12 Eylül yargılanıyormuş.
 
Önce şunu bilelim: Eğer psikiyatrik bir vaka değilse, her darp, mutlaka birilerinin bir şeylerini gasp etmek için yapılır. Yine, eğer psikiyatrik bir vaka değilse, mümkün olmayan bir şey daha vardır, o da ‘terör örgütü’; yani, bütün amacı ve yegane faaliyeti insanları dehşete düşürmek olan bir yapı. Ama, insanları terorize ederek hüküm sürmek isteyen müstebitler için böylesine bir örgüt türü uydurmak bayağı akıllıca bir iştir; ki, Türkiye’de yapılan da tam tamına bu. Terorist, nasıl olsa ne şüpheli vatandaş ne de düşman askeri; yani hukuken bir hiç, üstü baştan çizilmiş bir varlık; dolayısıyla, görüldüğü yerde yok edilebilir, yargılanmadan zindana atılabilir, ‘etkisiz’ kılınmışının burnu, penisi kesilip kulağından da anahtarlık yapılabilir: Yaratıcılıkları ölülerin üzerine işemenin ötesine geçemeyen Amerikalı terörle mücadele kahramanlarının bizdeki meslektaşlarından öğreneceği çok şey vardır.

12 Eylül’ün önünü açtığı gaspçılar kimdir derseniz, bunun cevabını darbenin hemen ertesinde Halit Narin veriyor; işçilere, sendikacılara hitaben, “ bugüne kadar  hep siz gülüyordunuz, gülme sırası artık bizde”. Darbeciler, başbakan yardımcısı ‘sivil’ Özal’ın rehberliğinde patronların önüne taşsız pürüzsüz, otoyolun da ötesinde adeta uçak pisti kalitesinde öylesine geniş bir yol döşüyorlar ki, o güne kadar hiçbir baltaya sap olamamış, hani “ne iş olursa yaparım abi” kıvamındaki kişilerin, en darından en mütevazisinden de olsa o güne kadar hiçbir yola girememiş lumpenlerin de hem en kolay biçimde kendisine sızıp hem de en kolay ve zahmetsiz biçimde ilerledikleri yol da işte bu oluyor.

AKP, Özal döneminde bu piste sızıp, işe bu alanın duayenleri arasından sıyrılmaya çalışarak başlayanların artık en ön saflara kadar ulaştıkları dönemin iktidarı olarak, her şeyini 12 Eylül darbesi sayesinde gaspedilen her ne var ise, işte onlara borçludur; dolayısıyla, darbeyle hesaplaşmak bir yana, onun dayattığı gasp ortamını daha da derinleştirerek kalıcı/yapısal hâle getirmek, kendisi için var oluşsal bir zorunluluktur. Şöyle de söyleyebiliriz: Koç’lar, Sabancı’lar vb…, 12 Eylül’den önce de patrondurlar, darbe onların önünü açıp elini kuvvetlendirmiştir; ama, AKP, doğrudan doğruya açılan yol üzerinde ilerlenirken, istenmeden hayata getirilmiş olan çocuktur. İşte o yüzden de, paradoksal olarak, her şeyini darbeye borçludur, ancak darbecilere karşı da hiçbir borcu yoktur.

AKP’nin askerlere hiçbir borcu yoktur; ama bir de ülkede çeyrek asrı aşan bir süredir devam eden bir çatışma ortamı vardır. Bu duruma bir son vermediği takdirde askerlere muhtaç, dolayısıyla borçlu ve iktidarı onlarla paylaşır olması kaçınılmazdır. İşte bu noktadadır ki, AKP ‘açılım’ı başlatır; ancak niyeti ülkeyi demokratikleştirmek değil, sivil siyaset bağlamında kendisi için en nüfûz edilmez bölge olan Hadep çizgisini ortadan kaldırmak, en azından marjinal hâle getirmektir. Bunu da, lumpenlik döneminden tevarüs ettiği birkaç ayak oyunuyla yapabileceğini sanır; ki, bu yolda, kendince en etkili olacağını sandığı hamle, Habur rezaletidir. Kendisine çok farklı ve bazılarının kendisi de gerçekten rezilane gerekçelerle karşı çıkılmıştır; ama, Habur’un kendisi bizatihi bir rezalettir ve şu anda geldiğimiz noktanın ilk adımı da işte orada atılmıştır.

Önümüzdeki yazıyı, Habur’un AKP/Erdoğan stratejisi açısından neden bı kadar kritik olduğunu anlatmaya ayıracağız