Tiyatroyu yaşayan bir sanatçı, yazar, çevirmen, öğretmen Suat Taşer, 1970 yılında çıkan Evrende Ellerimiz kitabından 50 yıl sonra ‘Bütün Şiirleri’ ile okurlarıyla yeniden buluşuyor.

İnsanların peşini bırakmayan şiirler

EFDAL SEVİNÇLİ

Kimi güzellikleri, mutlulukları tanımlamak, adlandırmak gerçekten çok zor. Ancak bu mutluluklarımızı paylaşarak çoğaltınca mutluluğumuz daha bir güzel oluyor!.. İşte böylesine bir güzelliğin paydaşıyım şimdi. Masamda Suat Taşer öğretmenimizin, Ayrıntı Yayınları’nca basılan ‘Bütün Şiirleri’ duruyor. 1938’den ölümüne değin şiirleriyle de yaşayan ozan Suat Taşer’in 450 sayfayı bulan bütün şiirlerini basarak büyük bir değerbilirlik örneği gösteren Ayrıntı Yayınevi’ne içten teşekkürlerimizi sunuyorum. Ozan Suat Taşer, bugün, okurlarına yeniden merhaba diyor…

Suat Hocamızın öldüğü günü, 16 Kasım 1982 gününü unutamıyorum. Tiyatro bölümüne bir bomba düşmüştü… Hepimiz şaşkın şaşkın koşuşturuyor, birbirimize sorduğumuz anlamsız sorularla Suat Hoca’nın ölümünü konuşuyor, gerçekten öldüğüne kendimizi inandırmaya çalışıyorduk. 63 yaşında, iri cüssesiyle, elinde kahverengi, bavulumsu çantasıyla, dimdik yürüyüşüyle, odamızın önünden günaydınlar dağıtıp geçerken hepimizi selamlayan, ses rengine hayran olduğumuz Suat Hocamız ölmüş olamazdı! Dinamizmiyle, çalışkanlığıyla biz genç akademisyen kadroya örnekti. Evet, astımı vardı, kimi günler, kimden duymuşsa, okaliptüs yapraklarını piposunda yakarak içinin rahatladığını söyler, gülüşürdük.

Tiyatroyu bir yaşam biçimi olarak seçen, ozan Suat Taşer, usta bir oyuncu, yönetmen, yönetici, yılların sahne öğretmeni, Türkçe sevgisini herkese aşılayan, ‘Konuşma Eğitimi’nde öğrencilerinin rol arkadaşı, tiyatromuzun sorunlarını içeriden bir gözle eleştirip cezalar alan, çalışmalarıyla, yapıtlarıyla örnek alınan büyük bir tiyatro ustasıydı yitirdiğimiz.

Ölümünden çok kısa bir süre önce, elimde kapağı olmayan, Ö. Faruk Toprak’la ortak kitapları ‘Hürriyet‘i masasına koyduğumda, “Efdal, nereden buldum bu üstü başı parçalanmış garip çocuğu” deyişini bugün gülümseyerek, sevgiyle anımsıyorum. Yine, öğretmenimizin notlarıyla, ‘Konuşma Eğitimi kitabını yeniden basıma hazırlamayı da büyük bir armağan, bir onur saydığımı belirtmeliyim.

1982 yılıydı, Özdemir Nutku öğretmenimiz, arkadaşım Murat Tuncay ve ben, Muhsin Ertuğrul’un anılarını yayına hazırlıyorduk. Elimizdeki dosyalar, bize ulaşasıya değin birkaç elden geçmiş, açıkçası karmakarışık olmuş, çoğu Muhsin Ertuğrul’un Osmanlıca el yazısı ve kimi daktilo edilmiş sayfaları düzenlemekle boğuşuyorduk. Odasını Murat Tuncay arkadaşımla paylaşan Suat Hocamız derse gidince, bizim de dersimiz yoksa ben Hoca’nın masasına geçer, kabaca gruplandırdığımız anıları okur, tarihsel sıraya koymaya çalışır, bir yandan da Osmanlıca’dan aktardığım bölümleri daktilo ederdik. Suat Hoca dersten gelince, bir el işaretiyle yerimden kalkmamamı belirtir, ardından bizim de çok hoşumuza giden, “Bugün Muhsin Hocamız nerede, şimdi nereyi anlatıyor arkadaşlar?” sorusuyla öğretmeni Muhsin Bey’den Konservatuvar yıllarına, Tatbikat Sahnesiyle Devlet Tiyatrosu’nun ilk gösterisine, ‘Köşebaşı’nın ‘Muhtar Ağabey’i rolünü oynadığı Ankara günlerine götürürdü.

