Karşımızdakinin bir şey vermesini içeren durumlarda, almadan önce ikinci kez söylemesini beklemek usuldendir. Üstelik bu usulleri (ritüelleri) kimsenin öğretmesine gerek kalmaz; bakarak duyarak, çevreye dikkatlice bakarak ve izleyerek “öğreniriz”

Israr yoksa,  teklif yok

Ev sahibi “Çay almaz mıydınız?” dediğinde acaba almamamızı mı istiyor diye düşünen olur mu? Ritüel bilenler için bellidir. Misafir: “Yok, şimdi içtik” der. Ev sahibinin: “bir de bizimle için” diye ısrar etmesi beklenir. Israr sonrasında “peki, zahmet olacak size” ile konuşma kapanır. Rasyonel bir ev sahibi (Batılı) “yok, içtik” diyene peki o zaman deyip kendi bardağını höpürdetmeye geçerek pek ‘ayıp eder’. Karşımızdakinin niyetinin yeterince saydam olmadığı kültürlerde, ısrar (aynı teklifin tekrarı) söylenenin sahiciliğinin ya da samimiyetinin bir teyidi yerine geçer. Dilimizin yapısındaki “belli belirsizlik” ya da “muğlaklık”lar cümlelerin kendi başına kullanıldıklarındaki anlam yetersizliklerini tekrarlarla güçlendirmemizi gerektirebilir. Karşımızdakinin bir şey vermesini içeren durumlarda, almadan önce ikinci kez söylemesini beklemek usuldendir. Üstelik bu usulleri (ritüelleri) kimsenin öğretmesine gerek kalmaz; bakarak duyarak, çevreye dikkatlice bakarak ve izleyerek “öğreniriz”.
İhtiyacından fazlasını istememek, yiyecekleri ziyan etmemek, teklif edilmedikçe almamak, yiyemeyeceği kadar yemeği tabağa koymamak gibi modası geçmiş davranışlar da benzer biçimde bakarak, görerek ve taklit ederek öğrenilen türdendir. Günümüz insanında azaldığı düşünülen bu davranışların yerini açgözlülüğün, kanaat etmezliğin aldığını söylemek yaşlı ve muhafazakâr bir söylenip durma ile bağdaştırılabilir. Ancak bu görüntü söylenmelerdeki gerçek payını görmeye engel olmamalı.

Açgözlülük
Basitçe bir doymak bilmezlik midir? Yoksa, bir seçim yapamama hali mi? Bir yandan hiçbir şeyden vazgeçememenin, bir yandan ne istediğini bilememenin getirdiği bir “açgözlülük” sadece bir iştah fazlası ya da doymazlık ile açıklanabilir mi? Açık büfelerde tepeleme doldurulmuş tabaklarla masamıza döndüğümüzde, acaba neyi almayı unuttuk diye düşündüğümüzde, hep bir eksik kaldı hissi içinde sağa sola hamle ettiğimizde bir seçim yapmak yerine bir seçim yapmaktan vazgeçmiş oluyoruz. Hiçbir şeyin eksik kalmasına tahammül edemediğimiz için, eksiklik olasılığını azaltacak şekilde ne bulursak sepete attığımızda oluşan şişkinlik hayatımızın her alanına yayılabiliyor. “Alan ama vermeyen” bir davranış örüntüsü giderek ruhsal bir obeziteye yol açıyor.

Bolluk
Seçeneklerin bolluğu (üretim fazlasının ve bunun yol açtığı tüketme “zorunluluğu”nun) açgözlülük’ü, bir başka deyişle aralarından seçim yapamadığı (ve seçimin getirdiği eksilmeye tahammül edemeyeceği) için ne varsa hepsini almayı doğuruyor olabilir. Ama, bu açgözlü vazgeçememe’nin köklerini her türlü eksikliğin hayatı en çok tehdit ettiği hayatın ilk yıllarında aramak yanlış olmaz. Bir şekilde eksik kalmış olmanın tetiklediği ebedi eksiklik hissinin izlerini genlerimizde bulmak mümkün. Kromozomun boyutlarını korumakla ve hücrelerin nihai farklılaşmasını sağlamakla sorumlu (bir çeşit kapak gibi rol oynayan) telomerlerin boyunun “stres” ile kısaldığını gösteren çalışmalar, bu etkilerin genin işlevini değiştirdiğini ortaya koydu. Telomer kısalığı ile yoksulluk, aile içi stres ve çevresel toksinler arasındaki ilişkiden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Hücrenin ömrünü kısaltan (ve değişik sağlık sorunları ile ilişkilendirilen) bu telomer boyu kısalması şeklindeki yapısal değişikliği taşıyanların daha açgözlü (ya da “vazgeçemez”) olduklarını söylemek fazla spekülatif olur. Ama deneyimlere bakarsak, erken çocukluk döneminde ilişki ihtiyacının yeterince karşılanması, büyüdükçe eksiklerden daha az rahatsız olan, yetinebilen, elindekini paylaşabilen veya kayıplarla sarsılmayan birisi olmayı sağlar.

***

@yankiyazgancom seçmeler

“Ne kadarının yeteceğini bilemezsin, yeterinden fazlasının ne olduğunu görene kadar” (Blake)
“Henüz” bir umut kelimesi ‘Henüz vakit varken, gülüm” diye başlayıp “ve insanlara inanmalıyız” diye biten şiirde gibi
İnsan anlamı olmayan bir hayata katlanamaz (Jung’dan esinle)
Çocuğuna tablet oynattırmak, TV seyrettirmek (biraz kafa dinlemek) çok isteyenler bari 3, olmadı 2 yaşını bekleseniz:)
Medyanın aşırı kullanımından en çok kim olumsuz etkilenir? Sosyal etkileşim, dikkat ve dürtü sorunu olanlar. En çok kim kullanır? Aynı kitle.
“Ödül ve ceza”da problemin özü keyfilikte ve çocuğun menfaatini değil yetişkinin rahatını gözetmekte yatar.
Montaigne (Kahneman’ın) “Sistem 2” düşünürü: “çok sıradan bir insanım, çok sıradan olduğumu düşünmem dışında”