Radikal Gazetesi’nin 6 Haziran tarihli sayısında Behzat Miser imzalı özel haber’de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın...

Radikal Gazetesi’nin 6 Haziran tarihli sayısında Behzat Miser imzalı özel haber’de Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, Hacıbektaş Müzesi’nin Alevi vakıflarına veya Hacıbektaş Belediyesi’ne devredilmesini isteyen Alevi örgütü temsilcilerine “saçmalamasınlar,  bazıları, işi yokuşa sürme konusunda özel gayret gösteriyorlar” dediği yazıldı.
Geçen hafta toplanan Alevi Çalıştayı’nda da açıkça dile getirilen bu talep dahil, bir çok Alevi talebinin dinlenmeden ‘saçma, aykırı, hayali’ olarak değerlendirilmesi aslında yeni değil. 9 Kasım 2008’de Ankara’da 100 bini aşkın kişinin katıldığı Alevi yürüyüşünde öne çıkan taleplere de dönemin Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu da ‘uç talepler’ olarak değerlendirmiş, sonra gelen tepkiler üzerine geri adım atmıştı. Yine benzer bir gelişme de Alevi taleplerinin öne çıktığı bir dönemde Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ‘Alevilere talep ettiklerini versek, Nakşilere, Kadirilere,  Aczimendilere de vermemiz gerekmez mi’ gibi bir yaklaşım ortaya koymuş, sonra da ‘ben böyle demek istemedim’ diye açıklamada bulunmuştu. Önümüzdeki günlerde Günay’ın da benzer bir şekilde geri adım atması sürpriz olmaz. Çünkü Türkiye’yi yöneten bir çok kişi neredeyse ‘ortaklaşmış bir düşünce formatı’ndan dolayı konunun asıl muhataplarının söylediklerini, açıklamalarını, taleplerini dinlemek ve anlamaya çalışmak yerine kendi ezberlerini öne çıkartıyorlar. ‘Öteki’ye ait neredeyse her talep bir kıyaslama mantığı içinde değerlendiriliyor. ‘Avam’ın söyledikleri ile ‘elit’in söyledikleri hep farklı oluyor.
Farklı çözüm önerileri olsa da, Alevilerin neredeyse tamamının ortak talebine dönüşen Hacı Bektaş Dergahı’nın ‘müze statüsünden çıkartılması’ inanç özgürlüğü kapsamında  aslında önemli bir talep.  Bu anlamıyla bu talep, Ertuğrul Günay’ın belirttiği gibi ne saçma bir talep olarak ne de işi yokuşa sürmek için kurgulanmış bir talep değil.
Ben Aleviyim diyen herkesin ortak bir ana merkez olarak kabul ettiği Hacı Bektaş ve Dergahı’nın hem inançsal, hem de sembolik önemi çok büyüktür: ‘Hacı Bektaş Veli, Anadolu coğrafyasında yaşamış, sonra çeşitli nedenlerle dünyanın dört bir yanına dağılmış Aleviler de dahil olmak üzere bütün Alevilerin üzerinde birleştikleri ve ana kaynak olarak gördükleri bir kutsal kişiliktir. Hacı Bektaş Veli'nin yaşadığı Sulucakarahöyük'teki Hacıbektaş Dergâhı ise bütün Alevilerin serçeşmesi "ana kaynağı"dır. Bir Sünni için Mekke, bir Katolik için Vatikan ne ise, bir Alevi için de Hacıbektaş da odur. Aleviler için Hacı Bektaş'ın kutsallığı yalnızca onun inanç önderi olmasından da kaynaklanmaz. Çünkü Aleviler için o yalnızca ulaşılamayan bir inanç önderi değil, arkadaştır, dosttur, yoldaştır...’’
Bu kadar önemli bir dergahın sahibi bu anlamıyla müze statüsünden dolayı ne özel bir kuruluş olabilir, ne de şimdi olduğu gibi Kültür ve Turzim Bakanlığı olabilir. Dergahın gücü bunları aşar. Dergah Alevilerindir. Eğer çözüm aranacaksa, öncelikle bunun böyle kabul etmek, sonra da çözüm üzerine konuşmak gerekir.
Dergahın, 30 Kasım 1925’de Tekke ve Zaviyeler yasası çerçevesinde kapatılmış, 1964 yılında müze olarak açılmış olması da bu gerçeği değiştirmez. Böylesine önemli bir yerin gerçek sahiplerine iadesi için ortaya konan bir talebi saçma, sapan bir talep olarak değerlendirip, diğer inanç merkezlerine atıfta bulunmak yerine mesela 2 Mahmut’un 1826’da Yeniçeri Ocakları’nı ve  Alevi Bektaşi tekkelerini kapattıktan sonra, oraya atadığı Nakşibendi Şeyhleri arcılığıyla 1834’de dergaha minare yaptırmasını, bir inanca doğrudan yapılmış bir haksızlık olarak değerlendirmek ve arkasından da özü ile hiçbir alakası olmayan bu minareyi Hacı Bektaş Dergahı’ndan kaldırıyoruz demek gerekmez mi? Sorumlu ve sağduyulu, hele hele de inanca saygıyı öne çıkartan bir yaklaşım bunu gerektirmez mi?