James Joyce emekçilerinden Fuat Sevimay, Joyce’un tüm eserlerini çeviren dünyadaki tek kişi belki de. Sevimay, Joyce ve çevirmenini 2013’ün İstanbulunda buluşturuyor

İstanbul’u James Joyce ile adımlamak

Deniz BİBER

Roman, öykü, çeviri ve çocuk kitaplarıyla edebiyatseverlerin takibinde olan Fuat Sevimay’ın dördüncü romanı “Benden’iz James Joyce” İthaki Yayınları’ndan çıktı. Türkiye’deki James Joyce emekçilerinden biri Sevimay. Bilindiği kadarıyla Sevimay, Joyce’un tüm eserlerini çeviren dünyadaki tek kişi. Sevimay, şimdi ise 1882-1941 yıllarında yaşamış Joyce ve çevirmenini 2013’ün İstanbul’unda buluşturuyor.

► Cioran, bir röportajında yazma uğraşı ve yazma sanatı üzerine şöyle diyor: “Yazma eylemi, bir çeşit diyalogdur. Bir yalnızın bir başka yalnızla yüz yüze gelmesidir.” Sizin için yazmak ne ifade ediyor?
“Benden’iz James Joyce” özelinde yanıtlamam gerekirse, Joyce ile çevirmen arasındaki tüm muhabbetin aslında tanrı-okura vardığını görüyoruz. Zihinden zihine bir yolculuk söz konusu. Dolayısıyla ben yazının, bir tür duygusal ve düşünsel alışveriş olduğunu düşünüyorum. Hani kimi yazarların beylik ifadesi vardır ya, ben yazarken okuru hiç düşünmem, umursamam, diye. Ben tam tersi, okuru ve roman kanalıyla okurla aramda oluşacak teması fevkalade düşünerek yazıyorum. Bunu, okuru tavlamak için yapılan bir eylem olarak değil, okura kulak vermek ve karşılıklı düşünüp tartışmak şeklinde görüyorum.

► Sizin için ‘Joyce çevirmeni’ diyorlar. Bu şekilde anılmak nasıl bir duygu?
Finnegan dünya dillerinde 7 dile çevrildi. Hem Finnegan’ı hem Ulysses’i çeviren, yanlış bilmiyorsam 3 çevirmen var. Portre, Dublinliler ve sair metinleri de katınca, tüm külliyatı çeviren bir tek ben varım. Ama bu özdeşlik, çevirinin de ötesine geçen bir hâl aldı çünkü samimiyetle itiraf etmeliyim ki Türkiye’de çeviriyle benden çok daha yoğun ilgilenen ve harika çeviriler yapan, çok nitelikli çevirmenler olduğunu düşünüyorum. Benim ahkâm keseceğim alan ise Joyce çünkü çeviri serüvenimde, bilinçli bir tercihle, sadece birkaç yazara odaklandım ve onların en başında da Joyce geliyor. Bugün yaşadığımız olaylar hakkında, 80 yıl öncesinden ne düşüneceğini biliyorum sanki. Artık biraz Bloom ile Dedalus gibiyiz sanırım ve Joyce’tan öğrenmeye devam ediyorum.

► “Benden’iz James Joyce”u yazdıran itici gücünüz neydi? Yazar ve çevirmeni Gezi Direnişi’nde buluşturma güzergâhını nasıl düşlediniz?
Başlarken iki temel motivasyonum vardı. Birincisi ve en önemlisi, Joyce’a yapışmış bulunan, çok değerli yazar ama okunamaz ve anlaşılamaz algısını yıkmak. Çünkü tam tersi, Joyce edebiyatının ana derdi sanatla halkın buluşmasıdır. İkinci sebebim ise biraz kişisel, Çeviri dükkanını kapatıp Joyce ile de vedalaşmam gerekiyordu ve böyle bir romanla vedalaştıktan sonra kendi yazacaklarıma yoğunlaşmanın güzel bir fikir olduğunu düşündüm. Ve hayatı her tür iktidar fikrine karşı çıkmakla geçmiş Joyce gibi bir ismin, güçlü bir direnişin sergilendiği Gezi zamanında belirmesi uygun olurdu. Onun 80 yıl önce romanlarında ve hayatında dile getirdiği sözler, günümüzde yaşanan toplumsal durumda rahatlıkla yerini buldu. Çünkü en nihayetinde zamandan ve mekândan bağımsız bir yazardan bahsediyoruz.