Çocukluğu Avanos’ta ve Genezin Köyü’nde geçen Taşer’i, köylüsü olan Emin Türk Eliçin’in alıp Ankara’ya götürüşü, Besim Atalay’a teslim edişi, Ankara Erkek Lisesi’nin ortaokul bölümünde okuması, Konservatuvar Tiyatro Bölümü’ne girmek için verdiği uğraşlar (1936), dahası İstanbul’da, sıkıntılarla geçen lise günlerinin ardından 1940 yılında, tiyatro öğrenimi için Ankara’ya dönüşü… Konservatuvar öğrencisiyken Ankara Radyosu’nda sunucu olarak çalışmaya başlaması, Tatbikat Sahnesi’nden (1945) Devlet Tiyatrosu’na, ölümüne değin tiyatroyu yaşayan bir sanatçı, yazar, çevirmen, öğretmen Suat Taşer. Bu yaşamın öyküsünü öğrencimiz Müjde Bilir bir tezle taçlandırdı. Yine kardeşimiz Müjde Bilir, Suat öğretmenimizin eşi, can Huriye Ablamızla birlikte Taşer’in yapıtlarının izleyicisi, yeniden basımlarının okura kazandırılması, sonunda da ‘Bütün Şiirleri’ ile bizleri buluşturmasına değin emekleriyle büyük uğraşlar verdi. Yalnız Müjde kardeşimin ödevleri daha bitmedi! Suat öğretmenimizin en az şiirleri kadar değerli, nice dergide, gazetede bekleyen (!) tiyatro yazıları, çalışkan Müjde’yi bekliyor, elbette biz de bekliyoruz!... Bütün emeklerini alkışlarla karşıladığımız Müjde’nin, ayrıca nicedir beklediğimiz şiir kitabıyla da buluşturması için elini biraz çabuk tutmasını istiyoruz!..

OZAN SUAT TAŞER

Suat Taşer, 1970 yılında çıkan ‘Evrende Ellerimiz’ kitabından 50 yıl sonra ‘Bütün Şiirleri’ ile okurlarıyla yeniden buluşuyor. Şiirimizdeki yaşam savaşı vermenin güç koşulları içinde yitip giden nice ozanımız arasından anımsanıp bir değerbilirlik örneğiyle ‘Kayıp Kuşak’ içinde olamayacağı düşüncesiyle gündeme getirilirken Suat Taşer’in gerçekten unutulmayacak ozanlarımızdan birisi olduğunu şiirseverler biliyorlar, ben de böyle düşünüyorum.

Suat Taşer’in kitaplarında yer vermediği dergilerde kalan kimi şiirleri olduğunu biliyoruz. Bu şiirlerden birisi, daha çok Orhan Veli ve arkadaşlarının yazdığı ‘Yeryüzü’nde dergisinde çıkan, hakkında Ceza Yasamızın ünlü 142. maddesine aykırılık savıyla kovuşturma açılan, ağır cezada yargılanıp beraat ettiği ‘Önce-Sonra’ şiiri. Bu şiir, ‘Merhaba’ (1952), ‘Haraç Mezat’ (1954) ve sonra çıkan kitaplarında yer almıyor. İşte, bugüne değin, sanki unutulan(?) bu şiiri, 70 yıl sonra günyüzüne çıkaralım ve hep birlikte okuyalım istedim:

insanlarin-pesini-birakmayan-siirler-908729-1.

Önce-Sonra

Merhaba / Tohum / tomurcuk / rüzgâr / yelken / merhaba //

Önce onlar / sonra ben / önce birer birer / sonra hep beraber / merhaba //

Önce yol / sonra menzil / önce yokuşa yukarı / sonra inişe aşağı / önce bir adım /

sonra adım adım / merhaba //

Önce bulut / sonra sel / önce barut / sonra kibrit / sonra ateş / merhaba //

Önce zifiri karanlık / sonra günlük güneşlik / merhaba //

Önce sevmek arzusu / sonra sevgili / önce can / sonra ten / merhaba //

Yaşamak / Önce yaşamak / sonra da yaşamak / merhaba. //

Ben, Suat Taşer öğretmenimi, bir ozan olarak lise yıllarımda tanıdım. Yıllar içinde onun tiyatro dünyamızdaki yerini öğrendikçe, ozan kimliğinin tiyatro sanatıyla büyük bir uyum içinde olduğunu gördüm. Şiirlerinin de dramatik bir kurgu taşıdığını, sahne için, sahne diliyle yazıldıklarını, okundukça, şiirdeki sesin bir aktörün sesi olarak canlanıp etkisini daha da artırdıklarına inanıyorum.

