PROF. DR. ONUR BİLGE KULA
CHP Bilim, Yönetim, Kültür Platformu

Zülfü Livaneli son romanı ‘Huzursuzluk’ta fanatik köktenci ve barbarlar topluluğu olan IŞİD’in Ezidi kız ve kadınlara uyguladığı insanlık dışı kirletme, tutsak olarak alıp satma ve yok etme eylemlerini anlatıyor. Romanda eleştirel bir sorgulamayla anlatıldığı üzere, Musul bölgesinde yaşayan Ezidiler tarihin her döneminde baskılara ve kıyımlara uğratılmış bir topluluktur.

Romandaki gizemli ve büyülü sözcüklerden biri ‘Laleş’tir. Ben, roman boyunca Laleş sözcüğünü güçsüzleştirilmiş, sürgün edilmiş, sürekli saldırı ve kıyıma uğratılmış Ezidilerin yazgısının anlatımı olarak algıladım. Laleş ile ilgili kısa araştırmamda “Ekşi Sözlük”te rastladığım ve daha sonra Hasan Şerif’in Kürtçe olarak okuduğu “Beyta Laleş” türküsünün sözleri ve müziği, Ezidilerin yürek burkan tarihine ilişkin ilgimi iyice kamçıladı. İnsanlığımdan utanarak ve umarsızlığımda kıvranarak, Ezidi türküler eşliğinde okudum romanı. Duygu derinliği yüksek “Beyta Laleş” türküsünden bir dörtlük şöyledir: “Yezidi bir bakıştır güneş/Toplanır mahşerinde yüzümüz/Aç yüzünü ey Laleş/Ne sana ne tarihe sığar hüznümüz…”

‘Huzursuz’lukta merhamet simgesi ve “dünyanın en iyi kalpli insanı” diye nitelenen Hüseyin, ‘Laleş Vadisi Misafiri’ bölümünde arkadaşlarının anlatımıyla, her zaman ve her yerde güçsüzlerle dayanışır. Yaşamını “fakir fukaraya, hastalara, eziyet görenlere” adar. İnsanlarla canlıları ayırmaz. Zaman bulduğunda, Mardin Yukarı Mahalle’nin dar ve dik sokaklarında “yük taşıyan eşeklerle” bile ilgilenir; onlarla sevgiyle konuşur. Eşekler, sanki onu anlıyormuşçasına başlarını sallar; hatta “minnet dolu bir eşek ağlar.”
Bununla birlikte, romanda da söylendiği gibi, “merhametten maraz doğar.” Hüseyin’in başına ne gelmişse, aşırı merhametinden gelir. Suriye’den, Irak’tan “akın akın gelen göçmenlere çok üzülen” Hüseyin on binlerce göçmene yardım etmek için çırpınır, kendini paralar. Giderek evini barkını, güzel nişanlısı Safiye’yi tümüyle ihmal eder. Hepsi çok kötü durumda olan göçmenler arasında “en büyük zulmü” gören Ezidilerdir. Ağustos 2014’te IŞİD kıyımından kurtulabilenler, Laleş’e sığınırlar. Romandaki deyişle, “Laleş onların kutsal mekânı. Ne zaman zulüm görseler, oraya sığınırlar.”

Bazıları Türkiye’ye gelir. Mardin’de kurulan çadır kentlerde barınır. Her zaman en zor durumda olanla dayanışmayı yaşam ilkesi olarak gören Hüseyin, Ezidilerle ilgilenmeyi bir saplantı durumuna getirir; çünkü “en çok ezilenler, en çok zulüm görenler onlardır” (s. 35).

Faşizm ölüm ve felaket demektir
Romanda anlatılaştıran umut-umutsuzluk ikilemi, sosyalist hümanizmin kuramcısı Alman filozof Ernst Bloch’un ‘Umut Düş-kırıklığına uğratılabilir mi?’(1) adlı irdelemesini çağrıştırmaktadır. Bloch anılan irdelemesindeki belirlemesiyle, her yaşam “gerçekleşmeyen düşlerle” doludur. Faşizm ölüm ve felaket demektir. Hümanizm hem edimsel, hem de düşsel bir tutumdur ve “düşsel olan her zaman düş-kırıklığına uğratılabilir.”

Düş-kırıklığına uğrama ve kendi soyuna ilişkin daha derin bir sarsılma, var-olma istencini ayakta tutar. Başka türlü geleceği kurmak olanaksızdır. İnsan, Heraklit’in deyişiyle, umulmayanı umduğu için, onu, diyesi, olumsuzluktan olumluluk türetir. Livaneli, insancıl tavrı ve biçemiyle, ‘Huzursuzluk’ romanıyla bütün umutları kırılan, insanlık duyguları ayaklar altına alınan Ezidilere ve insan olmak isteyenlere, her kötülüğe karşın umut üretme gücü vermektedir.

(1) Bloch’un estetik ile ilgili denemeleri için: Onur Bilge Kula (2014): “Brecht, Lukacs, Bloch- Sanat ve Edebiyat”; İş Kültür Yayınları, İstanbul