AKP’nin baskıcı rejimine karşı özgürlük – emek – ekoloji hattında seküler cumhuriyetçi tabanın talepleri ile Kürt halkının taleplerinin beraberce tartışılabileceği bir zemini yaratmanın mücadelesi...

İttifak, cephe ve ötesi

GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN*

Geride bırakmaya hazırlandığımız 2014, Türkiye’nin devrimci ve demokrat güçleri için oldukça zor bir yıl oldu. Bir yanda AKP iktidarının her sahada sınır tanımayan saldırganlığı katmanlaşarak devam ederken diğer yanda Soma’dan Ermenek’e yaşanan iş cinayetleri ile tarifi zor bir yasa büründük. Reel siyasetin mekanizmaları yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanlığı seçiminde belki de son kez AKP cenahına avantaj sağlayacak bir biçimde işledi. AKP’nin, seçmenini otoriter ve popülist manipülasyon marifetiyle kendine bağlaması ve parlamentodaki muhalefetin bıkkın ve yorgun kitle için ikna edici siyaset üretememesi şüphesiz bu süreçte etkili oldu. 2013’ün son günlerinde belirginleşen iktidar blokundaki çatırdama 2014’te AKP’nin ‘safralarından’ kurtulması ve operasyonları hızlandırması ile başka bir aşamaya geçti. Bugün gelinen noktada muzaffer görünen iktidarın hem kendi iç kavgaları hem de demokratik – devrimci hattın muhalefeti sonucunda takatsiz kaldığını görmek mümkün. Öyle ki 17 ve 25 Aralık soruşturmaları kısa vadede AKP’nin ‘ezeli mağduriyet’ kozunu oynamasına yardımcı olsa da orta vadede yolsuzlukları kapatmak için sergilediği çaba iktidarının altını oydu, oymaya da devam ediyor. Bugün 30 Mart seçimleri öncesiyle kıyaslandığında çok daha geniş bir kitlenin iktidar cephesindeki yolsuzluklardan ve arkası kesilmeyen talanlardan rahatsız olduğunu ileri sürebiliriz. Üstüne üstlük Gülen cemaati dışında AKP’yi desteklemiş olan cemaatlerde sıra bize de gelir mi korkusu yaşanıyor.
İktidar blokundaki çatlama ile yolsuzlukların ve hırsızlıkların AKP’ye oy verenlerde kısmen yankı bulması neticesinde var olan meşruiyet bunalımını bertaraf etmek adına, AKP’nin İslamcı ajandasına daha çok sahip çıkmaya başladığını gözlemliyoruz. Batı dünyasından gelen demokrasi ihlallerine dair eleştirilere karşı Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun reaksiyoner tavrı ve farklı tonlarda da olsa AB’ye yönelik siyasi çıkışları bu resmin birer parçası. Liberal ve demokrat kesimlerle bağını koparan parti eğitimden kamu güvenliğine kadar izlediği siyasetle midesi bulanan sağ-muhafazakâr kitleyi İslamcı hedefleri işaret ederek saflarında tutmak istiyor. Ancak bu taktiğin başarı şansının son on iki yıldaki muhafazakâr dönüşüme rağmen yüksek olmadığını görmeliyiz. Salt İslamcı bir siyasetin AKP’nin erimesini hızlandıracağı zira sadece seküler sağ seçmenin ideal yaşam tasavvuruyla değil zenginleşen muhafazakârların da maddi çıkarlarıyla ters düşeceği aşikâr. Öte yandan AKP’nin siyasi mühendisleri için de denizin bittiğini ve kalkınmaya endeksli projeler dışında artık tabanı ikna edecek hedef koymakta güçlük çektiklerini fark edebiliriz. Mahçupyan’ın ya da şimdilerde devşirilen kimi kalemşorların AKP’nin seçeneksiz olduğunu iddia etme ve/veya yeni ‘düşmanlar’ icat etmekten öte yapabileceği bir şey kalmadı.     