► Dünya edebiyatında öyle midir, bilmiyorum ama Türkiye edebiyatı için çok konuşulan fakat okunup da anlaşıldığından çok da emin olamadığım bir yazar Joyce!
Dünyada da böyle bu durum. Hatta İrlanda’da çeviri için bulunduğum zamanda tanıştığım insanlara Finnegan dediğimde, çoğu bir mahalleden, bir mağazadan ya da bir pub’tan bahsettiğimi sanıyordu. Üniversitede Ulysses’i henüz okumamış bir dolu insan vardı. Bunun sebebine gelince; biz sanat eserlerinde kahraman olgusuna alıştırıldık. Joyce’un eserlerinde ise ‘kahraman’ yerine ‘karakter’ var. Hiçbir karakteri bilindik anlamda bir kahramanlık sergilemiyor ve ta ki bu halleriyle önemli ‘karakterlere’ dönüşüyorlar. Şöyle diyelim; Holywood filminde dünyayı kurtaran kahramanla mı arkadaşlık etmek istersiniz yoksa toy entelektüel, mevzuları yüzüne gözüne bulaştıran Stephen Dedalus ile mi? Veya tüm kadınların âşık olacağı bir artistle mi konuşmak istersiniz, Bendeniz’de şaşkın şaşkın dolanan Joyce ile mi? Joyce bizi görece zor ama işimize çok yarayacak bir sorgulamayla baş başa bırakıyor. Bendeniz’de biraz da bu ‘nedenin’ peşine düştüm.

► James Joyce için kent ve kentin yarattığı kültür önemli. Çevirmen ve Joyce’un rotasında gözünüze takılanlarda neler var?
Roman daha taslak aşamasındayken, Joyce’u da iyi tanıdığımı ve görece hızlı yazan biri olduğumu düşünerek, bir çırpıda yazar bitiririm diye tahmin ediyordum. Ama işin içine girdiğimde, işlenecek çok sayıda çatışma unsurunu fark ettim ve roman bu anlamda kabardıkça kabardı. İşlemek istediğim iki önemli unsur da Dublin-İstanbul kıyası ve 20’nci ve 21’nci yüzyılın başı arasındaki değişim ve dönüşümdü. Joyce, yüzyıl sonra İstanbul’da tanık olduğu dünya karşısında biraz şaşkın, biraz kızgın. Hem hayranlık duyduğu şeyler var ve hem de dünya ne hale gelmiş böyle diye bolca hayal kırıklığı yaşıyor. Kraliçenin halen hayatta olmasına bozuluyor mesela. “Allah uzun ömür versin” ama şu krallardan, kraliçelerden, diktatörlerden, hayatın her alanında hötzöt ayar veren tiplerden bir kurtulalım artık diye diliyor.

► “Kim bilir? dedi. Öğrenmek için mütevazi olmak gerek. Ancak hayat en büyük öğretmendir.” Hayattan öğrenecek kadar açık mıyız?
Pek değiliz galiba. İşin kötüsü hayattan öğrenmek yerine hayatımızı sömürmek üzere kurgulanmış işlerin peşine düşme kolaycılığı sergiliyoruz. “Sen biriciksin, sen buna değersin” diyen reklamları izleyip fos ürünlere, ışıklara, janjanlı binalara, sahte gülücüklere falan tav oluyoruz çünkü bu çok kolay ve böylesi işimize geliyor. Ama dönüp, herkesle eşit, kol kola, birlik olmak varken ben neden biricik olayım, diye sorgulamıyoruz. Oysa hayattan, paylaşımdan, birlik olmaktan, tüketmemekten, birlikte güç sergilemekten öğreneceğimiz çok şey var. Bloom’u anlamak gerek. Bloom önemli. Elbette Molly de.