Nisan ayında Cenin’de öldürülen İsrailli Arap/Yahudi yönetmen Juliano Mer Khamis’in katillerinin kimliği tespit edilmedi. Udi Aloni...

Nisan ayında Cenin’de öldürülen İsrailli Arap/Yahudi yönetmen Juliano Mer Khamis’in katillerinin kimliği tespit edilmedi. Udi Aloni, “Cenin’de kimin ne yaptığını herkes bilir” diyerek katillerin neden bulunamadığına yönelik fikrini de bir anlamda açıklamış oldu...

İstanbul’da gerçekleşmekte olan Documentarist Belgesel Günleri’nde önemli konuklar ağırlanıyor. Bunlardan biri de İsrailli Yahudi yönetmen/yazar/ressam Udi Aloni oldu. Aloni’yi İstanbul’da ilk kez görmüyoruz.  Aralık 2009’da da Slavoj Zizek ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi’nin konuğu olmuş, İsrail – Filistin meselesi bağlamında teoloji, laiklik ve siyaset konulu bir sempozyuma katılmıştı. Bu sempozyumda Aloni’nin Yerel Melek (Local Angel, 2002) ve Bağışlamak (Forgiveness, 2006) adlı filmleri gösterilmiş ve filmler gösterimin ardından tartışılmıştı. Bu konferans bağlamında Aloni’nin “Bir Yahudi Ne İster?” adlı kitabı, “Bağışlamak” filminin dvd’siyle birlikte Encore yayınlarınca bir set olarak satışa sunulmuştu. Aloni kariyerine ressam olarak başlamış İsrail’de. 90’larda New York’ta reklamcılık yapar ve binalar üzerine asılan dev reklam afişlerini “icat” eder (icat kendi sözcüğüydü). “Bağışlamak” adlı filmini Ramallah’ta gösterime sokar ilk kez. Film İsrail hükümetince engellenmeye çalışılan tek İsrail yapımı film olur. Paris’teki İsrail Konsolosluğu, Paris İsrail Film Festivali bu filmle açıldığı taktirde festivale yardım yapmayacağını ilan eder.

FİLİSTİN TRAJEDİSİNİN BOYUTLARI
Aloni Documentarist’te geçtiğimiz nisan ayında Cenin’de öldürülen İsrailli Arap/Yahudi yönetmen Juliano Mer Khamis’in “Arna’nın Çocukları” filmi öncesinde bir sunum yaptı. “Arna’nın Çocukları” Juliano’nun annesi Arna’yı, onun Cenin’de kurduğu Özgürlük Tiyatrosu’nu, burada yetiştirdiği Arap gençleri ve bu gençlerin Filistin gerillaları olarak son bulan trajik hayatlarını konu alıyor. Arna’nın tiyatro eğitiminden geçen dört genç, İsrail askerlerinin kurşunlarıyla değişik tarihlerde hayata veda ediyorlar.
Bu filmi yıllar önce Bodrum Film Festivali’nde izlediğimde derinden etkilenmiş ve Filistinlilerin trajedisinin boyutları hakkında ilk kez bu kadar doğrudan bilgi sahibi olmuştum. Aloni de filmi seyrettikten sonra Mer Khamis’e bir yönetmenin başka bir yönetmene yapabileceği en büyük iltifatı yapmış, ona “seni kıskandım!” demiş. Mer Khamis, birçok ödül alan bu filminin ardından bekleneni yapmamış, yeni filmler yaparak oluşmuş şöhretini değerlendirmemeyi seçmiş. Bunun yerine annesinin ölümünden sonra kapanan Cenin’deki Özgürlük Tiyatrosu’nu yeniden açmış. Fakat Mer Khamis’in her cenahtan düşmanları olmuş hep, dostları da olduğu gibi.
Nisan ayında başından yedi kurşunla ölü bulunan Khamis’in katillerinin kimliği tespit edilmedi. Aloni, “Cenin’de kimin ne yaptığını herkes bilir” diyerek katillerin neden bulunamadığına yönelik fikrini de bir anlamda açıklamış oluyor. Aloni ile Khamis yakın arkadaşlar ve Khamis öldürüldüğünde ikili Özgürlük Tiyatrosu’nda birlikte çalışıyorlarmış. Aloni, Cenin’de çalışmaya başlarken “Benim Yahudi olarak yaşamamın tek yolu Filistinliler ile tam dayanışma içinde olmamdır” diye düşünmüş. Bunu da yapabileceği en iyi yerin de Juliano’nun yarattığı bu şiddet içermeyen, sanat ve direniş merkezi olduğuna karar vermiş. Juliano öldüğünde üzerinde çalıştıkları filmlerden biri “Antigone Cenin Mülteci Kampı’nda” adında bir kurgusal filmmiş. Film hem İsrail baskısı altında olmanın, hem de kampta yaşayan erkeklerin baskısı altında yaşamanın kadınlar için nasıl bir şey olduğunu anlatan bir aksiyon filmi olacakmış. Ve iki mücadelenin özünde “bir ve aynı şey” olduğunu savlıyormuş. Juliano öldürüldüğünde Aloni tiyatrodaki çocukları ortamdan uzaklaştırmak için Ramallah’a götürmüş. Aloni şimdi o çocuklarla bir yandan “Godot’yu Beklerken” oyununu sahnelemeye çalışıyor, bir yandan da Juliano’nun hayatını anlatan bir belgesel çekiyormuş. Belgeselde Juliano’yu öğrencileri canlandırıyormuş.

