1980’lerden günümüze etki alanını genişleten çevresel ırkçılığa, konuyla ilgili yapılan çalışmalara ve ders çıkarılması gereken örnek bir vakaya göz atıyoruz.

Irkçılığın çevresel hali: Çevresel ırkçılık

BATUHAN SARICAN

“Çevresel ırkçılık” kavramı son dönemde sıkça konuşulmaya başlamasına karşın daha dün ortaya çıkan bir kavram değil. Bu kavramı ortaya atan kişi, Afrika kökenli Amerikalı bir sivil hakları lideri olan Benjamin Chavis’ti; iddiası, çevre politikası ve uygulamalarında ırk ayrımı gözetildiği yönündeydi. Ona göre ırkçılığa uğrayan, ötekileştirilen topluluklar, aynı zamanda toksik atık tesislerinin etrafında yaşamaya maruz bırakılıyordu. Chavis, bu uygulamalarda kasıt arıyor, 1980’lerin başında ortaya attığı çevresel ırkçılık kavramıyla beraber büyük bir tartışmayı da beraberinde getiriyordu.

1980’lerden bugüne çevresel ırkçılık, artık sadece etnik kimlik değil, ekonomik durumları sebebiyle de birtakım birey ve toplulukların; sınıfların da ötekileştirildiği bir tür sistematik ırkçılığa doğru evrildi. Ötekileştiren taraf ise sanayileşmeyle birlikte gittikçe semiren, semirirken de çevreye zarar vermeyi alışkanlık haline getiren sermaye sahipleri ve onlara arka çıkan ulusal ve uluslararası aktörler olarak karşımıza çıkıyor. Peki ama çevresel ırkçılık, eylem olarak neyi kapsıyor ya da biz neyle karşılaşınca buna çevresel ırkçılık diyoruz?

Bugün eğer ki bir birey veya topluluk; din, dil, ırk veya sosyo-ekonomik durumu sebebiyle kanalizasyon, maden, çöplük ve elektrik santralleri gibi toksik atık kaynaklarına yakın yaşamak veya çalışmak zorunda bırakılıyorsa açıkça çevresel ırkçılığa uğruyor demektir. Sözgelimi, devletlerin çeşitli politika ve uygulamalar yoluyla vatandaşlarını orantısız bir şekilde sağlık tehlikeleriyle karşı karşıya bırakması, o çevrede yaşamaya mecbur etmesi açıkça çevresel ırkçılıktır. Buradaki toksik madde maruziyeti, hava kirletici partikül maddelerden yer altı veya üstü suları kirleten kimyasal atıklara ve asbest kirliliğine kadar çeşitlilik gösterebilir.

Günümüzde bu konuyla ilgili birçok çalışma yapılıyor. Sözgelimi, Grinnell College’dan Gregory A. Margida, American Chemical Society için yazdığı “Race and Climate Change” başlıklı makalesinde, yılda 50-60.000 dolar kazanan Afrika kökenli Amerikalıların, 10.000 dolar kazanan “beyaz” vatandaşlardan daha kirli alanlarda yaşama olasılıklarının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor.1 Utah Üniversitesi’nden Sara E.Grineski ile Timothy W.Collins’in Environmental Research dergisinde yayımlanan ve ABD’deki devlet okullarında havadaki nörotoksik maddelere maruziyetin araştırıldığı başka bir çalışmada ise yine coğrafi ve sosyal eşitsizlikler ön plana çıkıyor.2 ABD genelinde yaklaşık 90.000 okulu kapsayan çalışmaya göre, Afrika kökenli Amerikalı, Hispanik ve yoksul öğrencilerin, okul çevresinde zararlı toksinlere maruz kalma ihtimali daha yüksek. Çalışma, bunun nedenini, devletin söz konusu topluluk nüfuslarının daha fazla olduğu okulları sistematik olarak karayolları veya fabrikaların yanına ya da önceden kirlenmiş alanların yanında bulunan en ucuz arazilere yerleştirmesine bağlıyor.3

FLINT VAKASI

ABD, Michigan’daki Flint Vakası, çevresel ırkçılığın başlıca örneklerinden biri olarak kabul ediliyor. 2014’te eyalet yönetimi, “bütçe tasarrufu” sağlamak için su kaynağını, Detroit su sisteminden Flint Nehri’ne çevirme kararı alıyor, buna karşın yeni kaynağı yeterince arıtamıyordu. Bunun sonucunda yerel yönetim, şehrin çoğunluğu Afrika kökenli Amerikalı olan 100.000 vatandaşı, E. coli gibi tehlikeli bakterilerle birlikte, uzun vadede bilişsel sıkıntılara neden olabilecek tehlikeli düzeyde kurşuna maruz bırakıyordu.

