Bizim gençlerin çıkardığı Refleks dergisine, Mahir’in ölüm yıldönümü dolayısıyla kısacık bir şeyler yazmıştım. Yazının başlığı “İyi ki doğdun Mahir”di....

Bizim gençlerin çıkardığı Refleks dergisine, Mahir’in ölüm yıldönümü dolayısıyla kısacık bir şeyler yazmıştım. Yazının başlığı “İyi ki doğdun Mahir”di.

Keramet Mahir’de; yani yıllar sonra, “iyi ki doğdun” dedirtecek bir ömür sürmekte; iyi ki doğdun dedirtecek gibi ölebilmekte.

Yaşamı ve ölümüyle öğretenlere, ne demeli başka? Yaşamı üzerine onca söz söylemekten, ölümü için ağıtlar yakmaktan daha anlamlı olmaz mı? İyi ki doğdun demek; daha evla değil mi?

Bir nişane yerine geçebilir, doğum günlerini hatırlamak; nasıl yaşamak gerektiğini öğretenlerin.    

Fark etmez; bizim buralarda Mahir olur, “kesik damarlarla” anılan kıtada ise Che. Bizimki 15 Mart’ta doğar, diğeri 14 Haziğran’da. İkisinin de şiire uzanır elleri.

Bizimki, Cevahir’i kalbine gömerek gittiği Ada’dan seslenir: “Ben ne şuralıyım, ne buralı/ Adalıyım, Adalı/ Adam ormanlıktır/ Dostluk, yoldaşlık, mertlik ormanı/ Bütün Ada’mı kaplar/ Erdemin güneşi yirmi dört saat/ Aydınlatır Ada’mı/ Biz Ada sakinleri/ Bilmeyiz karanlığı/ Ben Adalı’yım ey kahpe hücre Adalı/ Doğru ya, sen nereden bileceksin Ada’mı/ Asırlık, feodal-militarist hücre/ Ya sen, öküze benzemek için kasılan, şişen haset Kurbağa, hilkat garibesi/ Bilir misin Ada’mı” Bizimki 30 Mart’ta öldürülmüştür. Başka şansı olmasına rağmen, Mahir olmayı seçmiştir.

Mayıs, Haziran’a dönmüştür artık. 8 Ekim’de ölen Che, 14 Haziran’da doğmuştur. Veda Şarkısı da dahil olmak üzere pek çok şiir yazmıştır. Veda edilmeyecek tek şeyin devrim olduğunun farkındadır. Başka şansı olmasına rağmen Che olmayı seçmiştir. “Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu/ bereketli kanatlarla dolduracak beynimi/ biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım/ biliyorum ki ölümüne çarpışma günü/ halk çocukları benimle omuz omuza verecek/ halkın savaştığı amacın kesin zaferini göremezsem eğer/ fikri en yüksek geleceğe götürmek için/ mücadele verdiğimdendir/ eski kabuğun tüylerini yolarken/ doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları”

Yazının başlığını taşıyorum buraya. İyi ki doğdun Che. İyi ki doğdun ve iyi ki Che oldun. Bir başkasının hayatı üzerine ahkâm kesmek, ona ömür biçmek pek bencilce, pek insafsızca biliyorum ama yine de söylemeden geçemiyor insan; iyi ki öldün Che; salt ölümünle değil, genç ömrünle öğreterek senden sonrakilere.

Bu cesareti Sunay Akın’da aldığımı söylemeliyim. Bakın Sunay Akın “Dr. Che” şiirinde bir başka insanın yaşamıyla ilgili ne yazmış: “Dünya böylesine güzel/ olur muydu yine/ diplomasını çerçeveleyip/ para kazanma derdine/ düşseydi Dr. Che/ yüreğini dağlara asmak yerine”

Sanırım bu hakkı Sunay Akın’a, bana ve O’nun doğumuna, yaşamına ve ölümüne ilişkin fikir yürüten herkese veren bizzat kendisidir; bu yüzden Che olmaktan başka şansı kalmamıştır.

Şan, şöhret, istikbal, iktidar, para, pul peşinde koşanlara duyurulur: Che, diplomasını ve iktidarı elinin tersiyle ittiği için Che olmuştur.

Mahir ve Che şairdir. Aslında devrimin şairlerin omuzlarına yüklenen bir görev olduğuna dair iddianın dayanağı, Mahir ve Che’nin şair olmasıdır. Bir de, tarihe “şairler devrimi” olarak geçen Nikaragua’daki Sandinist harekettir. 

Che’nin doğum gününü hatırlatan bu yazıyı, O’nun birkaç dizesiyle nihayete erdirelim. Mahir’in Cevahir’in ardından yazdığı dizelerle, Che’nin Castro’ya dair yazdıkları arasındaki örtüşme, şairler devriminin duygu yükünü hissettirmektedir bizlere. “Haydi gidelim/ ateşli peygamberi şafağın/ gizli patikalardan ulaşalım/ o yeşil timsahı kurtarmaya, aşkla sevdiğin/ Haydi gidelim/ isyankâr ve marslı yıldızlarla dolu/ cepheyle aşağılanmayı bozguna uğratarak/ zafere erişmeye ya da ölümle buluşmaya yemin edelim/ Duyulduğunda ilk atış sesi ve uyandığında/ çalılıklar bakirelere yaraşan bir şaşkınlıkla/ orada, yanı başında/ olgun savaşçılar olarak/ bulacaksın bizi”