İKİ FİLM ARASINDA TEMEL FARK
Aloni’ye kendi filmi “Bağışlamak”la “Beşir’le Vals” arasında bazı benzerlikler olduğundan, ikisinin de hatırlamaya-unutmaya ve bilinçdışına dair yanları olduğunu söylediğinde biraz kızgın olduğunu gördüm. “Bana iki film arasında ne fark var biliyor musun?” dedi. “Benim filmimde Filistinlileri öldüren İsrail askerine ‘sen katilsin’ deniliyor. ‘Beşir’le Vals’te’ ise İsrail’li askere sen masumsun, katliamı sen yapmadın!” deniyor. İki film arasındaki temel fark bu ve bu yüzden benim filmim yasaklanmaya çalışıldı.“
Aloni 30 Mayıs akşamı yapılan “Mavi Marmara” anma gösterisine de tanık olmuş.  Aloni gösteriyi rahatsız edici bulmuş. “Elbette, Müslümanların olması gerekiyor. Ama Mavi Marmara’nın içinde bulunduğu gemi konvoyunun her dinden her inançtan, farklı cinsel kimliklerden oluşan insanlardan oluştuğunu unutmamak lazım. O akşamki gösteriler, meseleyi bir Müslüman meselesi yapıyordu.  Eğer, Cenin Mülteci Kampı’nda çalışıyor olmasaydım ben de o gemilerden birinde olacaktım. O gemiler bir tür Nuh’un gemisi gibiydi. Komünistler, soykırımdan kurtulanlar, Yahudiler, eşcinseller… herkes vardı o gemilerde, sadece Müslümanlar değil. Taksim’de gördüğüm ise tamamen İslamcı bir görünümdü.”
Aloni’yle daha birçok tema üzerine konuştuk. Bir gün yeri geldiğinde o konular üzerine de yazma umuduyla…

...
Sıradan ırkçılıklar

Amerikan komedisi “Felekten Bir Gece Daha” ile ırkçı telden çalmaya devam ediyor. Bu dizinin ilki olan “Felekten Bir Gece”de de Meksikalılara yönelik aşağılayıcı espriler vardı. Pek sevilen o filmde çok sıkıldığımı hatırlıyorum. Bu kez “sıkılmayacağım, ben de herkes gibi çok eğlenip, güleceğim” diye girdim sinemaya galiba… Baştaki birkaç espriye en yüksek sesle gülen bendim. Ama ne zaman ki filmin mekânı ABD olmaktan çıkıp Tayland oldu, filmden de kötü kokular yükselmeye başladı. İki “Felekten Bir Gece”nin yapısı aşağı yukarı aynı.
Bir arkadaşlarının evlenmesinin arifesinde 3 arkadaş aldıkları uyuşturucunun etkisiyle kopar ve sabah ayıldıklarında kendilerini içinden çıkılması çok zor problemlerin ortasında bulurlar. Yakışıklı, dişçi ve ergen olarak adlandıralım bu üçlüyü. Dişçi Taylandlı bir kadınla evlenecektir ve dolayısıyla düğün de Tayland’da olacaktır. Dişçinin kayınbiraderi de üçlüyle birlikte ABD’den Tayland’a uçar. Düğün öncesi son gece üç arkadaş ve 16 yaşındaki dahi kayınbirader birer bira içer ve… sabah uyandıklarında yine her şey berbat olmuştur. Ne olmuşsa üçlü Bangkok’un kenar mahallelerinden birindedir ve kayınbirader kayıptır. İşin daha da kötüsü genç ve dahi Taylandlının orta parmağı kayıp değildir! Kayıp delikanlının kesik parmağı suyla dolu bir kabın içindedir.

