İslamcı zulme sessiz kalmayın
Fotoğraf: Depo Photos

Elnaz SARBAR*

Mahsa Amini’nin ölümünden bu yana, neredeyse üç aydır İran halkı sokaklarda cinsiyet ayrımcılığı ve yozlaşmış İslam Cumhuriyeti’yle mücadele ediyor. Üç aydır tüm dünya, İran güvenlik güçlerinin silahsız protestoculara uyguladığı şiddeti ve vurulmasını izliyor. Üç aydır tüm dünya İslam Cumhuriyeti’nin gözaltındaki protestoculara zorla yaptıklarının yanlış olduğu, protestoların halkın meşru bir talebi yerine ABD ve İsrail’in komplosu olduğu yönünde ifade verdirmesini izliyor. Buna rağmen 17 Kasım’da Birleşmiş Milletler’in İslam Cumhuriyeti’nin insan hakları ihlallerine karşı kararının oylamasında 28 ülke aleyhte ve Türkiye dâhil 68 ülke çekimser oy kullandı.

ŞİDDETİ DURDURUN

Kararda İran’a yönelik gerçek bir eylem yoktu. Sadece bir an önce “İslam Cumhuriyeti’nin protestoculara güç kullanmayı durdurması” isteniyordu. Çok mu şey isteniyordu? Neden 28 ülke bariz insan hakkı ihlallerine rağmen aleyhte oy kullandı? Çekimser oy kullanan 68 ülke İran’a ve İran halkına destek vermekten başka bir şey yapmayan kendi halkına ne mesaj veriyordu?

Bu soruların diplomasi ve hükümetlerin birbiri arasındaki anlaşmalarıyla ilgili karışık cevapları var. Ancak bir cevap çok açık: “Hiçbirinin umurunda değil.” Daha spesifik olmak gerekirse, “İnsan hakları bu ülkelerin hükümetlerin umurunda değil.” Kendinize şunu soruyor olabilirsiniz:

“Benim neden umurumda olsun? Benim kendi günlük mücadelelerim var. İran’da ne olduğuyla neden ilgileneyim?” Size 28 yıldır İran’da yaşayan ve siyasetini takip eden biri olarak kısaca şu cevabı vereyim: Şu anda İran halkı ve İslam Cumhuriyeti arasında bir savaş var. Halk, halk için halkın yönettiği demokratik bir hükümet istiyor. Ancak İslam Cumhuriyeti, İslam’ı tüm dünyaya yaymak istiyor. Gücü elinde tutmak için İranlıları idam etmek pahasına olsa bile buna hiçbir şeyin engel olmasına izin vermeyecekler.

1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana, Ayetullah Humeyni sürekli şunu söyledi: “Devrimimizi yaymak istiyoruz.” 33 yıldır ülkede gücü elinde tutan ikinci lider de aynı şeyi sürekli tekrar etti. İranlıların bunun uygulamada ne demek olduğunu tamamen görmesi 43 yılını aldı. Bu ne demek, şöyle özetleyeyim: Halkın yarısı sefalet içinde olmasına rağmen, ülkenin kalkınması için kullanılması gereken kaynakların İslamcı örgütleri güçlendirmek için kullanılması demekti. İslam Cumhuriyeti’nin, Şeri hukuku Müslüman olmamalarına, hatta turist olmalarına rağmen herkese uyguladığı için İran’da kadınların ikinci sınıf insan olması demekti. İslam Cumhuriyeti’nin 1980’lerde 6 bin “kafir”i sırf “inanmadıkları için” idam etme hakkını kendine görmesi demekti. Rejimin “önemli bir görevi” olduğu ve bu amaca ulaşmak için her türlü fedakârlık meşru olduğu için halkı dövme, tutuklama, işkence etme ve idam etmeye yetkisi olduğunu düşünmesi demekti. İslamcılar durdurulmazsa her şey çok daha kötüye gidecektir.

BİRLİKTE AYAKTAYIZ

İslam Cumhuriyeti yönetimi altında 43 yıldır yaşıyoruz. Refah ve huzurun sağlanması için rejimin yıkılması gerektiğini çok iyi biliyorlar. Reformlar, uzlaşmalar ve orta yollar seçenek değil. Halkın İslam Cumhuriyeti’ni devirmek için gösterdiği çabanın bedeli ağır. Eğer kaybedilirse, öngörülemez bir yola girmiş olacağız. Ama kazanırsak, bu savaş geleceğimizi çarpıcı şekilde değiştirecek. Umutluyum çünkü birçok ülkenin halkı, İran halkıyla dayanışma gösterdi. Şimdi bir adım daha atarak, hükümetlere baskı yapmak. Birlikte ayaktayız, bölünürsek kaybederiz. Şunu unutmayın, her bir çaba değerli. İslam Rejimi’nin BM Kadın Komisyonu’ndan ihracına yönelik oylamada ülkenizin temsilcilerine bu yönde oy vermesi için çağrı yapın.

*İranlı feminist aktivist