İtalya’nın borçlanma çıkmazı ve AB yardım fonu beklentisi

BARIŞ YÜKSEL/ BOLOGNA

Türkiye politik arenasında ve toplumsal hafızasında oldukça tartışmalı ve kırılgan bir yere sahip olan IMF’den borç alma olgusunun bir benzeri de İtalya’da yaşanıyor. Her ne kadar son yıllarda Avrupa Birliği ve fonlarına karşıtlığın artışında, popülist ve sağ partilerin yükselişinin ve onların “gerçek-sonrası” (post truth) söylemleriyle AB karşıtlığını pekiştirmesinin etkisi yadsınamaz olsa da; Yunanistan krizinde gerçekleştirilen ve süregelen kemer sıkma politikalarından ve İtalya’daki refah devletinin düşüşüne oldukça önemli diğer etkenler de unutulmamalıdır.

Bu bağlamda, hükümet Avrupa İstikrar Fonu tarafından koronavirüs krizine özel yaratılan fona borçlanmak yerine kendisi borçlanmayı tercih etti. Bu da beş yıl içerisinde bütçeye binen 1.5 milyar avro fazladan borç demek anlamına geldi. Her ne kadar farklı aktörler bu fonun kullanılmasının daha faydalı olacağını ifade etmiş olsa da başta son yıllarda sağın körüklediği AB’ye karşı ulusal egemenlik retoriği ve ülkenin geleceği gibi konular çerçevesinde geçen tartışmalar sonrasında Başbakan Conte, ülkenin bu krediyi kullanmak yerine planlanmakta olan AB yardımlarından faydalanacağını ifade ederek tartışmaları en azından şimdilik sonlandırmış oldu.

‘TUTUMLU DÖRTLÜ’ DAYANIŞMA FONUNA KARŞI

Krizin ilk aşamalarından itibaren başta İtalya olmak üzere krizden etkilenen İspanya, Yunanistan ve Fransa gibi ülkeler koronavirüse dair radikal adımların atılmasını istemiş başlangıçta Avrupa Merkez Bankası’nın “bankanın görevleri arasında salgına karşı önlem almak yok” sözleri AB’ye şok olarak düşmüş, üstüne kuzey ülkeleri buna karşı çıkmıştı. Bu “inkar” ve “yüzüstü bırakılma” İtalyan kamuoyunda tam bir şok etkisi yaratmıştı.

İlerleyen günlerde ise, Macron’un “size söylüyorum popülistler kazanacaktır, bugün yarın ya da ertesi gün, İtalya’da, İspanya’da, muhtemelen Fransa’da ya da başka bir yerde” diyerek birlik içinde de (maddi) dayanışmanın gerekliliğine dair tartışmayı yeniden ateşlemişti. 18 Mayıs’ta ise Almanya ve Fransa’nın başını çektiği 500 milyar avroluk dayanışma fonu kurulsun teklifi gündeme geldi. “Tutumlu Dörtlü” olarak adlandırılan Hollanda, Avusturya, Danimarka ve İsveç ise yardım ya da borç ortaklığı yerine ihtiyaç doğrultusunda uygun borç diyerek ilk başta duruma karşı çıkmıştı. Bunun üzerine, İtalya Dışişleri Bakanı Di Maio “bazıları İtalya’sız AB’nin düşeceğini kavrayamıyor” diyerek duruma sitem etmişti. İtalya Başbakanı Conte ise “eğer bu krizden değerleri ve ortak çıkarları olan bir birlik olarak çıkmak istiyorsak çok daha fazlası yapılmalı. AB bunu başaramazsa, milliyetçiliği alevlendirip birlik içindeki bölünmeleri arttıracak” diyerek Macron’un söylemini bir nevi yinelemiş oldu. Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli ise “Hollanda, Avusturya, Danimarka ve İsveç’in sağduyusuna sesleniyorum. Tutumlu ülkeler ve müsrif ülkeler ayrımı artık kalmadı. Yüzleşmekte olduğumuz zorlukların farkında olan ve olmayan ülkeler var” diyerek bütçe görüşmeleri öncesinde “sağduyulu” Avrupalı politikacılara seslendi.

AB’DEKİ ESKİ HEGEMONYA VE YENİ DAYANIŞMA İHTİMALİ

AB içerisinde, teknokratlar ve uzmanlar üzerinden karar alma süreçlerinde yıllarca süregelen sağduyu ve “politik olmayan” kararlarla kurulan hegemonya, özellikle popülistlerin ve aşırı sağ partilerin yükselişi ile tartışmalı bir hal aldı. Bir takım liderler hala politikadan uzak durmaya çalışıp AB içindeki farklı karar alma mekanizmalarındaki sağduyuya seslenirken, farklı politik dengelere sahip birlik ülkelerindeki son on yılda güçlenen popülist ve sağ partiler ise retoriklerine AB’de var olan hegemonyanın ulusal egemenliklerine bir tehdit olduğunu alıp, kamuoyunu bu yönde iknaya çalışıyor. İtalya borçlanmasında görülebileceği üzere, durum bu siyasi retorikler üzerinden bir çıkmaza girebiliyor. Ya da kamuoyuna öyle yansıyor demek daha doğru olur. Bir yandan da, Avrupa Birliği’nde 2020 yılında krize karşı gerçekleştirilecek olan bir fonun oluşturulmasında, kökü 1990’lara uzanan güney-kuzey önyargılarına başvurularak safların ayrışması gerçekleşiyor. Buna karşı da “politik” olmadığı iddia edilen “sağduyulu” çözümler sunulmaya çalışılıyor. Bu günlerde detayları kesinleşecek, dayanışma fonunun kritikliği ise, -krizden çok daha fazla etkilenen İtalya ve İspanya gibi ülkeler başta olmak üzere- birlik içerisindeki her bir ülkenin; kendi siyasi arenasında çok farklı dinamiklere ve aktörlere sahip olduğu ve çıkacak kararların ulusal arenadaki muhtemel Avrupa Birliği karşıtlığına çarpan etkisi yaratabilecek sonuçları göz önüne alındığında ortaya çıkıyor.