Manidardır ki popülizmin babası Berlusconi, İtalya’daki merkez siyasetçiler ve Brüksel’deki Avrupa bürokratları tarafından ılımlı aday olarak görülüyorsa, işler ters gidiyor demektir. Hiçbir yangını kundakçı söndüremez

İtalya seçim sonuçları kimseyi şaşırtmasın!

Orlando Radice

İtalya’da sandıktan yine çoğunluk çıkmadı. Hükümet kurulana dek, haftalar boyunca sıkı pazarlıklara şahit olabiliriz. Her şey tam İtalyan tarzı; ülkede 1946 yılından beri 65 farklı hükümet kuruldu. Demek ki hikaye buraya kadar tanıdık. Diğer yandan, bu seçimlerin başlıca sonucunun, merkez partilerin çöküşü ve düzen karşıtı popülistlerin zaferi olduğu konuşuluyor.

En büyük kazanımları yaşayan iki parti, Kuzeyi Ligi ve Beş Yıldız Hareketi (M5S), düzeni temelden sarsmak istiyor. Emeklilik ve iş pazarı reformlarını yürürlükten kaldırmak, AB’nin mali politikalarına karşı çıkmak, korumacı ticaret politikaları üretmek ve Rusya ile yakın ilişkiler yürütmek niyetindeler. Kısa süre önce Avrupa’da “zorunlu aşı karşıtı” kampanyaya destek veren her iki parti de farklı şekillerde AB şüphecisi ve komplo teorileri ile “sözde bilimsel” verilere düşkün.

Matteo Renzi’nin merkez sol Demokrat Parti’si (PD) ve Silvio Berlusconi’nin merkez sağ Forza Italia partisi beklentilerin çok altında oy aldı. Bilhassa Renzi için kötü bir seçim oldu; daha dört yıl önce İtalyan siyasetini yeni, yenilikçi bir döneme taşıyabilecekmiş gibi görünüyordu.

Ancak İtalyan siyasetinin merkezden popülizme doğru çokça konuşulan geçişi yanıltıcı olabilir. Kuzey Ligi ve M5S partilerinin düzen karşıtı, AB şüphecisi söylemleri popülizmin babası Silvio Berlusconi tarafından yıllardır kullanılıyordu. Solaryum bronzu medya patronu göçmenlere, AB’ye, “sol-kanat düzene” ve “uluslararası finansa” ahkam keserek üç seçim kazandı.

25 yıl boyunca kendini şöyle tanıttı; siyasetçi değildi, yozlaşmışlar arasında bir istisnaydı, “gerçeklere yabancı” düzenin bir parçası değildi. Bu doğrultuda, 1994 seçimleri yaklaşırken Forza partisini “siyasi sistemin dışında” bir parti olarak tanıttı, sahaya sürdüğü adayların hemen hepsi siyaseten tecrübesiz isimlerdi. Bu, M5S partisinin de kilit stratejisi oldu.
Berlusconi bu esnada karıştığı seks skandallarını ve sahtecilikten rüşvete çeşitli suçlarla yargılandığı 20 davayı da kendi lehine kullandı: “Düzen karşıtı olduğu için” suçlamalara maruz kalıyordu, yargı peşindeydi. Sulh yargıçlarını reforme etme fikri, hantal yasal süreçlerden bıkmış usanmış İtalyanlarca kabul gördü.

İtalya’nın sıkıntılarını karanlık dış güçlere (yabancı basın, Almanya’nın ekonomik gücü, yabancı bankalar, vb.) bağlama eğilimi, sahip olduğu devasa medya imparatorluğu tarafından sorgusuz sualsiz kabul gördü ve tekrar edildi. La Repubblica gazetesinde yazan Massimo Giannini, “Asılsız haberler” söylemini Berlusconi’nin icat ettiğini söylüyor. 2011 yılında neredeyse istifasıyla sonuçlanan borç krizi esnasında, Berlusconi yaşananların “kendine yönelik uluslararası bir komplonun” sonucu olduğunu savunmuştu.

Krizden önce Mario Monti’nin teknokrat hükümetinde istihdam ve emeklilik bakanı olan Else Fornero, “Bu tip şeyleri sohbet programlarında yeterince söylediğinizde, insanlar inanmaya başlıyor” diyor.

Sosyal medya hesapları ve web siteleri aracılığıyla komplo teorileri, Kremlin yanlısı haberler yayan ve ana akım medyaya çatan M5S, Berlusconi’nin yarattığı bayağı, gerçekdışı evrene rahatça giriş yaptı. Aynı şey Kuzey Ligi için de geçerli; parti, göç konusuna yoğunlaşarak bunu seçimin ana konularından biri haline getirdi.

Berlusconi ve aşırı sağın geçmişi eskiye dayanıyor. Berlusconi Kuzey Ligi ile yıllar içerisinde çeşitli ittifaklar oluşturdu, partinin tabanının gönlünü almaya çalıştı. Kuzey Ligi’nin eski lideri Umberto Bossi, Berlusconi’nin 2003 kabinesinde bakanlık yaparken donanmaya göçmen botlarını vurmasını emrederek ses getirmişti. 2010 yılında ise Berlusconi yasadışı göçmenlerin ülkede istenmediğini, ancak “güzel kızlar” için bir istisna yapabileceğini söylemişti. AB’yi solcuların yuvası olarak gören Kuzey Ligi’nin etkisinde kalan Berlusconi, 2002’de Euro yürürlüğe girmeden birkaç hafta önce Avrupa topluluğu fikrine mesafeli yaklaşmış; AB içinde “yakalama kararı” işbirliğine karşı çıkmış ve gıda standartları ajansının planlanan konumunu reddetmişti. Ortak para birimi devreye girdiğinde İtalyan şirketler fiyatları iki kat arttırmıştı ve Berlusconi fiyatları denetim altına almayı reddederek, “vergilerin artışını engelleyemediği için seçmenlerini tazmin ettiğini” söylemişti. Sonuç olarak tüketici talebi dibi gördü. 2005’e gelindiğinde Berlusconi İtalyan ekonomisinin içler acısı durumu için ortak para birimini suçluyor, Euro’nun “herkesi mahvettiğini” söylüyordu.

Berlusconi’nin ekonomik ihmalkarlığı ile birlikte gelen 15 yıllık kriz, siyasi aşırılıkçılara ihtiyaç duydukları öfke kaynağını sağladı. 2001 – 2006 döneminde ülkeyi yönetmek üzere ikinci defa seçildiğinde Çin rekabeti karşısında zorlanan İtalyan ekonomisini yeniden şekillendirme şansı vardı. Giannini, “Cumhuriyet tarihinde elde edilmiş en büyük çoğunluğa sahipti, dünya ekonomisi de iyi gidiyordu. Gereken tüm reformları hayata geçirebilirdi ancak bunu yapmadı. Kendi çıkarlarını kovalamakla meşguldü” diyor.

Ne manidardır ki, İtalya’daki merkez siyasetçiler ve Brüksel’deki Avrupa bürokratları 81 yaşındaki milyarderi, ülkeyi popülistlerden kurtarabilecek “nispeten dengeli” bir aday olarak görüyordu. Bu, yangını kundakçının söndürmesini beklemek gibi bir şeydi.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: The Independent - ind.pn/2p4oOJE