Irak’ta homojen görülen gruplar dahi kendi içlerinde parçalı, ihtilaflı, bölünmüş ve çoğul bir özelliğe sahipler. Son gösterilerin Şiilerin iç ihtilaflarının tezahürü olması bunun göstergesi.

Irak’taki krizin siyasi anatomisi
Fotoğraf: AA

Arif Keskin/ Siyaset Bilimci

Irak analizlerinde genellikle Şii, Sünni, Kürt, Türkmen gibi kolektif kimlik grupları homojen bir siyasi birim olarak nitelendirilerek bu grupların içindeki farklılıklar inceleme dışında tutulur. Bu yöntem meşruluğunu Irak’ın anayasasında da yerini bulan kolektif kimliklere dayalı demokratik modelden alsa da, pratikte Irak analizindeki yetersizliği ispatlanmıştır. Oysa ki, homojen siyasi birim olarak görülen gruplar kendi içlerinde parçalı, ihtilaflı, bölünmüş ve çoğul bir özelliğe sahipler. Bu çok eksenli bölünmüşlük olgusu analize dâhil edilmeden Irak’la ilgili sağlıklı yorumların yapılması zordur. Irak’taki son gösterilerin Şiilerin iç ihtilaflarının tezahürü olması, yukardaki analiz çerçevesinin doğruluğuna işaret eder. Ekim 2021’deki Irak parlamento seçimleri, Şii İslamcıların arasındaki var olan ihtilafların farklı sayfaya taşınmasına zemin oluşturdu. Şiilerin gelenekselleşmiş siyasi partilerinin düşen oylarına karşın Mukteda Sadr’ın 73 sandalye ile ilk yeri elde etmesi günümüzde yaşanan siyasal tıkanıklığın temelini oluşturdu. Bu durum aslında Irak’ta 2003 sonrası oluşturulmaya çalışılan güç dengelerinin bozulması anlamına geliyordu. Mukteda Sadr’ın yükselişinin ABD, İran, Şii partileri, Haşdi Şabi ve Necef’teki din adamlarını tedirgin ettiği açıktı. Şii siyasal seçkinler açısından sokağa hâkim olan Sadr’ın siyaset kurumuna da egemen olması kabul edilemezdi. Kâğıt üzerinde hükümet kurma hakkına sahip olan Sadr’ın pratikte ise bu görevi üstlenmesi ülkenin iç ve dış dengeleri açısından düşük bir ihtimaldi. Bu çerçeveden bakıldığında Sadr’ın Şii siyasi parti, din adamları ve İran’la ilişkileri analiz edilmeden Irak’taki siyasi sürecin mahiyeti, seyri ve muhtemel değişim formlarını anlamak mümkün değildir.

RADİKAL KİŞİLİĞİN AYARTICILIĞI

Sadr ailesinin, Şii medresesi (Havza), düşüncesi ve İslamcılık akımı içinde kendine özgü yeri var. Sadr ailesi analiz edilmeden Lübnan, Irak ve İran’daki Şiilik ve İslamcılık analizi eksik kalır. 1999’da öldürülen Muhammed Sadık Sadr’ın oğlu olan Mukteda Sadr, aslında 200 yılık bir aile geleneğinin son mirasçısı sayılır. Bu miras ona meşruiyet, saygınlık, toplumsal ağlar, hareket kabiliyeti ve güç kazandırıyor.

2003’te Mukteda Sadr, Sadr ailesinin mirasçısı olarak ortaya çıktığında ülkede bilinen bir kişiliği olmamasına rağmen kısa sürede kendisinden bahsettirmesini başardı. Mukteda Sadr, sansasyonel politikacıların en tipik örneği. Sansasyonellik onun politik kişiliğinin başat özelliğine çevrilmiştir. Sansasyonel politik kişiliği onu radikalizme sürüklemekte ve bu olgu onun diğer siyasi, dini ve mezhebi gruplarla ilişkilerini belirleyici faktöre çevrilmiştir. Başka bir ifadeyle Mukteda Sadr aslında siyaset sahnesinde radikalizm ve sansasyonel kişiliğiyle yer edindi. Mukteda Sadr, Iraklı Şiîlerin genel stratejisinden aykırılıkla bilinir. 2003 Irak işgalinin ardından Iraklı din adamları ve siyasal partiler isteklerini siyasal yollarla elde etmeyi planlarken Mukteda Sadr daha radikal bir yöntem takip edilmesini savunuyordu. Sadr, şeriat devleti kurmayı, koalisyon güçleriyle çatışmak, ABD’yi ‘‘büyük yılan’’ olarak adlandırarak onunla silahlı çatışmayı savunurken Iraklı siyasi gruplar ise ABD ile Irak’ı paylaşma peşindeydiler. Mukteda Sadr bu süreçte toplumsal gücünü artırsa da Şii partileri istediği noktaya çekmekte başarısız oldu. İran, Necef ve siyasi grupların baskısı sonucu Mehdi Ordusu’nu lağvederek görünürde legal siyaseti seçmek zorunda kaldı.

Mukteda Sadr'ın radikal söylem ve sansasyonel politik kişiliği, siyasi ve dini elit tarafından sorunlu gözükürken toplumun bir bölümü tarafından olumlu karşılandı. Sadr’ın radikalizmi Iraklı Şiîler içerisinde uygun zeminini buldu. Çünkü Iraklı Şiîlerin bir bölümü isteklerine siyasal süreç ile varamayacaklarını düşünüyorlardı. Söz konusu durum, ılımlı ve pragmatist Şiî grupların etkinliğinin kırılmasına ve Mukteda Sadr'ın güçlenmesine zemin hazırladı.

