“Son Fasıl” isimli kitabıyla okurla buluşan Nedim Gürsel, “Dünyaya atılıp fırlatılmış insan kendi özünü inşa etmekle yükümlüyse varoluşa dönüşecektir ve özgür olmakla yükümlüdür” diye konuşuyor.

İnsanlar özgür olmakla yükümlü

İBRAHİM KARAOĞLU

Yetkin anlatı ustası yazar Nedim Gürsel’in son kitabı “Son Fasıl” okuruyla buluştu. Dünyaca ünlü usta sanatçıların yaşamının en önemli dönemlerini bir başka aynadan yansıtıyor Gürsel. Van Gogh’tan Leonardo da Vinci’ye, Tolstoy’dan, Nâzım Hikmet’e… Hani Maurice Merlau-Ponty, “İnsan, insan için aynadır” der ya, “Son Fasıl” kitabında, Nedim Gürsel’in kendine özgü başka aynasından yansıttığı ünlü yaşamlara yolculuğu üzerine söyleştik.

►Son kitabınızda temel izlek “insanın insana yolculuğu” gibi ve bu yolculuğu iz sürme üzerinden gerçekleştiriyorsunuz. Sizi bu yolculuğa yönlendiren etmenler ne oldu?

Son Fasıl’ı “insandan insana yolculuk” olarak tanımlayabiliriz elbette, ama söz konusu insan çoğu kez ya büyük bir yazar ya da şair yahut bir ressam. Bu kitabımda beni etkilemiş Van Gogh, Leonardo da Vinci, Rubens, Tolstoy, Rilke, Sartre, Semprun, Nâzım Hikmet gibi yazarların son yıllarına ışık tuttum. Onları son fasıllarını yaşadıkları kentler ve coğrafyalarda betimlersen, metne kendi öznel izlenimlerimi de kattım. Örneğin iki büyük şairin Rilke ile Nâzım Hikmet’in yapıtlarını derinden etkileyen İsviçre’nin Sierre kasabasıyla Prag kentini onların yapıtları bağlamında okura yansıtmaya çalıştım. Farklı kentlerin ortak noktası yaratıcı uğraşın mekânı olmalarıydı.

Van Gogh’un son yetmiş gününü anlatırken okur aklın sınırlarını zorlayan bu dahi ve deli sanatçının tablolarının içinde dolaşsın istedim. Onun yalnızlığını, yaratıcı enerjisini, dramını duyumsaması için çaba gösterdim. Yetmiş gün boyunca her gün bir tablo yapmış intihar etmeden önce. Bu olağanüstü çabaya tanık olan Paris’in kuzeyindeki Auvers-sur-Oise kasabasını da kattım işin içine. Irmağı, yeşil alanları, Van Gogh’un çizdiği gotik kilisesi ve bahçe içerisindeki arduvaz çatılı evleriyle çok özel bir kasabadır. Sanatçının, ona hayatı boyunca kol kanat geren kardeşi Teo’yla yattığı mezarı da oradadır. Son tablosunda betimlediği buğday tarlasının tam karşısında. Ve ünlü tablodaki gibi Ağustos sıcağında buğday tarlasına kargalar iniyor hâlâ.

►Sizin kitabınızdaki kentleri ve coğrafyaları gezerken Maurice Merlau-Ponty’nin “İnsanın yalnızca bedeni değil, duyguları, düşünceleri de mekâna bağlı ve bağımlıdır. Varoluş yalnızca maddesel yönüyle değil ruhsal yönüyle de mekânsaldır” söylemini anımsadım. Varoluşun mekânsal boyutu bağlamında neler söylemek istersiniz?

Maurice Merlau-Ponty haklı. Her mekânın bir ruhu olabileceğini düşünüyorum. Ama bazı mekânların ruhu galiba daha derinde. O derinliğe ulaşabilmemizi sağlayan da sanatçılar. Van Gogh’un tablolarında yer almasaydı Auvers-sur-Oise’in doğasını yeterince kavrayamazdık örneğin. Nâzım Hikmet’in sürgünde yazdığı o eşsiz şiirleri sayesinde Prag’ın mimarisini daha iyi tanıyoruz. Jorge Semprun’un çok genç yaşta ölümümle tanıştığı Buchenwald toplama kampına da gittim. Goethe’nin yaşadığı Weimar kentinin yanında bir bellek mekânı. Düş kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim. Semprun’un Türkçeye çevrilen “Büyük Yolculuk” romanındaki gibi değildi. O mekânın şiddetle olan ilişkisini kavrayabilmem için büyük yazarın romanlarını yeniden okumam, bu mekânla ilişkilendirmem gerekti.

BELKİ BENİM DE SON FASLIM

►“Son Fasıl”a başka ustaların yaşamları üzerinden de yeni anlatı ekleri yapacak mısınız? Sizi bu denli etkileyen başka öyküler yok mu?

Var elbette, ama yakın dostlarımdan “Dur bakalım son fasıla vakit var daha” gibisinden tepkiler aldım. Bu kitabı yazarken bir bakıma kendi son fasılımı da yaşadım vehmine kapılmıştım. Beni bu endişeden uzaklaştırmak istediler. Dolayısıyla şimdilik Son Fasıl’a eklemeler yapmayı düşünmüyorum. Yeri gelmişken şunu da söylemek isterim; ben de kitapta anlatılan ustalar gibi son faslımı yaşıyorum belki, ama Yahya Kemal’e atıfla “Dönülmez akşamın ufkunda” değilim. Henüz değilim.

►“Hiçlik, varlığa musallat olur.” der ya Jean-Paul Sartre, “Son Fasıl” da hiçliğin varlığa en çok musallat olma hallerinden midir?

Jean-Paul Sartre varoluş felsefesinin temellerini genç bir felsefe öğretmeniyken attı. Son Fasıl’da onun da izini sürdüm. İlk romanı “Bulantı”nın yazılış serüvenini araştırdım. “Hiçlik”, eğer Sartre’ın dediği gibi varlık özden önce geliyorsa, yani dünyaya atılıp fırlatılmış insan kendi özünü inşa etmekle yükümlüyse varoluşa dönüşecektir ve özgür olmakla yükümlüdür. Bizlerde belli bir durumda, yani ülkemizin içinde bulunduğu ortamda demokrasi ve özgürlük mücadelemizi sürdürmeliyiz.