İnsan Bilimi meselesinin özelliği de budur; insanın ve toplumların kategorik, sistematik ve bilimsel olarak analiz edilebileceğine yönelik inanış. İskoç İnsan Bilimi, Darwin'den Marx'a kadar birçok düşünürün öncülü olarak kabul edilebilir.

İskoç aydınlanması

DERYA GÜRSES TARBUCK

İskoç Aydınlanması’nın on sekizinci yüzyıl gündemine soktuğu kavram “İnsan Bilimi (Science of Man)”dir. İnsan Bilimi kavramı, bilim metotları ile insanı anlama çabalarının yanında bu çabayı ayrıca tarihsel bir bağlama oturtmayı da içerir.

‘Stadialism’ fikri ile yakından ilgili olan bu uğraşı, on sekizinci yüzyıl İskoç filozoflarına atfedilen bir kavram olarak kabul edilir. Buradaki fikir, toplumların aşamalardan geçmesi ve bu gelişim aşamalarının aydınlanma fikri ve ilerleme ile iç içe geçmesidir.

Stadialism Kavramı; zamanın doğrusal ilerleyişini varsayar, dolayısıyla ilericidir. Bu; on sekizinci yüzyıl düşünürleri söz konusu olduğunda, dört aşamada gerçekleşen bir uygarlaşma süreciydi:

1. Avcılık (vahşet), 2. Otlatıcılık (barbarlık), 3. Tarım (medeniyet), 4. Ticari toplum (çağdaş Avrupa.)

4 aşamalı bir İskoç teorisi olan Stadialism, Adam Ferguson, Adam Smith, David Hume gibi düşünürler tarafından savunulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken unsur şudur: bahsedilen her aşama içinde o dönemlerde yaşamış insanlar hakkında yapılan tespitler de vardır. İnsan Bilimi meselesinin özelliği de budur; insanın ve toplumların kategorik, sistematik ve bilimsel olarak analiz edilebileceğine yönelik inanış. İskoç İnsan Bilimi, Darwin’den Marx’a kadar birçok düşünürün öncülü olarak kabul edilebilir.

On sekizinci yüzyılda bazı Aydınlanma düşünürlerinin zihinlerini meşgul eden bir soru vardı. İnsanlar doğal olarak sosyal midir, eğer öyleyse entelektüel bir sohbetten nasıl yararlanabiliriz? Francis Hutcheson, insanların doğal olarak sosyal olup olmadığı ve bu sosyallikten nasıl yararlanılabileceği sorusunu araştıran bir düşünürdür ve şu sonuca varmıştır: “Toplumsal yaşam olmadan, doğamızın yoksulluğu, dış güçlerin kötülüğü o kadar fazladır ki, insanlık durumu çok sefil olurdu; yine de toplum aracılığıyla hayatımız güvenli, hoş, mutlu ve her bakımdan arzu edilir hale gelebilir.”

İskoçya düşünce tarihinin on sekizinci yüzyıldaki açılımlarından biri olarak kabul edilen İnsan Bilimi, tartışmamızda önemli bir yer kaplıyor. İskoçya’da çalışılan İnsan Bilimi, “insan” unsurunun etik, politik, dinî ve estetik açılımlarıyla ilgilenen ve sosyal davranışların sistematik bir şekilde açıklanmasını amaçlayan bir uğraştı. İnsan doğası ve toplumsal davranışların o dönemin bilimsellik bakış açısı ile gözlem altına alınması, insan merkezli bir felsefe olan Sağduyu felsefesine (Common Sense Philosophy) yol açmış ve bu anlamda da kurumsal unsurların yeri geldiğinde bıçak altına alınması doğal sonucunu doğurmuştur. İskoç aydınlanması denen bu düşünce akımı en popüler anlamda, entelektüel aktivitenin popüler bazda da mümkün olduğu konusunda üniversite otoritesini ve otoritenin dayattığı akademik kriterleri tehdit etmeye başlayarak kendini ortaya çıkarmıştır. İskoç on sekizinci yüzyıl düşüncesinin temel taşlarından bir tanesi olan Sağduyu felsefesi basit olarak entelektüel aktivitenin şartlarından bir tanesinin Sağduyu olduğunu savunur. Bu felsefenin kurucuları arasında David Hume, John Millar, William Robertson, Thomas Reid ve James Oswald gibi isimleri sayabiliriz. Sağduyu kavramı, akademinin temelinde olan entelektüel düşünme kavramını doğal olarak tehdit etmiştir. Her bireyin sağduyuya sahip olduğu bilgisiyle hareket edildiğinde, düşünce aktiviteleri olarak akademi çatısı altında ele alınan bilimsel, felsefî ve hatta dinî faaliyetlerin hemen herkes tarafından yapılabileceği sonucu İskoçya’da kendini göstermeye başlamıştır. Bu fikrin uzantısı olabilecek bir başka gelişme de erken on sekizinci yüzyıldan itibaren akademi çatısı dışında giderek artan sayıda oluşmaya başlayan felsefî, bilimsel ve edebî toplulukların kurulmasıdır. Britanya adalarında bu oluşum ilk kez ve en çok İskoçya’da özellikle de Edinburgh’da kendini göstermiştir. Bu topluluklar -düşünce kulüpleri- yapı olarak üniversitelerin dışında ve gerektiğinde onlara alternatif tartışma ortamları yaratma yolunda önemli adımlar atmışlardır. Tarihçiler arasında on sekizinci yüzyıl Avrupa’sındaki bu toplulukların oluşumu, Aydınlanma’nın taşıyıcılıklarını yapmaları açısından son derece dikkat çekicidir.