NECEF-TAHRAN ARASINDA ÖZERKLİK

Sadr, Iraklı Şii seçkinlerle ihtilaflı olması nedeniyle siyasal güç kaynağını halk olarak seçmiştir. Bu özelliğiyle Iraklı politikacılar içinde farklı bir siyasal kişilik sergiliyor. Nitekim politik sahnedeki Şii İslamcıların tersine Necef ve İran karşısında hep özerkliğini korumuştur. Mukteda Sadr, Ali Sistani ve İran tarafından kontrol edilebilecek bir kişi olmadığını ispatlamıştır.

Sadr, seçkinleri önemsemeyerek halk ve sokağa öncelik vermiştir. Bu açıdan bakıldığında Irak siyasetinde sokak hareketinden en iyi yararlanan siyasetçidir. Sokağın siyasette ne anlama geldiğini bilmekle birlikte pratikte maharetli yararlanma becerisini de ortaya koyarak Irak siyasetinde kendine özgü bir ayrıcalık elde etmiştir. Parti kurarak hareketini legal ve tanımlanmış siyasal süreç içinde gösterse de parti onun açısından hükümeti dizayn etme aracından başka bir şey değildir. Sokağa hâkim olabilme becerisi onun destekçileri ile kurduğu ideolojik/manevi liderlik ilişkisinden kaynaklanıyor. Öyle ki, istediği zaman destekçilerini seferber edebiliyor. Irak siyasetinde toplumsal seferberlik gücü en yüksek olan politikacıdır. Bu seferberlik gücü nedeniyle ‘‘Sadr endişesi’’ Irak siyasal psikolojisinin belirleyicilerinden biri sayılıyor. Bu açıdan bakıldığında, Mukteda Sadr’ın siyasi ve dini elitin nefret objesine dönüşmesi anlaşılabilir.

Halkı öncelediği için seçkinlere yönelik protest ve saldırgan bir siyasal profil sergiliyor. Protest kişiliği öyle baskındır ki, oluşturulmasında ortak olduğu politikaları bile eleştirmekten kaçınmıyor. Ortak olduğu hükümetlerde kendisi bizzat hiçbir görev almıyor. Bu özelliği nedeniyle kendisini sorumlu da görmüyor, taraftarları da onu sorumlu bulmuyor. Bu durum, aile mensubiyetiyle birlikte ona farklı bir ahlaki üstünlük iddiası sağlıyor; diğer siyasiler beceriksizlik ve yolsuzlukla özdeş görünürken o ayrıcalıklı bir konumda durabiliyor.

Mukteda Sadr’ın kişiliği istikrarsız, değişken ve güvenilmezdir. Öngörülebilir olmadığı için güvenilir bir ortak da değildir. Verdiği sözleri tutmayabilir, taahhütlerini yerine getirmeyebilir. Açıklamalarının tersine davranabilir. Öngörülebilir, kontrol edilebilir ve ortaklık yapılacak bir politik kişiliğe sahip olmadığı nedeniyle ismi krizle özdeşleşmiştir.

İDEOLOJİK VAADİN İFLASI

Iraklı Şiiler, Saddam sonrası kurulan devletin başat gücüne dönüştüler ama Irak’a vaat ettiklerini gerçekleştiremediler. İslamcılar, yeni bir toplum umudunu veriyorlardı. Saddam diktatörlüğünün tersine demokratik bir devlet kuracaklarını, insanların etnik, mezhepsel kimliklerini özgürce yaşamakla birlikte saygın, onurlu ve müreffeh bir hayat sürebileceklerini vaat ediyorlardı. Söz konusu iddialarının tersine adaletli düzen kurmak yerine zalim, yozlaşmış ve fasit bir bürokrasinin kurulmasına zemin sağladılar. 1958’den sonra iddia ettiklerinin tersine Irak’ı mezhepçilik, yolsuzluk, adam kayırmacılık, nepotizm, ayrımcılık ve fasit özelliklere sahip bir ülkeye dönüşmesinde başat rol oynadılar. Bunlarla birlikte İran’a zemin yaratarak Irak’ın egemenliğinin oluşumunu ertelediler. Irak’ta toplumsal, ekonomik ve siyasal sorunları çözebilecek etkin bir devlet aygıtının oluşmasına engel oldular. Devlete karşı paralel kurumlar kurarak onu sınırlandırmayı hedeflediler.

Iraklı Şii politikacılar, İran’ın atanmış memurlarına dönüşerek kendi toplumlarına yabancılaştılar, zenginleştiler ve halktan kendilerini ayrıştırdılar. Bu yabancılaşma toplumsal kopuşu da beraberinde getirdi. Iraklılar kendi vatanlarında yabancı ve misafir konuma düşürüldü. Sade bir iş bulmak için bile İranlı torpili arandı. İran’ın desteklemediği bir kişinin hiçbir alanda başarılı olma şansı ve imkânı kalmadı. İran, Iraklıların karar alma özgürlüğünü ellerinden aldı. Kimin başbakan olacağına Irak halkı değil, İran karar vermeye başladı.

Yukarıdaki özetlediğimiz süreç Şii gençliğinin siyasi davranış ve taleplerini değiştirmiştir. Bu değişim, şimdiye kadar din karşıtı bir yön almasa da politikacılara karşı nefret ve öfkeye dönüşmüştür. Ekim 2021 seçimlerinin sonuçlarıyla, Saddam (2003) sonrası doğanların ilk kez oy kullanmaları arasında bağlantı olmadığını söylemek yanlış olur. 2003 sonrası tüm gelişmelerin sorumlularından biri olan Mukteda Sadr’ın yeni itiraz sürecinin önderi olarak da ortaya çıkması, güncel demokratik siyasete özdeş olan “yanlış bilincin” patolojik tezahürü olarak yorumlamak gerekir.

YARIN: POLİTİK GÜCÜN EL DEĞİŞTİRMESİ