İstanbul Sözleşmesi’nden asla dönüş yok!

DOÇ. DR. ÖZGE YÜCEL
Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

İstanbul Sözleşmesi bir başlangıç değildir, bir ilk değildir. İstanbul Sözleşmesi hem yerel toplumların hem de uluslararası toplumun deneyimlerinin, birikiminin sonucudur. İstanbul Sözleşmesinin ve diğer metinlerin her sözcüğünde erkeklik şiddeti sebebiyle yaşamından, özgürlüğünden olan, onuru zedelenen, korku içinde yaşayan, sömürülen kadınların ayak izleri vardır. Hukuksal metinler kurgu ürünü değildir, yaşamsal gerçekliğin ve taleplerin dışavurumudur.

İnsan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeyi iç hukukta yürürlükten kaldırmanın usulü bir yana insan haklarının gelişiminde ve korunmasında devleti yönetenlerin geriye gitme, asgari standardı geriye çekme konusunda bir tasarrufu olamaz. Devletlerin kadınlara borcu vardır. Devletlerin engelli kadınlara, göçmen kadınlara, evsiz kadınlara, işsiz kadınlara, gebe kadınlara, yaşlı kadınlara borcu vardır. Devletlerin sadece kadınlara değil,toplumsal cinsiyet rolleri altında ezilen, cinsiyetçi yargılar ve baskılar nedeniyle kendini gerçekleştiremeyen erkeklere de cinsiyet rejiminin kalıplarına sığmayanlara da borcu vardır. İstanbul Sözleşmesinin konusu ve hükümleri ölüm kalım meselesidir ama sadece kadınların meselesi değildir.

Bu yazıda İstanbul Sözleşmesinin neden yürürlükten kaldırılamayacağını idare hukuku kurallarıyla ya da anayasa hukuku kurallarına dayanarak anlatmayacağım. İstanbul Sözleşmesini hiç imzalamayan devletlerin de bu sözleşme hükümlerini uygulamak zorunda olduğunu anlatacağım.

BM bünyesinde 1979 yılında imzalanan Kadınlara Karşı Her TürlüAyrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesinin (CEDAW) uygulanmasını izlemek üzere kurulan Kadınlara Karşı Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi, 1989’da aldığı 12 No.lu Genel Tavsiye Kararı, 1992’de aldığı 19 No.lu Genel Tavsiye Kararı, 2014’te BM Çocuk Hakları Komitesi ile birlikte ortak biçimde aldığı 31 No.lu Genel Tavsiye Kararı ve 2017’de aldığı 35 No.lu Genel Tavsiye Kararı ile cinsiyete dayalı şiddetin ayrımcılık biçimi olduğunu belirterek bu şiddetle mücadele konusunda devletlerin pozitif yükümlülükleri bulunduğunu açıkça ilan etmiştir.

BM bünyesinde 1989’dan bu yana kadına yönelik şiddetle ilgili olarak politika geliştirilmesi ve bu politikaların giderek yaygınlaşması, dünyanın farklı kıtalarında ve bölgelerinde kadına karşı şiddetin önlenmesi ve cezalandırılması konusunda devletler arasında çok taraflı insan hakları sözleşmelerinin imzalanması bu konunun artık bir insanlık meselesi olduğunu ortaya koymuştur. İstanbul Sözleşmesi’nde belirtilen önleme, koruma, kovuşturma (cezalandırma) ve bütüncül politikalar izleme konusunda devletlere kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda yüklenen pozitif yükümlülükler, aslında ilk kez 1992 yılında alınan 19 No.lu Genel Tavsiye Kararında “duediligence” (gerekli özen gösterme yükümlülüğü) kavramı ile şöyle ifade edilmiştir:

“Uluslararası hukuk ve belirli insan hakları sözleşmeleri uyarınca Devletler, hak ihlallerini önlemek veya şiddet eylemlerini soruşturmak ve cezalandırmak için gerekli özeni göstermezlerseözel eylemlerden de sorumlu olur.”

Aynı tavsiye kararının devamında özel tavsiyeler başlığı altında şiddeti önlemek için yapılması gerekenler, risk altındaki kişilerin korunmasına ilişkin tedbirler, şiddet eylemlerinin yaptırımsız kalmaması konusunda izlenmesi gereken politikalar ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.

2017 yılında alınmış olan 35 No.lu Genel Tavsiye Kararında ise artık CEDAW Komitesi açıkça şiddetle mücadele konusunda 25 yıllık sürede geliştirilmiş olan uygulamaların, Komitenin 19 No.lu Genel Tavsiye Kararında belirttiği ilkelerin, yani toplumsal cinsiyete dayalı şiddetle mücadelede devletlere düşen pozitif yükümlülüklerin uluslararası teamül hukuku kuralı haline geldiğini şöyle belirtmektedir:

“25 yılı aşkın süredir, taraf devletlerin uygulamaları, Komite’nin yorumunu teyit eder niteliktedir. Uygulamanın teamül hukukuna uygun olması gerekliliği (opiniojuris) ve devletlerin uygulamaları, toplumsal cinsiyete dayalı kadınlara yönelik şiddetin yasaklanmasının uluslararası teamül hukuku ilkesine evrildiğini ortaya koymaktadır. 19 sayılı Genel Tavsiye, bu süreçte ana katalizatör niteliğindedir.”