Sonuç tabii ki faciaydı: Bölgede 6.000 ila 12.000 çocuk, yüksek düzeyde kurşunlu, nörotoksin içeren musluk suyunu içmek zorunda kalmış, bu süreçte 12 vatandaş, Legionella pneumophila isimli bakterinin neden olduğu ciddi bir akciğer enfeksiyonu (Lejyoner hastalığı) sebebiyle yaşamını yitirmişti. Bölge sakinleri, 18 ay boyunca kötü kokulu ve bulanık suya temas etmiş; saç dökülmesi ve deri döküntüleri şikayetleri artmıştı ve sonunda halkın baskısı, yerel yönetimin eski kaynağa yeniden dönmeye zorlamıştı.

Bugüne kadar konuyla ilgili 70’in üzerinde dava açıldı. Neyse ki Michigan Sivil Haklar Komisyonu, hükümetin geç kalan tepkisinin “sistemik ırkçılığın bir sonucu” olduğu sonucuna vardı. Ancak halkı tatmin eden bir sonuca halen ulaşılmış değil. Uzun süren hukuksal mücadeleler devam ediyor. Flint sakinleri için 600 milyon dolarlık bir tazminat belirlenmiş olmasına rağmen ABD Bölge Mahkemesi yargıcının buna onay verip vermeyeceği de kesin değil. Verse bile insan sağlığının değerinin parayla ölçülmesi ayrı bir etik tartışmasını beraberinde getiriyor. Bununla birlikte iki kez kasıtlı olarak görevi ihmal suçlamasıyla karşı karşıya kalan, krizin baş sorumlusu Eski Michigan Valisi, Cumhuriyetçi Rick Snyder için belirlenen ceza ise sadece 1.000 dolar para cezası ve 1 yıl hapis!4

KAPİTALİZMİN FIRSATÇILARI

Flint Vakası, kapitalist sistemi kullanan fırsatçıları gözler önüne sermek açısından da önemli bir örnek. Türkiye’de de faaliyetlerine devam eden (çikolatalarıyla tanıdığımız) özel bir su şirketinin, bu süreçte söz konusu bölgede “temiz su” ambalajı altında büyük kâr elde etmesi, devletin özel şirketlere göz yumarak sistematik olarak nasıl çevresel ırkçılık yaptığının ve bunun üstüne bir de insanların üç kuruşluk kazancına nasıl göz dikildiğinin kritik bir örneği. (Türkiye demişken, yaşadığımız coğrafyada da çevresel ırkçılığa ve ortalıkta cirit atan fırsatçılara dair birçok önemli örnek var. Ancak bana verilen sürenin sonuna geldiğimiz için belki başka bir yazıda bunlara da değiniriz.)

Çevresel ırkçılık, sırtını kapitalizme dayayarak dünya çapında etki alanını genişletiyor. Buna karşın çözümü gün geçtikçe zorlaşan bir iklim krizinin içindeyiz ve gezegenimizin ısınmaya devam etmesi, toplulukları daha büyük krizlere karşı daha kırılgan hale getiriyor. Sosyo-ekonomik açıdan savunmasız olanlar, en çok risk altında olanlar.

Çevresel ırkçılık bugün, arka sokağımıza kadar uzanıyor. Ayrıcalıklı bir kesimde değilsek, çevre kirletici ve sağlık bozucu unsurları soluyor, içiyor ve yiyoruz. Daha erken yaşlanıyor ve daha erken ölüyoruz, öldürülüyoruz. Sadece biz değil, bütün canlı yaşamı bundan nasibini alıyor. Çevresel ırkçılık, yaşama hakkımızın elimizden alınması ve adaletsizliğin ta kendisi. Sahi bu haksızlık sizin de kanınıza dokunmuyor mu?


1Gregory A. Margida, Race and Climate Change. https://chem.beloit.edu/classes/Chem117/SlideShow/pdf/Race%20and%20Climate%20Change.pdf

2Sara E.Grineski & Timothy W.Collins. Geographic and social disparities in exposure to air neurotoxicants at U.S. public schools. https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0013935117317188

3Oliver Milman, Air pollution: black, Hispanic and poor students most at risk from toxins – study. https://www.theguardian.com/education/2018/feb/01/schools-across-the-us-exposed-to-air-pollution-hildren-are-facing-risks

4Braktton Booker, Former Michigan Gov. Rick Snyder Charged In Flint Water Crisis. https://www.npr.org/2021/01/13/956592508/new-charges-in-flint-water-crisis-including-former-michigan-gov-rick-snyder