İzmir’in tarihi Yeşilova Höyüğü ile değişti. İlk yerleşimin günümüzden 5 bin yıl önce Bayraklı’da olduğu kabul edilen İzmir’de, Yeşilova Höyüğü’nün keşfi ile birlikte bu tarihin 8 bin 500 yıl önceye uzandığı ortaya çıktı. Doç. Dr. Zafer Derin ile konuştuk

İzmir’in tarihini değiştiren keşif

NAMIK ALKAN

İzmir’in tarihi Yeşilova Höyüğü ile değişti. 2003 yılına kadar hep iki İzmir vardı; İzmir'de ilk yerleşimin günümüzden 5 bin yıl önce Bayraklı ’da başladığı ve sonra da Agora'da yani Kadifekale’de M.S. 300'lü yıllarda devam ettiği kabul edilirdi. Bornova’da, Yeşilova, Yassıtepe ve İpeklikuyu höyüklerinin keşfi ile İzmir’in yerleşim tarihinin 8 bin 500 yıl önceye uzandığı ortaya çıktı. E.Ü Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Kazı Heyeti başkanı Doç. Dr. Zafer Derin, İzmir’in tarihini değiştiren keşfi BirGün’e anlattı.

2005 yılında İzmir Arkeoloji Müzesiyle beraber kazılara başladıklarını anlatan Doç. Dr. Zafer Derin, “İlk günden itibaren tarihini değiştirdik, İzmir'i üçe çıkarmış olduk. Keşfini ve tescilini yapan kişi de benim. Üç tane tarih öncesi yerleşim alanı var. Burası yaklaşık 800 metre çapında bir alanı kapsıyor. Hiçbir kentte bu kadar yoğun bir yerleşim yeri ve alanı yok. Böyle korunmuş bir alan da yok. Şu anda üçü de tescilli olarak koruma altında. Gelecek kuşaklara aktarılacak, turizmin merkezi olacak bir alan. İzmir, Yeşilova Höyüğü ile birlikte hem tarihte geriye gitti, hem de yeni bir tarih öncesi yerleşim alanı ortaya çıktı. Bornova'nın tam ortasındayız. M.Ö. 6500 tarihine ait olarak saptadığımız kalıntılar var. Bu tarih daha da eskiye gidebilir. İzmir'in, Ankara ve İstanbul'a göre de daha köklü bir geçmişe sahip olduğunu gösteriyor. Yaptığımız tüm çalışmalarda İzmir'in bir üçgen biçiminde yerleşim yeri olduğunu görüyoruz ve son halkası Kadifekale. Biz de bu yerleşim yerinin ilk halkasını aydınlatmaya çalışıyoruz” dedi.

EGELİ ÖZGÜRLÜĞÜNE DÜŞKÜN VE BARIŞÇIL

Ege Bölgesi'nde yaşayan ilk Egelileri saptamaya ve onların yaşamlarını öğrenmeye çalıştıklarını kaydeden Derin, anlatımını şöyle sürdürdü: “Burada yaşayanlar aslında ilk Egeliler. Bu dönem İzmir için ilginç; çünkü deniz eksi 35 metrede. Eskiden o hep çok içlere kadar girdiğine inanılan bir deniz yok yani, körfezin çok daha gerisinde. Adalardan adalara yürüyerek, Çeşme'den Sakız'a yürüyerek geçebilirsiniz. Adalar birbirine karayoluyla bağlı durumda. Bu bir avantajı da beraberinde getiriyor. Kültürler birbirleriyle çok hızlı iletişim kuruyorlar. Örneğin Avrupa'ya çok hızlı bir biçimde ulaşabiliyorlar. Ege kültürünün oluşmasında Avrupa'nın da etkisi oluyor. Böylece hiç umulmadık bir şekilde ticari ve kültürel ilişkiler ortaya çıkıyor. Irksal bir kimlikten vermekten çok bu insanları Ege kısmında yaşayan topluluk olarak görmek gerek.

İzmir'deki Belkahve geçidi adeta bir baraj gibi kültürleri ve iklimi de ayırıyor. Belkahve'nin doğusu Anadolu, batısı Ege. Bu kadar net bir şekilde görülebiliyor. Ege bütünüyle batıya doğru açılmış. İç Anadolu'yla bağlantısı Avrupa'ya göre daha az. Egeliler yağmuru daha çok tadıyorlar. Evler daha büyük geniş ve bölmesiz ve birbirinden ayrılar. Egeliler özgürlüğünü seviyor ama aynı zamanda barışçıllar, çünkü hiç savaş aletleri yok. Çatalhöyük ve İç Anadolu'dan farklı olarak ölüleriyle birlikte yaşamak istemiyorlar. Tabanların altında hiç gömü yok. Şimdiye kadar hiç mezar bulamadık. Belki ayrı bir yerde, belki de doğaya bırakıyorlar Şamanist bir gelenek olarak, bilmiyoruz. Aynı zamanda Egeliler balığı ve midyeyi seviyorlar. Denizden avlayıp yiyorlar. Egeli gibi yaşamışlar ya da eski geçmiş günümüze birtakım alışkanlıklarını bırakmış. Ege'nin Ege olma niteliği neredeyse 8 bin 500 yıl önceden bu bölgeye yerleşmiş. Özgürlüğüne düşkün, barışçıl ve denize doğru yaşamışlar sürekli.”

izmir-in-tarihini-degistiren-kesif-657216-1.