Uluslararası teamül (örf ve âdet) hukuku, uluslararası hukukta asli ve dolayısıyla bağlayıcı hukuk kaynağı niteliğindedir. Teamül kurallarına hukuk kuralı niteliğini kazandıran, bunların uygulanması veya benimsenmesi konusundaki kararlılık yanında bağlayıcı olduğu yolunda duyulan inançtır. Birleşmiş Milletler Komitesi açıkça bu ilkeleri uluslararası teamül hukuku kuralları olarak açıklayarak bunun tüm devletleri bağlayıcı olduğunu ilan etmiş durumdadır.

Aynı 35 No.lu Genel Tavsiye Kararında bu konuda teamül hukukunun gelişim süreci açıklanırken 19 sayılı Genel Tavsiyenin kabul edildiği tarihten bu yana, pek çok taraf devletin kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin farklı türlerini irdelemek için kendi hukuki tedbirlerini ve politikalarını geliştirdiği, taraf olmayan devletlerde ise kadına yönelik aile içi şiddete ilişkin iç mevzuatın kabul edilerek uygulandığı, BM İnsan Hakları Konseyi Evrensel Periyodik Gözden Geçirme süreci ile kadınların şiddetten korunmasını güçlendirmeye ilişkin çeşitli Genel Tavsiyenin kabul edildiği, BM İnsan Hakları Konseyi tarafından kabul edilmiş kadınlara yönelik şiddetin ortadan kaldırılmasına ilişkin anahtar nitelikli kararların onaylandığı belirtilmektedir. Öte yandan bu konuda bölgesel uluslararası sözleşmeler imzalandığına(1994 Kadınlara Yönelik ŞiddetinÖnlenmesi, Cezalandırılması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Inter-Amerikan Konvansiyonu- Belem do Para Konvansiyonu), 2003 Afrika’da Kadın Haklarına İlişkin İnsan ve Halkların Hakları Afrika Şartına Ek Protokol (Maputo Protokolü) ve 2011 Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nde (İstanbul Sözleşmesi) işaret edilmektedir. Ayrıca uluslararası teamül hukukununoluşmasında tamamlayıcı rol oynayan uluslararası mahkemelerin kararlarının etkisine değinilmektedir. Bu kapsamda özellikle Opuz v. Türkiye (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uygulama No 33401/02, 9 Haziran 2009 tarihli karar) ve Gonzalez v. Mexico (Inter-Amerikan İnsan Hakları Mahkemesi, 16 Kasım 2009 tarihli karar) örnek verilmektedir.

AİHM tarafından Türkiye aleyhine açılan Opuz Davasında verilen kararın gerekçesinin 79. Paragrafında, Kadına yönelik şiddet Özel Raportörünün, BM Ekonomik ve Sosyal Konseyin İnsan Hakları Komisyonu’na sunduğu 20 Ocak 2006 tarihli üçüncü raporunda “Devletlere kadına yönelik şiddet eylemlerini önlemek ve bu eylemlere karşılık vermek için gereken özeni gösterme yükümlülüğü yükleyen” bir uluslararası teamül hukuku kuralı bulunduğu görüşünü dile getirdiği belirtilmektedir. Karar gerekçesinin 164. Paragrafında ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin AİHS’yi yorumlarken ve devletin yükümlülüklerini belirlerken Avrupa devletlerindeki uygulamaları ve CEDAW gibi özel bir konudaki uluslararası belgelerden doğan her tür fikir birliğini ve ortak değerleri göz önüne alacağı, Belem do Para Sözleşmesi gibi sözleşmeler aracılığıyla uluslararası hukukta yaşanan kural ve prensip gelişmelere ilgi göstereceği belirtilmektedir. Böylece AİHM ile hiçbir ilgisi olmayan uluslararası insan hakları sözleşmeleriyle somutlaştırılmış teamül hukuku ilkelerinin bağlayıcı olduğu ifade edilmiştir.

Özetlemek gerekirse, İstanbul Sözleşmesinden hiçbir şekilde dönüş yoktur; çünkü Sözleşmede belirtilen ilke ve yükümlülüklerin tamamı uluslararası teamül hukukunun kendisidir. Nasıl ki insanlık dışı cezaları uygulamamak konusunda devletlerin sorumluluğu olduğunu ileri sürmek için o devletin bir sözleşmeye taraf olması şart değilse; sığınakların açılması, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet riskine maruz kalan kişinin korunması, cinsel şiddet kriz merkezlerinin açılması, şiddetin önlenmesi için eşitsizlikle mücadele edilmesi, şiddetin yaptırımsız kalmaması konusunda devlete hesap sormak için de sözleşmeye taraf olunması şart değildir.Devletlerin İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olması yükümlülüğünü kabul etmesi anlamına gelir, ama devletler İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olsa da olmasa da o yükümlülükler var olmaya devam edecektir.

Not: CEDAW Komitesinin 35 No.lu Genel Tavsiye Kararından yapılan alıntılar ve aktarımlar, Nazan Moroğlu’nun çevirisinden alınmıştır.

Fotoğraf: Meltem Ulusoy/csgorselarsiv