KALKAN'IN AÇIK MEKTUBU
Birleşik Haziran Hareketi, iktidarın siyaseten irtifa kaybettiği, toplumsal meşruiyetini yitirmeye başladığı böylesi bir dönemde demokratik ve devrimci güçlerde büyük bir heyecan yarattı; etkisi ve yankıları hızla büyüyor. Parlamenter muhalefetin ataletini aşan, demokrasi krizine saplanıp kalmayan, sekter bir ajanda yerine emek – özgürlük ekseninde birleştiren ve bütünleştiren bir yapıya dönüşen siyasi hattı temsil etmesi tam da Türkiye halklarının ihtiyacı olan dinamizmi sundu. Önümüzdeki süreçte bu dinamizmin daha da güçlenmesi için hepimize sorumluluk düşüyor. 2015’te bizi bekleyen genel seçimlerde ve politik kriz dönemeçlerde nasıl bir tutum takınacağımızı tartışmak ve ilkelerimiz etrafında pozisyon belirlemek kaçınılmaz bir başlık olarak karşımızda. Bu bağlamda KCK Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan’ın ÖDP’ye gönderdiği açık mektubu 2015 projeksiyonu içerisinde konuşmanın kategorik olarak reddedilmemesi aksine Kalkan’ın ileri sürdüklerinin geçerliliğinin tartışılması gerektiğini düşünenlerdenim. Öncelikle Kalkan’ın HDP ve HDK’nın tüm demokratik güçleri kendi bünyesinde toplayan bir çatı haline gelemediği ifade etmesi, bu saptamayı bizzat Kalkan’ın yapması açısından önemlidir. Yoksa durumun böyle olduğu sol sosyalist cenahın epey bir süredir malumu. Bunun nedenleri konusunda özeleştiri vermesi gerekenlerin başında HDP içinde siyaset yapan aktörler olduğu ise yadsınamaz. Bu özeleştiri ilkesel konular kadar pratikte örgütsel düzeyde yaşananları da kapsamalı. Kalkan’ın devrimci güçlerin kolektif hafızasına ve eylemliliğine yaptığı atıf ise çağrının politik meşruiyet zeminini geçmişten devşirme yönteminin parçası; ancak şartların değiştiğini de dikkate almak gerek. Devrimci – demokratik güçlerin öncülük yapma ve örgütlenme konusunda yaşadığı handikapların, şovenizmi ve sağ siyaseti cesaretlendirdiği doğrudur. Ancak Demirel’den bu yana iktidara gelenlerin Kürt hareketinin demokratikleştirici gücünden yararlanmaya çalıştığı ancak devrimci demokratik güçlerin buna uzak kaldığı iddiasında gözle görülür bir aksaklık var. Çünkü sağ siyasetin ve müesses nizamın Kürt hareketine araçsal bakışı onun demokratikleştirici gücünden istifade etmek değil aksine onu kontrol etme eğilimini beraberinde getiriyordu. Gerçek anlamda sol – devrimci siyasetin fayda – netice hattından Kürt siyasetiyle ilişkiye geçmesi beklenmemeliydi zira bu hareketin siyasi payandalarına aykırı. Kürt siyasetinin dinamizminden rant devşirmeye çalışan öznelerin kraldan çok kralcı tavrının kimseye fayda sağlamadığını hep birlikte gözlemliyoruz.
AKP’ye karşı birleşik mücadele için bir araya gelme çağrısının ardında Kalkan’ın AKP’nin hızla otoriterleştiği ve geniş cepheli bir savaşa hazırlandığı saptaması var. AKP’nin ihtiyaç duyduğu takdirde böylesine bir savaşı çıkarma potansiyelini yadsımıyoruz elbette. Beklentilerin maksimuma çıktığı ve fakat tatmin edilmediği zamanlar savaşa en yakın olunan durumlardır. Ancak eğer savaş riski bu kadar netse epey bir süredir devam eden ‘çözüm süreci’ kamuoyuna yönelik büyük bir yanıltmadan ibarettir ve bu yanıltmanın bir yanında AKP varsa diğer yanında da İmralı ve Kürt siyasi hareketi durmaktadır. Daha bu hafta nihai bir çözüme çok yaklaşıldığı söylenirken genel seçim sonrası savaş senaryosunu dillendirmek Kürt siyaseti ile Kandil arasındaki açıyla izah edilebilecek bir şey değil.


