Bağdat Caddesi’nde çiçekçi Mehmet Emin’i öldüren katil hâlâ yakalanmadı, bugün (Cuma) 35 gün olmuş. Yakalansa da, başına Sevim Tanürek’in katilinin başına gelenden fazla bir şey gelmeyeceği, daha şimdiden belli: Büyük ihtimal, onun babası da AKP’li ya da öyle bir şey.

Tanürek’in katilinin babası, evvelsi gün konuşuyor; şehitlik şerbetinin ne denli kutsal, bu şerbeti içmenin ne denli değerli olduğunu anlatıyor ve de şehitlerin gelmeye devam edeceğini muştuluyor. Biz de, tabiî seviniyoruz ve bu değerli şerbeti içmeye en çok layık olanların kendi kahraman ve yiğit oğulları olduğunu düşünüyoruz: En derininden bir “yaa Hak” çekip nasıl ok attığı gözlerimizin önünden bir an olsun silinmiyor, Bilâl oğlanın. Ama birden yeise kapılıyoruz; bu oğlanlar bu şerbeti ne yazık ki içemeyecek olanlar sınıfından; biri çürük, diğeri de bedelli. Ümidimiz artık, Umut Oran’la Akif Hamzaçebi’ye kalıyor: Emre Uslu’nun da desteğiyle Sümeyye suikastini gerçekleştirdiklerinde, bu aileye kutsal şerbetten tatma mutluluğunu sunmuş olacaklar.

Çok çirkin, çok alçakça, çok süflî bir oyun; ama, daha da fazlası, mükemmelen uyuzca: Haber ‘belge’si imâl ederken ‘date’ yerine ‘history’ kelimesini koyuyorlar. Bu arada, elli yıllık bir yabancı dil hocası (da) olarak geliştirdiğim teori de bir kez daha doğrulanmış oluyor: Faşist takımı, adam gibi yabancı dil öğrenemez; yabancı dili adam gibi, yani o dili kendi içinden kavrayarak öğrenmeyi becerebilen biri de, doktrin ve/veya söylem düzeyinde faşizme yakın gibi gözükse de hakkıyla faşist olamaz.

Aslında, faşist, kendi dilini de adam gibi bilip kullanabiliyor değildir; zira, ağzından çıkan sesler kelime kılığında, dolayısıyla dil modunda da olsa, aslında nida düzeyinin ötesine geçemez; yani, lengüistik açıdan, söz gelimi çiftleşmek arzusunu dile getiren bir eşeğin anırtısı ya da karşısındakini tehdit etmek isteyen köpeğin havlamasından hiçbir farkı yoktur. Kısacası, insan müsveddesinin teki, ‘istişkâfi’ gibi kelime kılıklı bir ses de çıkartsa, aslında kahpece bir red nidası, daha doğrusu red anlamına gelen nidayı en kahpece biçiminde çıkartmış olmaktadır. Bu arada şunu da unutmayalım ki, konjonktürle konjektürü, keşifle icadı birbirine karıştıran, daha da kötüsü bu türden alengirli kelimeleri kullanmayı da bir b…k zanneden yaratıkların profesörüm diye ortalıkta dolaştığı bir yerdeyiz.

‘Uyuz’ dedik, ‘prof’ dedik; aklımıza gelmeden olmazdı: Burhan Kuzu, “koalisyon denince, alerjim var, kaşınmaya başlıyorum” demiş. Sivrisinek sokmasıyla değil de, kişinin kendisinden kaynaklanan marazî kaşınmaya alerji değil, uyuz denir ve ‘uyuz’un hangi canlı türüyle özdeş bilindiğini de, uyuzların kendisi de dahil, herkes bilir.

Yukarıda dilden epey bir bahsettik; ancak, ne söylediğimin iyice anlaşılabilmesi için Fransızca’daki ‘langue’/’langage’ ayırımının da iyi bilinmesi gerekir. Bu iki kelime de Türkçe’de ‘dil’ le karşılanır; ancak, langage anlamında ‘dil’, değil eşek veya köpek, karıncalarda bile vardır ve somut durumlara işaret eden ve sadece sessel değil, diğer davranışsal sembollerden de oluşur, vücut dili misali. Langue olarak dil ise, sadece insana mahsustur: Somut durum ve nesnelere değil, kavramlara işaret eder.

Erdoğan’ın, mitinglerine kefenli militanlar getirtmesi de dilsel bir olgudur; ama, langue değil, langage düzeyinde. Kefene bürünmüş cani adayı lümpenler üzerinden verilen mesaj, “ben kefen giydim; ama, kendi gönlümle mezara girmek için değil, önce seni mezara sokmak üzere”dir ve bu mesajı veren birine/bir güruha destek/oy veren herkesin eli, sadece son günlerin kurbanlarının değil, Silvan’dan Roboski’ye, Reyhanlı’dan Suriye’ye yüz binlerce insanın kanına bulanmıştır.

IŞİD, dışımızda değil, başımızdadır.