KÜLTÜRLER URFA VE DİYARBAKIR’DA DOĞDU

Anadolu'da ve Mezopotamya'daki arkeolojik veriler ışığında, kültürlerin doğduğu nokta olarak Urfa ve Diyarbakır’ın gözüktüğünü anlatan Zafer Derin, “ Yani Mezopotamya'daki kültürlerden bile eski kültürlerin varlığı saptanmaya başladı ve yeni kazılarla bunlar artıyor. Fırat, Dicle havzalarında daha çok uygarlıkların doğduğu ve Anadolu'ya yayıldığı düşünülüyordu ama artık öyle olmadığı öğrenildi. Birçok kazıda bunlar artık saptanıyor. Göbeklitepe bunun en önemli örneğidir. Kültür belki Güneydoğu Anadolu bölgesinde başlıyor ama birlikte toplu yaşam kavramı, İç Anadolu ve ardından da batıya doğru ulaşıyor. Ancak bu tabi belli bir süreci kapsıyor. Aralarında 3 bin yıllık bir dönem farklılığı görülebiliyor. Daha tarımın bile tam anlamıyla bilinmediği sadece avcılığın olduğu, belki daha çok Şamanist gelenekle insanların yaşadığı süreci Güneydoğu Anadolu bölgesinde görüyoruz. Burada hatta ilk dinlerinde doğuşu ve inançla oluşan toplum yapısının da varlığı öne sürülmekte. Halen daha sürdüğü gibi inanç belki de toplumu birlikte yaşamaya sevk eden temel anahtarlardan biri olarak görülmüş. Ama her şey doğayla başlamış. Doğaya yönelik inançlar temelde oldukça önemliymiş. Nitekim hayvanlara olan bağlılık 2 bin, 3 bin yıl sonra Yeşilova'da da aynı şeyleri görüyoruz. Çünkü kaplar üzerinde panter kabartmaları var. Hayvanlar oldukça önemli. Doğadaki bazı yabani hayvanlar korkulan ama aynı zamanda onlar için saygı duyulan bir yaşam biçimi olduğunu gösteriyor. Şamanist geleneklerin çok uzun yıllar değişmeden Anadolu'da devam ettiğini gösteriyor” dedi.

Derin, yönetim biçimine dair bulguların olup-olmadığına dair sorumuza ise şu yanıtı verdi:

“Yönetim biçimiyle ilgili en azından şunu görebiliyoruz Ege Bölgesi'nde; Yeşilova kazılarıyla beraber 11-12 tane kadar mühür bulduk. Mühür güçlü kişinin elinde olan bir nesne. Organizasyonun merkezi, simgesidir. Bu da aynı zamanda yönetimi ortaya koyan bulgular. Çoğunlukla mühürler güneşi temsil ediyor. Güneş, çünkü aslında en dikkati çeken, ulaşılamayan en etkili doğa gücü. O yüzden güneş gibi olma, ya da onun kadar güçlü olma niteliği de mühürlerle vurgulanmış. Evler 8 bin yıl önce güneşe karşı yelpaze gibi düzenli bir şekilde dizilmiş, bir düzen var. Sanki bir mimar gelmiş planlamış öyle yapılmış gibi. Mesela hiç çöplerini bulmuyoruz. Çevreci bir toplum gibi. Çöplerini bulsak aslında arkeolojik açıdan çok şey çıkar ama çöplerini bulamıyoruz. Burada toplumu öğrenmeye çalışıyoruz. Yaşam nasıldı? Kimler yaşıyordu? Kullandıkları nesneler nelerdi? Nasıl bir çevrede yaşıyorlardı? Yabani hayvanlar ya da evcil hayvanlar nelerdi? Bunların hepsini öğrenmeye çalışıyoruz.”

100 BİN ÇOÇUĞA EĞİTİM

Bütün yaşamı saptamak için 40'a yakın bilim insanın bölgede çalıştığını kaydeden Derin, “Farklı ülkelerden bilim insanları da burada çalışıyor. Biz burada çalışma yaparken oldukça şanslıyız. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin verdiği destekle burada yılın her ayı çalışıyoruz. Sürekli olan bir çalışma var. Bornova Belediyesi bütün imkânları bize sağlayarak bütün yıl çalışmamızı sağlıyor. Tarih öncesi yerleşim alanını bütün yıl boyunca hem çalışan, hem turizme açan hem de eğitime açan Türkiye'de tek yeriz. Binlerce ziyaretçi geliyor sürekli. Gelen ziyaretçilerle ilgileniyoruz aynı zamanda kültürümüzü neden sahiplenmemiz gerektiği konusunda eğitim veriyoruz. Bugüne kadar neredeyse 100 bin civarında çocuğu eğitimden geçirdiğimizi düşünüyoruz” diye konuştu.