Parasını denkleyip İzmir’de ortak şiir kitabı ‘Hürriyet’i (1945) bastırdıkları yakın arkadaşı, Ö. F. Toprak, toplumcu gerçekçiliği yaşamınca savunan Suat Taşer’in şiirleri için “sert vurgulu şiirlerin rüzgârını, bazen toplumsal, bazen bireysel duyguların içinde eriten, biraz içe dönük, ama yine toplumsal kaynaktan renk ve ses alan bir düzey üzerinde göründü” değerlendirmesini yapar. Toplumcu gerçekçi 1940 kuşağı ozanlarıyla düşünsel birlikteliğini, ‘Bir’, ‘1943’, ‘Hürriyet’ kitaplarındaki şiirleriyle gösteren Taşer’in Garip şiirinden de etkilendiği, 1960’dan sonra ise daha bireysel duyguları işlediği eleştirmenlerce belirtilir. Doğrusu, sadece Suat Taşer için değil, bugün, Türk şiirinin yönünü belirleyen iki ana kaynağın etkisini konuşuyor, tartışıyoruz. Şiirimizi ölçüden biçime, içerikten biçeme alt üst edip değiştiren Nâzım Hikmet’in şiirinin yoğun etkisinden, 1940 sonrasında Orhan Veli ile arkadaşlarının, süsten, söz oyunlarından uzak, günlük dilin yalınlığıyla, sıradan insanı anlatan şiirlerinden etkilenmeyen kaç ozan tanıyoruz? Yine halk şiirinin sesine, türkülerin diline tutulmayan kaç ozanımız var? Doğal olarak Suat Taşer’in de bu etkilenmeleri yaşadığını, şiirlerinde Nâzım Hikmet’in ve Garip şiirinin yansımalarını görüyoruz. ‘Haraç Mezat‘taki (1954) şiirleriyle başlayan, şiirinin ayırıcı niteliği olarak sürüp giden alaysı bir dili, sözcük oyunlarıyla güçlendiren Taşer’in, bu yolla da yergiye yöneldiğini belirtip yakın arkadaşı Mehmet H. Doğan’ın Suat Taşer için yaptığı değerlendirmeyle yetinelim:

“Şairliği en önce başlamasına, bütün yaşamı boyunca en önde gelmesine karşın en önde gitmedi, ama sonuna kadar sürdü. Öteki uğraşları kendini bütünüyle şiire vermesini, şiirini yenilemesini önledi. Yalnızca şiirle uğraşmaya zaman bulduğundaysa yorulmuştu; şiiri, başka bir biçime giremeyecek kadar kemikleşmişti artık.

insanlarin-pesini-birakmayan-siirler-908730-1.

Mehmet H. Doğan’ın vurguladığı gibi özellikle 1970’den sonra, şiiri düşünmekten çok tiyatro eğitimine ilişkin çevirilere yoğunlaşan Taşer ustamızın çabalarını tiyatro sanatımız açısından çok değerli buluyoruz. Ozan Taşer’in, çileli Anadolu insanının dünyalarını, öyküsünü, konuşma dilinin rahatlığıyla aktardığı şiirlerinde öyküleştirmenin tuzağına düşmeden Türkçemizin güzelliklerini bizlere armağan ettiğine inanıyorum. Sizlere Taşer ustamızın ‘Bütün Şiirleri’nden, şiirin öyküyle kaynaştığı ‘tanıdığım şiirleri’nden örnekler paylaşmak istiyorum:

Bir (1942): Dünya Komedyası (ss.25-29); 1943 (1943): Açık Mektup-I-II-(ss.38-40) ,Keziban’a Mektup (ss.50-53); Hürriyet (1945): Künye (ss.58-68),Beş Yaşıma Kadar(ss.68-72), Şiirlerime Nasihat (ss.82-93); Merhaba (1952): Bu Saatte (s.112), Derdim İlacım Anadolu (ss.129-130); Haraç Mezat (1954); Sahavet Hanım şiirleri (ss.149-153); Kurtuluştan Önce (1960): Aldı Beni Bir Düşünce (ss.203-204), Zaman Ana (ss.205-206), Abuzettin Bey (s.217), İzmirnâme (ss.226-230); Hayret Bey’in Serüveni (1968): Hayret Bey şiirleri (ss.247-282); Evrende Ellerimiz (1970): Evrende Ellerimiz-Alfabede A-Z (ss.311-328); Son Şiirler (2021): Atatürk Bir Haindi [27.09.1982] (ss.378-380).

