Filistin coğrafyası paramparça edildi ve sosyoekonomik kırılganlık bu ulusun iklim kriziyle mücadelesini imkânsız hale getirdi. İsrail işgali devam ederken Filistinliler kendilerini iklim değişikliğinden koruyamaz.

İşgalle büyüyen iklim adaletsizliği

Emad Moussa

Birleşmiş Milletler’in (BM) yeni iklim değişikliği raporu "insanlık için kırmızı kod" manşetiyle yayımlandı. Raporda son yıllarda yaşadığımız aşırı hava olaylarının gelecekte engellenmesinin mümkün olmayabileceği ve afetlerin artarak devam edeceği tespitleri yapılıyor. Ülkelere karbondioksit emisyonlarını azaltma çağrısı yapılıyor ve sosyo ekonomik adaletsizliklere dikkat çekiliyor. İklim adaletsizliği kavramı üzerinden anlıyoruz ki, krizden farklı topluluklar farklı şekillerde etkileniyor ve mücadele becerileri de eşit paylaşılmış değil.


KRİZİN ETKİLERİ ORTADOĞU’DA

Paris İklim Anlaşması’nı 2016 yılında imzalayan Filistin, sosyoekonomik ve kurumsal açıdan dünyanın en kırılgan uluslarından biri. İklim değişikliğinin olumsuz etkileriyle başa çıkma ve adapte olma anlamında da yarışın gerisinde kalıyor. Fakat diğer uluslardan farklı olarak, Filistin’in kırılganlığı yalnızca kötü yönetim ya da kısıtlı kaynaklar ile açıklanamaz. Kırılganlıkların büyük bölümü Siyonist işgalcilere dayanıyor. İklim adaletini, İsrail ve Filistin arasındaki siyasi mücadelenin yadsınamayacak bir parçası olarak ele almak gerek.

Ortadoğu coğrafyası iklim değişikliğinden bilhassa olumsuz etkilenecek. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin öngörülerine göre Ortadoğu’nun güney ve doğu bölgelerinde ortalama ısı artışı, küresel ortalamanın bir buçuk-iki kat üzerinde olacak. Gerçekçi tahminlere göre sıcaklık artışı ortalama 2,2 ila 5,1 derece arasında olacak. Senelik yağış oranları 2050’ye kadar yüzde 20 oranında azalacak.

Öngörüler bölge halklarının tümü için karanlık bir tablo çiziyor fakat Filistinlilerin kırılganlığı bilhassa yüksek. İsrail ve Filistin aynı coğrafyayı paylaşsa da iklim değişikliği ile başa çıkma kapasiteleri büyük bir ayrışma gösteriyor. İsrail Başbakanı Naftali Benet’in açıklamalarına göre adaptasyon önlemleri kapsamında ve Paris Anlaşması’nda öngörüldüğü şekilde, İsrail karbon emisyonlarını 2050’ye kadar yüzde 85 oranında azaltacak.

FİLİSTİN HALKININ KAYNAKLARI HEDEF

Bu yaklaşım olumlu olsa da, İsrail’in komşusu olan Filistin açısından bakıldığında İsrailli yetkililerin iklim değişikliğini yalnızca bir ulusal güvenlik meselesi olarak algıladıklarını görüyoruz. Covid-19 salgınının yönetiminde de aynı eğilimlere tanıklık etmiştik. Hükümet yetkilileri için iklim değişikliği, kaynak kıtlığının siyasi etkilerine ve devletlerin çökme risklerine indirgeniyor. “İslami aşırılıkçı grupların suya ve gıdaya erişimi silahlaştırma risklerine” dikkat çekiliyor.
Bu riskler ışığında alınan önlemler de yine İsrail sınırlarını duvarlarla çevirmek oluyor. İklim değişikliği risklerinin güvenlikçi politikalar ile çözülmeye çalışması Filistinlilerin aleyhine işleyecek bir süreç. Siyasi istikrarı sürdürmeyi ve doğal kaynaklarının azalmasının olumsuz sonuçlarını azaltmayı amaçlayan İsrail rejimi, Filistin topraklarındaki kontrolünü daha da artıracak, bilhassa tarım arazisi ve su kaynakları özelinde doğal kaynak gaspını arttıracak.

