Her zamanki gibi asansör yine çalışmıyordu. Metro merdivenlerini tırmandıktan sonra ikinci merdiven silsilesine adım atmadan önce şöyle bir soluklandım. Altında bir tarih yatan tepeye kırık dökük merdivenlerle tırmanmaya başladım. Merdivenin sonunda tel örgülere yaslanmış bir karaltı birdenbire karşıma çıkıverince ister istemez durakladım. Durakladığımı görünce karaltıdan çatallı, boğuk bir ses yükseldi;

“Madem ki durdun ey yolcu, şu garibi dinle bir soluk!”

“Ne istiyorsun?” dedim. “Meczup musun yoksa?”

“Ne meczubum ne sapık. Ne halkın varlıklarını soyup soğana çeviren hırsızlardanım ne de kadınlara şiddet uygulayan önden kuyruklulardan. Sadece aklın hegemonyasından kurtulmuş biriyim. Einstein’i dinliyor, hayallerimle yaşıyorum.”

Bu partal beden, saç, sakala boğulmuş siyahi surat ve boğuk ses kümesiyle Einstein adı ilk bakışta büyük bir tezat oluşturmaktaydı fikrimce, sordum;

“Ne demiş Einstein?”

“Mantık sizi A’dan B’ye götürür, hayal ise her yere” demiş. Gel gör ki bu memleketin aklı evvellerinde bu cümle; “Akıl sizi A’dan B’ye götürür halay ise her yere” diye tezahür etmiştir. Akıllar hep oyunda, oynaşta. Tıpkı bu günlerdeki seçim komedisi gibi hayatımız komedya anlayacağın. Sen şimdi bırak bunları da biraz para ver. Kendim için istemiyorum. Şu can yoldaşı köpekler için bir parça kemik alacağım.”

Cılız cüzdanımdan üç beş kuruş bulup verdim. Meczup haa! Bir çapaçul karaltı, akşam akşam ne ders vermişti ama. Kendi kendime söylendim, bu akıl bizi nereye götürür?

Bir parlamenter demokrasi komedisinde kimileri oyuna bile bile katılırken kimileri ise dışarda durmayı yeğlemiş durumda. Çıktığımız patikalar bir yerlerde birleşecekse ne var bunda olsun varsın. “Olsun, varsın”ı deyip ve de dedirtip kendi işimize bakmamız her halde en doğrusu olsa gerek. Bir günlük sandık demokrasisinden sonra kalan üç yüz altmış dört gün bizim.

İşe basit, küçük işlerden başlayabiliriz. Birlikte üretip, tüketmenin kanallarını açabilir, daha da ötesi bunu zevkle yaşayabiliriz. Kapitalizmin devasa alışveriş merkezlerine uzak durur, kendi alış veriş dünyamızı kurabiliriz.

Birleşmiş Milletler’in bir araştırmasına göre dünyada 750 bin kooperatif var ve 1 milyar insan bunun içinde yer alıyor. Yine Avrupa’da 132 bin kooperatiften ve yaklaşık 8 milyon ortaklıktan bahsediliyor. Bu yedi yüz elli bin kooperatifin yüzde 10’u Türkiye’de. Bu oldukça önemli bir rakam ancak bu koopertiflerin neredeyse tamamı işlevinden bir hayli uzak. Yine de gerçek işleviyle yürüyecek alternatif kooperatifler -sokak kooperatifleri bir örnek olabilir- oluşturabiliriz.

Belki ilk aşamada, Toplumsal Destekli Tarım (TDTr) örgütlenmeleri ile yola çıkmak doğru olabilir. Bu oluşumlar aracıyı ortadan kaldırır, üretici ile tüketici dayanışmasını sağlar, doğal gıda üretim ve tüketiminin önünü açar ayrıca daha az kimyasal, daha az nakliye ve daha az ambalaj ile ekolojik destek de sağlar. Bütün bunların ötesinde ortak iş yapabilme kültürünün kazanılmasına da araç olur.

Bir diğer örgütlenme Toplumsal Destekli Tekstil ( TDTk) aşaması olabilir. Vasıflı olup da işsiz olan ve vasıfsız milyonlarca kadına özgür üretim olanağı sağlayabilir bu tür örgütlenmeler. Kadının en çok dışlandığı, yok sayıldığı ya da emeğinin görünmez kılındığı bir alandır ekonomi alanı. Bu alanda yapılacak çalışmalar yukarıda sayılan kazanımların pek çoğunu içerir.

Bu ve benzeri örgütlenmelerin dünyada sayısız örnekleri vardır. Güney Amerika’dan Orta Amerika’ya ve Avrupa’dan Asya’ya kadar sayısız örnek. Bu örneklerle hem ulusal boyutta hem de uluslararası boyutta dayanışma sağlanmaktadır. Uluslararası dayanışmaya bir örnek, Hamburg’dan Chiapas ve Honduras Kadınlar Kooperatifi arasında köprü oluşturmuş olan Café Libertad Kollektiv’idir.

Türkiye’de genel seçim hengâmesi içinde bile yapılacak pek çok dayanışma temelli iş vardır. Bütün bu kır ve sokak işleri tam da “Haziran” ruhuna uygun işlerdir. Burjuva siyasetinin sadaka kültürü ile mücadele edebilecek dayanışma kültürü yaratmak mümkündür.

Yeter ki isteyelim...