Bu şiirlerin birçoğunu daha önce okumuş olabilirsiniz… Sizler de şiirimizden başka örnekler verebilirsiniz. Örneğin, benim güzel şiirlerinden saydığım, toplumcu gerçekçi bir ozanın şiire bakışını, şiirin ve ozanın (!) ölümsüz olacağına olan inancını aktaran, ‘Şiirlerime Nasihat’den bir bölümü okuyalım:

“VI-Bir gün / hayatın bu kahredici güzelliğine, / sevgime, kinime ve yeminime rağmen / bir gün ölebilirim. / Ey benim şiirlerim! / Üstümde biten bir mevsimlik otlar gibi / kuruyup gitmenizi istemiyorum. / Mezarımın başında gözyaşı dökmeyin, / çırpınmayın etrafımda öksüz kuşlar gibi... / Ben sizi kendim için, / kendi ölümüm ve kendi yasım için değil, / dostlarım ve düşmanlarım için yazdım./ Bir böcek gibi yaşayıp / bir böcek gibi yok olamazdım; / Rüyalarım ve tahammülüm beyhude değildir, / sabır cehennemine attık kendimizi / bunu benden daha iyi bilirsiniz, / Fânilik; ikinci gölgemizdir / bugün varsam yarın yokum... / Ama siz, benim alınteri şiirlerim benden sonra da yaşayacaksınız / ve yer-yüzünden kayboluşumu dosta düşmana duyurmayacaksınız; / sizden pişmanlık yerine bunu beklerim………X-….Toplanın etrafıma / yazılmış ve yazılacak bütün şiirlerim! / Azap çekenler, can çekişenler, ölüler, ihtiyarlar, dullar, yetimler / ana rahmindeki çocuklar / bizi bekliyor! / Güneşli bir sağanak gibi inmeliyiz / kararan gözlere, / insanların elleri kadar yürekleri de açıktır. / Dünya kocamandır, / ufacıktır! / Haydi şiirlerim / ümitli ve imanlı, / bizi bekleyenlere doğru gidelim.”

Taşer ustamızın, şiirin öyküyle içiçe geçtiğini, kaynaştığını düşünüp örneklediğim şiirlerine bakarak çoğunuzun da bildiğinizi düşündüğüm ‘Sahavet Hanım’ şiirleri en çok okunan ürünleri. Öğretmenimizin ölümünün şaşkınlığı içinde, dergimiz ‘Dönemeç’in, Aralık 1982 sayısını, “Suat Taşer’in Anısına” hazırladık. Yaşamın hızla akışı içinde kırk yılı bulan bu özel sayımızda, anısı güzel Turgay Gönenç ağabey, Sahavet Hanım şiirlerine ilişkin düşüncesini şöyle açıklamış: “…. şiir ve öykü birleşimindeki tuzağa düşmeden, kıl payı sınırında, ustaca, şiiri koruyarak! Bu denli bir şiirin güçlüğünü ve tehlikelerini yıllar sonra öğrendim. Şiir, okuyucunun kafasında ozanın dizelerinden sıyrılıp öyküleşmeye ve bu yönüyle yer almaya başlarsa şiir yitti demektir. İşte senin şiirinde yıllarca gözlediğim ve saygıyla izlediğim bu tuzağa düşmeden; ama anlatımında ‘öykümsülüğe girmeğe’ de korkmaman olmuştur.”

Şimdi, “ak kayaya tüneyen kara kuşu kovması için” Sahavet Hanım’a destek olalım ve Bütün Şiirleri’n Bir Ben Bir Yokuş’un yeniden doğuşunu kutlarken bu güzel şiirden bir bölümü de hep birlikte okuyalım:

SAHAVET HANIM’ IN RÜYASI

İsli dumanlı berbat bir yer/ geniş mi geniş büyük mü büyük / bir yanı bağlık bahçelik / bir yanı ölüm ayrılık / Dünya / Aman bir kalabalık aman bir kalabalık / her çeşitten insan / Vardır ya / Tanımadığım bilmediğim bir şehre varmışım / Rahmetliyi ararmışım güya / Hayırdır inşallah Sahavet Hanım / Evler sağlı sollu / evler gitgide büyüyor/ evler ayrılık dolu dert dolu / her evde bir çocuk uyuyor / Çocuk ümittir Sahavet Hanım / Sonra gül bahçeleri / evler kayboldu birden/ üstümde yeşil bir entari/ ama nasıl yeşil / Yeşil murattır Sahavet Hanım / Önümde dik bir yokuş / yokuşun başında bir kara kuş / konmuş ak kayanın sivrisine / kan içinde gözleri / in cin hak getire / bir ben bir yokuş/ bir de /ak kayada kara kuş /Yokuş hayattır Sahavet Hanım / kara kuş ölüm iftira……” Olsa da Suat öğretmenimizin deyişiyle, “Hayat herşeye rağmen güzel!” Çünkü “insanların peşini bırakmayan şiirler” bizlere sesleniyorlar…