ÜÇ SAPTAMA
AKP’yi durdurmak üzere harekete eden güçlerin HDP ile ittifak yapmasını bir çıkış yolu olarak gösteren Kalkan, böyle bir ittifakın tarihi bir dönüm noktası olacağını ifade ediyor. Böyle bir ittifak olur mu olmaz mı bu daha uzunca tartışılacak bir mevzu; lakin Kalkan’ın mektubundan şunları çıkarmak mümkün. HDP’nin seçimlere tek başına gideceğini açıklaması dikkate alındığında HDP yönetiminin 2014 cumhurbaşkanlığı seçimini model alan bir kampanya yürütmesi muhtemel. Demirtaş başta olmak üzere HDP’li bazı vekillerin AKP’ye yönelik eleştirilerini arttırmaları da bu duruma işaret ediyor. Ancak HDP siyasetindeki gelgitler hesaba katıldığında pragmatik siyasetin partiyi hangi istikamete sürükleyeceğini kesin olarak tespit etmek mümkün değil. Bu çerçevede tartışılması gereken demokratik devrimci muhalefetin hedefi olmalıdır. Amaç HDP’nin yüzde onu geçmesini sağlamak mıdır yoksa HDP’nin bileşenlerden biri olduğu daha geniş bir muhalefet cephesi oluşturmak mıdır?   İkinci çıkarım Kürt siyasetinin bir kısmının ve Kandil’in bu denli her istediğini yapan bir AKP’yi artık ‘tehdit’ olarak gördüğüdür. Amaçlanın AKP’yi tümden iktidardan etmek yerine onu şimdiki kadar kolay hareket edebilen bir siyasal aktör olmaktan çıkarmak olduğu söylenebilir. Daha net söylemek gerekirse hedeflenen AKP’siz bir Türkiye yerine müzakere sürecinde daha eşit koşulları kabullenmek zorunda kalan bir AKP görmek olabilir. Bu elbette Kürt siyaseti için bir kazanımdır ancak devrimci demokrat güçler için yetinilecek bir başarı eşiği değildir. Diğer bir saptama Birleşik Haziran Hareketi etrafında oluşan enerjinin bizatihi Kürt siyasetinin farklı unsurlarınca teslim edildiğinin ifşasıdır. Her ne kadar Birleşik Haziran Hareketi’ni ‘ulusalcılarla flört etmek için kurulmuş bir zemin’ olarak itham edenler olsa da buradaki dinamizme uzak kalmanın mümkün olmadığı artık görülmüştür.        
Tüm bu tartışmaları dikkate alarak Birleşik Haziran Hareketi ile oluşan ivmenin iktidara set çekme gücünü salt bir ittifak silsilesine ya da genel seçime yönelik bir hamleye indirgemenin mümkün olmadığını hatırlatalım. Türkiye’nin dört bir yanında sol –devrimci hareketin mirası ile Haziran direnişlerinin kazandırdığı deneyim üzerinden şekillenen bir yolda yürüyoruz. İlkeler ve katılımcı pratikler bütünü olarak yürütülen mücadele hiçbir zaman Kürt halkının taleplerine kayıtsız kalmadı, kalamaz. Önemli olan AKP’nin baskıcı rejimine karşı özgürlük – emek – ekoloji hattında seküler cumhuriyetçi tabanın talepleri ile Kürt halkının taleplerinin beraberce tartışılabileceği bir zemini yaratmak ve bu zemini bir kurucu iktidar momentine dönüştürebilmektir.


*Yrd. Doç. Dr., Siyaset Bilimci