bu anlamda, hani hep dendiği gibi, iki insanın ilişkisi de politiktir. Bazen de sana dayatılmış mutluluk tanımları içinde hiç olmadık bir insanla yolun kesişir, farklı olanla kısacık bir buluşmanın, “gerçek bir konuşma”nın yenileyici gücü vardır. Bu gibi hâlleri de içeriyor öyküler.

• Yazar sorumluluğu denen bir şey var mı sizce? Edebiyatın toplumsal ve bireysel yaşantımızdaki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yazar sorumluluğu denen bir şey var, evet. Kurmaca eserlere elbette göze parmak bir mesaj, reçete şeklinde yansımamalı bu sorumluluk. Ama seçtiğimiz temalar, bundan daha da çok kurduğumuz dünyalar, bakış açımız, dil ve anlatımımızla metinlerin dokusuna yayılmış biçimde çağımızın ve insanın temel meseleleri, dertleriyle yükümlüyüz. Hikâye ister burada geçsin ister Mars’ta, günümüzde ya da elli yıl sonrasında, böyle bu…

Yazının, edebiyatın hayatımızdaki yeri, “hayattan büyük” belli bir anlamda, formlar, anlatılar, okuma biçimleri değişse de hep de öyle olacak. Kendimizi ve ötekileri anlamanın, tanımanın, hayatı yorumlamanın kapısını aralarken “sözün” mühim kısmını da bağlamayı okura bırakan, iç konuşmaya imkân veren metinler değerli. Hayata bir yanıyla hep hikâyeler aracılığıyla tutunacak, hayat mücadelesinde direnme gücünü hikâyeler aracılığıyla bulacağız.