İklim adaletsizliği kavramı Filistin özelinde incelendiğinde iklim baskıcılığına dönüşüyor. “Adaletsizlik” kavramı olagelmiş sosyoekonomik dengesizlikleri çağrıştırırken, “baskıcılık” kasıtlı mahrum bırakılma eylemini tarif ediyor. Şu an İsrail’in uyguladığı ayrıştırma sistemi kendi vatandaşlarına ayrıcalıklar sunarken, Filistinlileri mahrum bırakma üzerine kurulu. İsrail devletine kendi yurttaşlarının lüksü ve refahı için Filistin kaynaklarını kullanma ‘hakkını’ tanıyor.

Örneğin, Batı Şeria bölgesini işgal eden İsrailliler bol miktarda içme suyuna ve özel yüzme havuzlarına sahipken, Filistinliler 1967 tarihli Askeri Emirler ile yönetilmeye devam ediyor ve İsrailli yetkililerden izin alınmadan su yönetimi altyapısı kurulmasına dahi izin verilmiyor. Bu izni almak da neredeyse imkansız.

SU EKONOMİSİ KITLIK YARATTI

İsrail’in gasp ettiği suyun bir bölümü Filistinli yetkililer vasıtasıyla Filistin’e geri satılıyor. Bu manidar uygulama, adeta Siyonist-kolonyal rejimin varoluş değerlerini tarif ediyor. Bu şekilde yönetilen su ekonomisi, su kıtlıklarına sebep oluyor. Filistin ekonomisinin belkemiği ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini yönetmede kritik öneme sahip gıda güvenliğinin dayanağı olan tarımı da olumsuz etkiliyor.

Dahası, İsrail Batı Şeria’da ağaç kesmeyi sürdürüyor, güvenlik gerekçeleriyle verimli toprakları işgal ediyor. Filistin’in başlıca gıda kaynağı olan Ürdün vadisinde dahi bu uygulamaları görüyoruz. Tüm bunlara ek olarak, Barı Şeria aynı zamanda İsrail’in atık yönetiminin de merkezi haline gelmiş durumda.
Gazze’de durum daha da ciddi. Gazze suyunun yüzde 97’si insan tüketimine uygun değil ve Gazzeliler hayatta kalmak için para vererek soda alıyor.

Bir zamanlar bölgeyi kaplayan yeşil bitki örtüsü şimdi neredeyse yok olmuş halde. Nüfus artışı ve İsrail’in güvenlik koridorları oluşturmak için ekinleri ve ağaçları kesmesi bu değişimde büyük rol oynadı. Tarım ihracatının engellenmesi de diğer bir önemli etmen oldu.

GAZZE EKOLOJİK ÇÖKÜŞÜN EŞİĞİNDE

İsrail’in Gazze’de uyguladığı güvenlik doktrini Filistin’i insani krizin eşiğine getiriyor fakat kritik çizgiyi aşmamak için itina ile yönetiliyor. Tabii İsrail kurumlarının hiçbiri Gazze’deki insani koşullarla ilgilenmiyor. Gazze ekolojik çöküşün eşiğinde duruyor.

Filistin coğrafyası paramparça edildi ve sosyoekonomik kırılganlıklar bu ulusun iklim değişikliği mücadelesini imkansız kılıyor. Unutmayalım ki, Siyonist kolonyalizmin temel yaklaşımı, Filistin halkını mahrum ve muhtaç bir hale düşürme, halkın kendi bağımsız devletini kurma ve yönetme becerisini yok etme üzerine kurulu.

İsrail bu ırkçı ve kolonyal düzeni sürdürdükçe, Filistinlilerin kendilerini iklim değişikliğinden koruma becerileri yok oluyor. Bir topluluğun bu kabiliyetini elinden almak, iklim soykırımı ile eşdeğer bir hal alıyor.

The New Arab’dan çeviren Fatih Kıyman