AMERİKALI AĞEBEYLER EŞLİĞİNDE ERGENLEŞME TÖRENİ
Şimdi burada bir duralım. 16 yaşında şahane çello çalan, tıp fakültesine erkenden girmiş ve muhtemelen cerrah olacak bir gencin parmağı kopmuştur ama bu çok önemsiz bir şey gibidir film boyunca. Taylandlı genç bile umursamaz durumu. Oysa artık ne eskisi gibi çello çalabilecek ne de belki idealindeki mesleği icra edebilecektir.  Ama bu üçüncü dünyalıların ne hayatları ne de uzuvları pek önemli değildir. Önemli olsaydı böyle sapır sapır ölmez ve öldürülmezlerdi herhalde! Aslında Taylandlı genç Amerikalı ağabeyleri eşliğinde bir erginleşme (inisiasyon) töreninden geçmiş, sembolik olarak kastre edilmiş ve erkekliğe adım atmıştır.
Delikanlının kesilen parmağı sanki kesilen penisidir, sanki gerçekleşen bir sünnet törenidir. Ki zaten filmde bu kesik parmağa bir iki defa penis muamelesi yapılır. Yetişkinler Amerikalıdır, üçüncü dünyalılar ise çocuk! Uğur Kutay’ın Documentarist’te düzenlediği atölyede anlattığı tam da buydu. Batılı sinema tarihinin başından beri üçüncü dünyalıya en fazla “çocuk” gözüyle bakar. Eğer, yaratık gözüyle bakmıyorsa! Gerçi filmin sonunda dişçi de Taylandlı kayınpederinin gözünde erkeklik sınavını vermiş gözükür ama Amerikalı kahraman babaya posta koyarak, söke söke alır hakkını, Taylandlı delikanlı gibi biat ederek değil.
Tayland’daki çocukların seks objesi olarak alınıp satılması filmde bir espriye malzeme edilir. Eğer seks ticaretine konu olan Amerikalı ya da Batılı  bir çocuk olsaydı bu espri aynı rahatlıkla yapılabilir miydi? İmkanı, ihtimali yok! Yine filmde üç kafadarın çektirdiği fotoğrafları görürüz. Fotoğrafların birinde filmin kahramanları Vietnam’da yapılan bir infazı yeniden canlandırır. O korkunç fotoğraf çok iyi bilinir. Ölen de öldüren de Vietnamlı’dır, biri diğerinin kafasına silahı doğrultmuştur. Ölecek olan kafasını yana eğmiş, gözlerini kısmış dehşet içinde tetiğin çekilmesini bekler. Öldüren Amerika yanlısıdır, ölen bağımsızlık. İşte filmin sonunda bu acı olayla da dalga geçilir! Filmin Amerikalı yakışıklısı Taylandlı arkadaşının kafasına silahı doğrultmuş, o da gözlerini kısmış ve başını yana eğmiştir. O fotoğrafın aslında yani gerçeğinde öldürülen bir Amerikalı asker olsaydı bugün o resimle dalga geçilebilir miydi? İmkânı, ihtimali yok!
Tayland’da düzeni sağlamaya çalışan tek kişi ise Amerikalı bir Interpol polisidir! Filmde hayvanlara yapılan kötü muamele de rahatsız ediciydi. Ama yazının başında da söylemiştim, film fena başlamadı. Zach Galifianakis, ergen kalmış yetişkin rolünde çok komikti hakikaten. Ama komedi erken bitti.